Hz. Muhammed (s.a.s.) Mekke'de dogdu. 40 yasinda Peygamber oldu. 23 yillik Peygamberlik hayâtinin 13 yili Mekke'de, 10 yili da Medine'de geçti. Medine'de 63 yasinda vefât etti. Bu sebeple:
Hz. Muhammed (s.a.s.) 'in hayâti (571-632):
a) Peygamberliginden Önceki Hayâti (571-610),
b) Peygamberlik Devri (610-632) olmak üzere iki kisma ayrilir.
Peygamberlik devri de:
a) Mekke devri (510-622)
b) Medine devri (622-632)
olarak iki döneme ayrilir.
Bu sebeple Siyer ve Islâm Târihi ile ilgili kitaplarda, Rasûlullah (s.a.s.)'in hayâti, "Peygamberlikten (Bi'setten) öncesi" ve "Peygamberlik devri" diye iki devreye ayrilarak incelenmistir. Peygamberlikten önceki hayatini da:
1- Çocukluk devresi (8 yasina kadar olan süre),
2- Gençlik çagi (8-25 yasina kadar olan devre),
3- Evlilik dönemi (25-40 yasi arasindaki devre) olmak üzere genellikle üç bölüme ayirmislardir.
Peygamber olduktan sonra, "Mekke Devri"nde geçen olaylari incelerken, târihbasi olarak, Peygamberligin (Nübüvvetin) l. 2. veya 5 inci yili gibi, Nübüvvetin baslangicini; "Medine devri" olaylarinda ise,-Hicretin, 1., 2. veya 3 üncü yili seklinde Rasûl–i Ekrem (s.a.s.)'in Hicret olayini esâs almislardir.
Bu kitapta da ayni usûle uyulacaktir.
ISLÂMIYETTEN ÖNCE ARABISTAN
1— ARABLARIN DURUMU
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) Arap yarimadasinin Hicaz bölgesinde, Mekke sehrinde dogdu. O'nun hayâtini ve insanlik târihinde yaptigi büyük inkilâbi kavrayabilmek için, yasadigi asirda Arabistan'in genel durumunun ve Araplarin yasayislarinin, ana hatlari ile de olsa, bilinmesinde fayda vardir.
Islâmiyet'ten önce Araplar, henüz millet hâline gelemedikleri için; kabîleler hâlinde yasiyorlardi. Her kabîle, digerlerinden ayri bir devlet gibiydi. Kabîle baskanina "Seyh" deniyordu. Hicaz ve Yemen bölgelerinde bazi sehirler kurulmussa da, genellikle çöllerde çadir ve göçebe hayâti geçiriyorlardi. Hicaz bölgesinde üç önemli sehir, Mekke, Yesrib (Medine) ve Tâif'ti. Mekke'de Kureys Kabîlesi, Tâifte Sakîf Kabîlesi, Yesrib (Medine) de Evs ve Hazreç adli Arap kabîleleri ile Kaynukaogullari, Nadîrogullari ve Kurayzaogullari olmak üzere üç yahûdi kabîlesi bulunuyordu. Diger kabîleler genellikle göçebe idiler.
Kabîleler arasinda kan davasi ve sinir anlasmazliklari gibi sebepler yüzünden savas ek*** olmazdi. Yalnizca yilin dört ayinda (Muharrem, Recep, Zilka'de ve Zilhicce aylarinda) harbetmezlerdi. Bu aylara "eshür-i hurum"(1) (savasilmasi, kan dökülmesi haram olan hürmetli aylar) denir. Bu esnâda, bütün kabîleler güvenlik içinde seyâhat edebildikleri için, genellikle büyük panayirlar bu aylarda kurulurdu. Mekke'nin hâkimi, Kâbe ve civârindaki putlarin koruyucusu olduklari için Kureys kabîlesi, diger bütün kabîlelerden saygi görürdü. Bu sebeple Kureysliler, senenin her mevsiminde diledikleri yere seyâhat edebiliyorlardi.(2)
Hicaz bölgesindeki panayirlarin en önemlileri, Mekke civârinda kurulmakta olan Ukaz, Mecenne ve Zülmecaz panayirlariydi. Bu panayirlara ülkenin dört bir yanindan akin akin gelenler arasinda saticilar, iffetsiz kadinlar, sâirler, hatipler, kâhinler ve çesitli dinlere mensup kimseler de bulunuyordu. Tâif'le Nahle arasinda kurulmakta olan Ukaz panayirinda, siir yarismalari yapilir; begenilip derece alan siirler, Kâbe'nin duvarlarina asilirdi. Bu sekilde Kâbe duvarinda asilmis olan yedi ünlü kasideye "el-Muallekatü's-seb'a" (Yedi Aski) denilmistir.
Müslümanliktan önce, Araplarin çogunlugu putperestti. Yapmis olduklari bir takim heykellere ilâh diye tapiyorlardi. En önemli putlar, Hubel, Lât, Menât, Uzzâ, Vedd, Suva', Yegûs, Yeûk ve Nesr adlarini tasiyanlardi. Mekke'de Kâbe ve civârina 360 kadar put yerlestirilmisti. Her kâbîlenin ayri bir putu, her putun özel bir ziyâret günü vardi. Böylece yilin her gününde putlarini ziyârete gelenlerle dolup tasan Mekke, bir ticâret merkezi oldugu kadar, putperestligin de merkezi hâline gelmis bulunuyordu.
Arabistan'da putperestlerden baska, Mûsevî, Hiristiyan, Mecusî (atese tapan) ve Sâbiî dinlerine mensup kimseler de vardi. Bunlardan baska, çok az sayida, Hz. Ibrahim'in tebliginden o devre ulasan dinî esaslari benimsemis tek Tanri inancinda olan "Hanîf"ler vardi. Nevfel oglu Varaka, Cahs oglu Abdullah, Huveyris oglu Osman ve Sâide oglu Kuss bunlardandi.
Islâmiyetten önce Arap Yarimadasinin kuzeyinde (Sûriye'de) "Nebtî", güneyinde (Yemen'de) "Himyerî", Irak'ta ise "Süryânî" yazilari kullaniliyordu. Hicaz Araplari Sûriye ve Irak'a ticâret için yaptiklari seyâhatlarda Arapça'yi Nebtî ve Süryânî yazilari ile yazmayi ögrendiler. Daha sonraki asirlarda, Nebtî yazisindan "Nesih"; Süryânî yazisindan da "Kûfî" denilen yazi sitilleri dogmustur. Ancak, Araplar arasinda okuyup yazma bilenlerin sayisi son derece azdi. Cömertlik, konukseverlik, sözde durma, düsmanlari bile olsa kendilerine siginanlari himâye, cesâret.. gibi bazi iyi hasletleri yaninda, soygunculuk, faizcilik, zenginleri üstün, fakirleri hor görme, içki ve kumar düskünlügü, kabilecilik gayreti ile kan dökme gibi son derece çirkin âdetleri de vardi. Hele köle ve kadinlara insan degeri vermezlerdi. Kadinlar, ölen kocasindan, babasindan ve diger yakinlarindan mirâs alamadiklari gibi, kendileri mirâs mallari arasinda, mirâscilara kalirdi. Erkekler istedikleri kadar kadinla evlenebilirlerdi. Fuhus âdeta meslek hâline gelmisti. Bu yüzden bazi kimseler kiz çocuklarini diri diri kumlara gömecek derecede vahset göstermislerdi.(3)
Islâmiyetin dogusu sirasinda yalniz Araplar ve Arabistan degil, bütün dünya, zulüm, sefâhet ve cehâletin karanligi içindeydi. Maddî ve rûhî sikintilar içinde bunalmis olan insanlik, bir mürsit, bir kurtarici beklemekteydi.
Kur'ân-i Kerîm "Câhiliyet Devri" denilen bu karanlik dönemi, "Insanlarin kendi elleriyle isledikleri kötülükler yüzünden, fesat (her tarafi kapladi) karada ve denizde yayildi."(4) ifâdesiyle en vecîz bir sekilde anlatmaktadir.
(1) "Allah'in gökleri ve yeri yarattigi günkü yazisinda, Allah' a göre aylarin sayisi onikidir. Bunlardan dördü hürmetli aylardir. (et-Tevbe Sûresi,36)
(2) "Kureys kabîlesinin yaz ve kis yolculuklarinda uzlasmasi ve anlasmasi saglanmistir. Öyleyse, kendilerini açken doyuran ve korku içindeyken güven veren su Beyt'in (Kâbe'nin ) Rabbine kulluk etsinler." (Kureys Sûresi, 1-4)
(3) Bkz. Sünenü'd-Dârimî, 1/3, Beyrut, ts.
"Aralarinda birine bir kizi oldugu müjdelendigi zaman, içi gamla dolarak yüzü simsiyah kesilir. Kendisine verilen kötü müjde yüzünden halktan gizlenmeye çalisir. Simdi onu utana utana tutsun mu, yoksa topraga mi gömsün? Ne kötü hüküm veriyorlar." (en-Nahl Sûresi, 58-59. Ayrica bkz. ez-Zuhruf Sûresi, 17; et-Tekvîr Sûresi,8-9)
(4) Bkz. er-Rum Sûresi, 41
--------------------------------------------------------------------------------
2—MEKKE VE KÂBE
Yeryüzünde Allah'a ibâdet için yapilan ilk binâ, bütün namazlarda kiblegâh olarak yönelmekte oldugumuz Kâbe'dir.(5) Allah'in emriyle Hz. Ibrâhim ve oglu Hz. Ismâil tarafindan(6) Milattan 2000 yil kadar önce Mekke'de yapilmistir.(7) Tavâfa baslama yerinin isâreti olmak üzere, Kâbe'nin güney-dogu kösesi (Rükn-i Hacer-i Esved) nde bulunan "Hacer-i Esved" denilen siyah tasi Hz. Ibrâhim, Ebu Kubeys dagindan getirerek hâlen bulundugu köseye koymustur. Insaatin tamamlanmasindan sonra Hz. Ibrâhim ilk tavâfi oglu Hz. Ismâil'le beraber yapmis, bütün insanlari hacca, Kâbe'yi ziyârete dâvet etmistir.(8)
Mekke sehri, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in büyük dedelerinden Kusayy tarafindan, Kâbe'nin insâsindan çok sonra kurulmustur. Allah'a ibadet için yapilmis olan Kâbe, zamanla "Tevhid Inanci"nin unutulmasiyla, putlarla doldurulmus; Mekke puperestligin merkezi hâline gelmistir.
a) Mekke ve Kâbe ile Ilgili Özel Vazifeler
Mekke sehrini kuran Kusayy, sehrin idâresi, Kâbe'nin bakimi ve Kâbe'yi ziyârete gelenlere hizmetle ilgili bazi görevler ihdâs etti. Bu hizmetler Hz. Ismâil'in neslinden olan kimseler tarafindan yerine getiriliyordu. Bu hizmet ve görevlerden bir kismi sunlardir:
1- Hicâbe: Kâbe'nin perdedarligi ve anahtarlarini tasima görevidir.
2- ***âye: Kâbeyi ziyârete gelenlerin suyunu temin etme ve Zemzem kuyusuna bakma görevidir.
3- Rifâde: Kâbeyi ziyâret için Mekke'ye gelenleri agirlama, barindirma ve muhtaçlara yardimci olma hizmetidir.
4- Nedve: Kusayy tarafindan yapilan "Dâru'n-Nedve" adli istisâre meclisi binâsinda yapilan toplantilara baskanlik etme görevidir. Savas, sulh ve memleketin diger bütün önemli islerinin karari, burada yapilan toplantilarda verilirdi. Kirk yasindan küçük olanlar, bu meclise alinmazlardi.
5- Livâ: Savas zamaninda ve askerin toplanmasinda sancagi tasima görevidir.
6- Kiyâde: Savasta askere komuta etme görevidir.
7- Sefâre: Ayni toplum içindeki fertler veya kabîleler arasinda meydana gelen çekismelerde hakem olarak arabulma hizmetidir.
8- Hazine-i emvâl: Savas için hazirlanan silâh, mal ve âletleri muhâfaza etme görevidir.
9- Ezlâm: Oklar ile fal bakma isidir.
Kâbe'nin üzerine konulmus olan Hubel adli putun yaninda üç fal oku vardi. Birinde: "emeranî rabbî" (Rabbim bana emretti); digerinde "nehânî rabbî" (Rabbim bana yasak kildi), yaziliydi. Üçünçüsü ise bostu.
Yapacagi is konusunda karar veremeyen kisi, ezlâm isiyle görevli kimse araciligi ile bu oklardan birini çekerdi. Birinci ok çikarsa, tasarladigi isi yapar, ikincisi çikarsa o isten vazgeçerdi. Üçüncüsü çikarsa, o isi bir yil erteler, ertesi sene fali yenilerdi.
10- Nezâre: Bir yerden baska bir yere nakledilecek esyayi kontrol ve muâyene ettikten sonra "tasima ruhsati" verme görevidir.
Araplar arasinda her biri büyük bir seref sayilan bu hizmet ve görevlerin hepsi Kusayy'in elinde toplanmisken daha sonra Kureys arasinda dagilmistir.
b) Zemzem Suyu
Hz. Ibrâhim, Milâttan yaklasik 2000 yil kadar önce, Irak'ta Sümer sehirlerinden "Ur" sitesinde dünyaya geldi. Peygamber olduktan sonra, halki tek Allah'a imâna dâvet ettigi için, Bâbil Hükümdâri Nemrut tarafindan atese atildi. Fakat Allah'in emri ile ates onu yakmadi.(9) Kendisine imân eden Ibrâni'lerle Filistin'e göçtü. Birara Misir'a gitti, orada da kendisine imân eden kimse bulamadigi için, tekrar Filistin'e döndü.
Hz. Ibrâhim, karisi Hâcer ile henüz annesini emmekte olan oglu Hz. Ismâil'i Allah'in emri ile Filistin'den alip, Mekke'ye, Kâbe'nin bulundugu yere ***ürdü. Onlara bir dagarcik hurma ve bir kirba su birakarak yanlarindan ayrilip Filistin'e döndü. O esnâda, henüz Kâbe yapilmamis, Mekke sehri kurulmamisti. Etrâfta ne insan, ne su, ne de hayat isâreti vardi.
Hz. Ibrâhim, esi ve çocugundan ayrilip onlari göremeyecek kadar uzaklastiktan sonra, Kâbe'nin bulundugu yere yönelerek:
"Rabbimiz, zürriyetimden bir kismini senin kutsal evinin yaninda, ekin bitmez (çorak), bir vâdi içinde yerlestirdim. Rabbimiz, (beyt'inde) namaz kilmalari için, insanlardan bir kisminin gönüllerini onlara meylettir, sükretmeleri için onlari meyvelerle riziklandir..."(10) diye duâ etti ve uzaklasip gitti.
Yanlarindaki hurma ve su bittikten sonra, Hâcer çocugunu oldugu yerde birakip, bir can yoldasi görebilmek ve birkaç yudum su bulabilmek ümidiyle Safâ ile Merve tepeleri arasinda gidip geldigi esnâda bir melek, ökçesiyle Zemzem suyunu ortaya çikarmisti. Hâcer bu sudan kana kana içti, çocugunu emzirdi ve Allah'a hamdetti.
c) Mekke Sehrinin Kurulmasi
Hz. Ismâil, daha sonra bu bölgeye yerlesen "Cürhümîler" den bir kizla evlendi. Kendisi Ibrânî, Cürhümîler Yemenli Âribe (halis) Arablarindandi. Bu sebeple Ismâilogullarina "müsta'rabe (arablasmis) arablari" denilir.
Yemen'de "Seylü'l-arim"(11) denilen sel felâketinden sonra bu bölgeye gelen Huzâa Kabîlesi, Ismâilogullarinin da yardimi ile, Cürhümîleri Mekke'den sürüp çikardilar. Cürhümîler, Kâbe'ye hediye edilmis olan altin geyik heykelleri ile diger kiymetli esyayi Zemzem kuyusuna atip, üzerini toprakla doldurduktan sonra, kuyuyu belirsiz hâle getirerek Mekke'den kaçtilar. Bu yüzden Zemzem kuyusu uzun müddet kapali kaldi.
Mekke bölgesinin hâkimiyeti ve Kâbe muhafizligi üç asir kadar Huzâalilarda kaldiktan sonra Kilâb (Hâkim)' in oglu Kusayy, milâdî 5 inci asirda Kâbe muhafizligini ele geçirdi. Kureys'in basina geçerek, Huzâalilari bu bölgeden çikardi. Kâbe'nin etrâfinda bugünkü Mekke sehrini kurdu. Ölümünden sonra kabîle baskanligi ve Kâbe muhâfizligi oglu Abdimenâfa, ondan da oglu Hâsim'e kaldi. Hasim ticâret için gittigi Sam seferinde Gazze'de ölünce, rifâde (ziyâretçileri agirlama ve barindirma) ve ***aye (ziyâretçilere su temin etme) vazifelerini küçük kardesi Muttalib üzerine aldi.
d) Seybe'nin adi Abdülmuttalib kaldi
Hâsim, Medine'de Hazrec kabîlesinin Neccâr ogullari kolundan Amr kizi Selmâ ile evlenmis, "Seybe" adinda bir oglu olmustu. Selmâ Medine'den ayrilmadigindan, Seybe de Medine'de dayilarinin yaninda büyümüstü. Hâsim'in vefâtindan sonra, amcasi Muttalib O'nu Mekke'ye getirdi. Mekkeliler Muttalibin yaninda tanimadiklari bir çocuk görünce, Seybeyi Muttalib'in kölesi sanarak, Ona "Abdülmuttalib" dediler. Bu yüzden Seybe, Abdülmuttalib adiyla anildi.
e) Iki Kurbanligin Oglu
Abdülmuttalib, 10 oglu oldugu takdirde, bunlardan birini Allah için kurban etmeyi adamisti.(12) Bu eski âdet, bize Hz. Ibrâhim'in gördügü bir rüyâ üzerine oglu Hz.Ismâil'i kurban etmek istemesini(13) hatirlatmaktadir.
Abdülmuttalib, çesitli zevcelerinden 10 oglu olunca aralarinda kur'a çekerek adagini yerine getirmek istedi. Kur'a sonucuna göre, ileride Rasûlullah (s.a.s.)'in babasi olacak olan Abdullah'in kurban edilmesi gerekiyordu. Bir arrafe (kadin kâhin)nin tavsiyesine uyularak, belirli sayida deve ile Abdullah arasinda kur'a çekildi. Kur'a Abdullah'a düstükçe, develerin sayisi onar onar arttirilarak, yeniden çekildi. 10 deve ile baslayan kur'a çekimi, develerin sayisi 100 olunca nihâyet develere isâbet etti.(14) Böylece Abdullah'in yerine 100 deve kurban edildi. Bu olaya ve neslinden geldigi Hz. Ismail'in kurban edilmesi tesebbüsüne isâretle Rasûlulllah (s.a.s.) Efendimizin:
"Ben iki kurbanligin ogluyum" (15) buyurdugu nakledilmistir. O zamana kadar 10 deve olan diyet (öldürülen bir kimsenin kan bedeli) de, bu olaydan sonra, 100 deveye yükselmistir.(16) Islâm Hukuku'nda kan bedelinin 100 deve olmasi, zamanla örf hâline gelen bu olaya dayanmaktadir.
f) Zemzem Kuyusunun Temizlenmesi
Muttalib'in ölümünden sonra, kabîle baskanligi ile Rifâde ve ***âye hizmetleri Abdülmuttalib'e verilmisti. Abdülmuttalib, Zemzem'in yerini bulup yeniden kazdirdi. Cürhümîlerin Mekke'den kaçarken kuyuya attiklari altin geyik heykelleri, kiliç ve zirhlar çikarilarak kuyu temizlendi. Zemzem kuyusunun idâresi, Abdülmüttalibogullarinda kaldi.
--------------------------------------------------------------------------------
3- FIL VAK'ASI (Ebrehe'nin Kâbe'ye Saldirmasi) (571 M.)
Habesistan Kiralligi'nin Yemen Vâlisi Ebrehe, Hristiyanligi Arabistan'da yaymak ve Araplari Kâbe ziyâretinden vazgeçirmek için, San'a'da muhtesem bir kilise yaptirmisti. Fakat, Araplardan bu kiliseye ilgi gösteren olmadi. Üstelik, Kinâne Kabîlesi'nden bir Arap, bir gece gizlice kilise içine pisledi. Ebrehe bunu bahâne ederek büyük bir ordu ile Kâbe'yi yikmak üzere Mekke üzerine yürüdü. Araplarin bu orduya karsi koyabilecek güçleri yoktu. Mekkeliler sehri bosaltarak etraftaki daglara çekildiler.
Ebrehe, Mekke yakinlarinda karargâhini kurdu. Kureys Kabîlesinin reisi olan Abdülmuttalib'e elçi göndererek, kan dökmek üzere degil, sâdece Kâbe'yi yikmak için geldigini bildirdi. Bu esnâda Ebrehe'nin öncü kuvvetleri Mekkelilerin sürülerini yagmalayip ordugâha ***ürmüslerdi. Bunlar arasinda Abdülmuttalib'in de yüz devesi vardi. Abdülmuttalib, Ebrehe'ye giderek yagmalanan sürülerin geri verilmesini istedi. Ebrehe:
-"Ben, Kâbe'yi yikmamam için ricâya geldigini sanmistim. Görüyorum ki sen, develerinin derdindesin, bunu sana yakistiramadim..." deyince, Abdülmuttalib büyük bir vakarla:
-" Ben, develerin sâhibiyim, onlari istiyorum. Kâbe'nin de sâhibi var. O'nu sâhibi koruyacaktir" diye cevap vermisti. Bu cevap karsisinda Ebrehe, Abdülmuttalib'in develerini ve Mekkelilerin yagmalanan bütün mallarini geri verdi.
Kur'an-i Kerîm'de de açiklandigi üzere, Ebrehe amacina ulasamadi. Kâbe'yi yikmak üzere hücûma geçilecegi sirada, Ebrehe'nin her seferinde berâberinde bulundurdugu Mamut adli büyük fil ile diger filler her türlü çabaya ragmen, diz çöküp olduklari yerde kaldilar; Kâbe cihetine yürümediler. Bu esnâda gök yüzünde beliren sürü sürü kuslar, agizlarinda ve pençelerinde tasidiklari küçük taslari Kâbe'ye hücûma hazirlanan askerlerin üzerine biraktilar. Ebrehe'nin büyük ordusu bir anda perisan oldu.(17) Büyük bir kismi orada telef oldu. Kaçip kurtulabilen askerlerin bir kismi ile Ebrehe San'a'ya döndü ise de, yakalandigi hastaliktan kurtulamayarak çok geçmeden öldü.
Ordu'nun önünde yürüyen filler sebebiyle, tarihte bu hâdiseye "Fil Vak'asi", bu olayin meydana geldigi seneye de "Fil Yili" denilmistir.
(17) "Kâbe'yi yikmaga gelen fil sâhiplerine, Rabbinin ne ettigini görmedin mi? Onlarin kötü plânlarini (hile ve düzenlerini) bosa çikarmadi mi? Onlarin üzerine sert taslar atan sürü sürü kuslar gönderdi. Sonunda onlari yenilmis ekin yapragi gibi yapiverdi". (Fil Sûresi, 1-5)
Rasûlllah (s.a.s.) Efendimiz, Fil Vak'asi'ndan 52 gün kadar sonra dünyaya geldigi için bu olayi görmemisti. Fakat bu Sûre indigi esnâda bu olay o kadar iyi biliniyordu ki, hayatta olanlardan, olayi görmemis olanlar da sanki görenler kadar olaydan haberdardi. Bu sebeple Hz. Muhammed (s.a.s.) olay sirasinda henüz dünyaya gelmemis oldugu halde "görmedin mi?" buyrulmaktadir. Burada görmek , "bilmek ve duymak" anlaminda kullanilmistir.
BIRINCI KISIM
HZ.MUHAMMED (S.A.S)'IN PEYGAMBERLIKTEN ÖNCEKI HAYÂTI
" Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik".
(el-Enbiyâ Sûresi, 107)
l- HZ. MUHAMMED (S.A.S)'IN ÇOCUKLUK DÖNEMI
1- DOGUMU:
Hz. Muhammed (s.a.s.) Milâddan sonra 571 senesi, Fil Yili'nda, 12 Rebiülevvel (20 Nisan) pazartesi gecesi sabaha karsi, Mekke'nin dogusunda bulunan "Hâsimogullari Mahallesi"nde, babasindan kendisine mirâs kalan evde dogdu. Araplarin takvim basi olarak kullandiklari "Fil Vak'asi", Peygamberimiz (s.a.s.)'in dogumundan 52 gün kadar önce olmustu.(18)
Abdülmuttalib, torununun dogumu serefine verdigi ziyâfette çocugun adini soranlara:
"Muhammed adini verdim. Dilerim ki, gökte Hakk, yeryüzünde halk, O'nu hayirla yâdetsinler..." cevâbini verdi. Annesi de "Ahmed" dedi. (Muhammed, üstünlük ve meziyetleri anilarak çok çok övülüp senâ edilen; Ahmed de Cenab-i Hakk'i yüce sifatlari ile öven, hamdeden kimse demektir.(19) Islâm târihçileri, Peygamberimiz (s.a.s.)'in dogdugu gece bir takim olaganüstü olaylarin meydana geldigini naklederler. O gece Iran Kisrâsi (Hükümdari)'nin Medâyin sehrindeki sarayinin 14 sütûnu yikilmis, mecûsîlerin Iran'da Istahrâbat sehrinde bin yildan beri yanmakta olan "atesgede"leri sönmüs, Sâve (Taberiyye) gölü yere batmis, bin yildan beri kurumus olan Semâve deresi'nin sulari tasmis, mecûsîlerin büyük bilgini Mûdibân korkunç bir rüya görmüs, Kâbe'deki putlarin yüz üstü devrildikleri görülmüstü. Gerçekten O'nun dogmasi ile bütün dünyada hüküm sürmekte olan cehâlet ve küfür atesi sönmüs, putperestlik yikilmis, zulmün baskisi son bulmustur.
2- SOYU (NESEBI)
Peygamberimiz Hz.Muhammed (s.a.s.)'in babasi, Abdülmuttalib'in oglu Abdullah; annesi ise Vehb'in kizi Âmine'dir. Babasi Abdullah, Kureys Kabîlesinin Hâsimogullari kolundan, annesi Âmine ise Zühreogullari kolundandir. Her ikisinin soyu, bir kaç batin yukarida, "Kilâb"da birlesmektedir. Her ikisi de Mekke'lidir.
Peygamber (s.a.s.) Efendimiz, Hz.Ibrâhim'in büyük oglu Hz. Ismâil'in neslindendir. Soyu Adnân'a kadar kesintisiz bellidir.(20) Adnân ile Hz.Ismâil arasindaki batinlarin sayisinda neseb bilginleri ihtilâf etmislerdir.(21)
Peygamber (s.a.s.) Efendimizin soyu, çok temiz ve çok serefli bir neseb zinciridir. Bir hadisi serifte Rasûl-i Ekrem Efendimiz:
"Ben devirden devire, (nesilden nesile, âileden âileye) seçilerek intikal eden Âdemogullari soylarinin en temizinden naklolundum, sonunda içinde bulundugum 'Hâsimogullari' âilesinden nes'et ettim", buyurmustur.(22)
Diger bir hadisi serifte bu seçilme isi söyle anlatilmistir.
"Allah, Hz Ibrâhim'in ogullarindan Hz. Ismâil'i, Ismâilogullarindan Kinâneogullarini, Kinâneogullarindan Kureysi, Kureysden Hâsimogul-larini, Hâsimogullarindan da beni seçmistir." (23)
Bir baska hadis-i serifinde de Rasûl–i Ekrem Efendimiz söyle buyurmustur:
"Allah beni, dâima helâl babalarin sulbünden, temiz analarin rahmine naklederek, sonunda babamla annemden izhâr etti. Âdem'den, anne-babama gelinceye kadarki nesebim içinde nikâhsiz birlesen olmamistir". (24)
Hz. Muhammed (s.a.s.)'in dogumundan iki ay kadar önce babasi Abdullah, Suriye seyâhatinden dönerken Yesrib (Medine)'de hastalanarak 25 yasinda vefât etmis ve orada defnedilmisti. Peygamberimiz (s.a.s.)'e, babasindan mirâs olarak bes deve, bir sürü koyun, dogdugu ev ve künyesi Ümmü Eymen olan Habesli Bereke adli bir câriye kalmistir.(25)
3- HZ. MUHAMMED (S.A.S.) SÜT ANNE YANINDA
Baslangiçta çocugu (3 veya 7 gün) annesi Âmine emzirdi.(26) Sütü yetmedigi için, daha sonra amcasi Ebû Leheb'in azatli câriyesi Süveybe tarafindan emzirildi.(27)
Fakat Hz. Muhammed (s.a.s.)'in devamli süt annesi Hevâzin Kabîlesinin Sa'doglullari kolundan Halîme oldu.
Mekke'nin havasi agir oldugu için, Mekkeliler yeni dogan çocuklarini çölden gelen süt annelere verirlerdi. Çöl ikliminde çocuklar hem daha gürbüz yetisiyor, hem de bozulmamis (fasih) Arapça ögreniyorlardi. Hz. Muhammed (s.a.s.)'de bu âdete göre süt annesi Halîme'ye verildi. Halîme, yetim bir çocugu emzirmenin kârli bir is olmayacagi düsüncesiyle, baslangiçta tereddüt göstermisse de, daha sonra bu çocugun evlerine ugur ve bereket getirdigini görmüs ve O'nu öz çocuklarindan daha çok sevmistir. Süt kardesi Seyma da bakiminda annesine yardimci olmustur.(28)
Hz.Muhammed (s.a.s.) süt annesi ve süt kardesleri ile sonraki yillarda dâima ilgilenmistir. Halîme kendisini ziyârete geldigi zaman onu "anacigim" diyerek karsilamis, altina elbisesini yayarak, saygi göstermistir.(29)
Hz. Muhammed (s.a.s.) dört yasina kadar, süt annesinin yaninda çölde kaldi. Dört yasinda Halîme çocugu Mekke'ye ***ürerek annesine teslim etti. Islâm târihçileri, bu esnada "sakk-i sadr" (gögüs açma) olayinin meydana geldigini, çocukta görülen bu gibi olaganüstü hallerin Halîme'yi endiselendirdigini, bu yüzden çocugu annesine teslime mecbûr kaldigini naklederler.(30)
4- MEDINE ZIYÂRETI
Hz. Muhammed (s.a.s.) dört yasindan alti yasina kadar, öz annesi Âmine ile kaldi, O'nun sefkat ve ihtimâmi ile yetisip büyüdü. Alti yasinda iken, babasinin Medine'de bulunan kabrini ziyâret etmek üzere, annesi ve sadik hizmetçileri Ümmü Eymen'le beraber Medine'ye gittiler. Medine'deki akrabalari Neccârogullarinda bir ay kadar misâfir kaldilar. Dönüste, Medine'nin 23 mil güneyinde Ebvâ Köyü'nde Âmine hastalandi.(31) Henüz dogmadan babasindan yetim kalmis olan Hz. Muhammed (s.a.s.) alti yasinda iken annesinden de öksüz kaliyordu. Bu aciyi bütün varligi ile hisseden anne, oglunu sefkat dolu gözlerle süzdü. Bagrina basip uzun uzun öptü. Masûm yüzüne bakarak
"Her yeni eskiyecek, her fâni yok olup gidecek,
Ben de ölecegim, fakat buna gam yemem,
Namimi ebedi kilacak hayirli bir halef birakiyorum..." anlamina bir siir söyledi. Bu sözlerden sonra vefât etti.(32)
Annesinin ölümünden sonra çocugu Ümmü Eymen Mekke'ye ***ürüp dedesi Abdülmuttalib'e teslim etti.
Alti yasindan sekiz yasina kadar, çocuga dedesi Abdülmuttalib bakti. Abdülmuttalib seksen yasini geçmis bir ihtiyârdi. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz sekiz yasinda iken dedesi de öldü. Ölürken, on oglu içinden Hz. Muhammed (s.a.s.) Efendimizin yetistirilmesini, öz amcasi Ebû Tâlib'e birakti.(33/1)
Yillar sonra, Hicret'in 6'inci yili Hudeybiye Barisi dönüsünde Rasûlullah (s.a.s.) Efendimiz, annesinin kabrini ziyâret edip, teessürle gözyasi döktü.
Annemin bana olan sefkatini hatirlayarak agladim, buyurdu. (33/2)
BIR GECE
Ondört asir evvel, yine böyle bir geceydi,
Kumdan, ayin ondördü bir Öksüz çikiverdi!
Lâkin, o ne hüsrândi ki: Hissetmedi gözler;
Kaç bin senedir, halbuki beklesmedelerdi!
Nerden görecekler? Göremezlerdi tabiî
Bir kerre, zuhûr ettigi çöl, en sapa yerdi.
Bir kerre de, mâmûre-i dünyâ, o zamanlar.,
Buhranlar içindeydi, bugünden de beterdi.
Sirtlanlari geçmisti beser yirticilikta;
Dissiz mi bir insan, onu kardesleri yerdi!
Fevzâ bütün âfâkina sarmisti zemînin.
Salgindi, bugün Sark'i yikan, tefrika derdi.
Derken büyümüs, kirkina gelmisti ki Öksüz,
Baslarda gezen kanli ayaklar suya erdi!
Bir nefhada insanligi kurtardi O Mâsum,
Bir hamlede kayserleri, kisrâlari serdi!
Aczin ki, ezilmekti bütün hakki, dirildi;
Zulmün ki, zevâl aklina gelmezdi, geberdi!
Âlemlere rahmetti, evet, ser–i mübîni,
Sehbâlini, adl isteyenin yurduna gerdi.
Dünya neye sâhipse, O'nun vergisidir hep;
Medyûn O'na cem'iyyeti, medyûn O'na ferdi.
Medyûndur O mâsûm'a bütün bir beseriyyet...
Yârab, bizi mahserde bu ikrâr ile hasret.
Mehmed Âkif ERSOY
--------------------------------------------------------------------------------
(18) Siyer ve Islâm Târihi müellifleri, Rasûlüllah (s.a.s.)'in dogumunun Rebiülevvel ayinda bir pazartesi günü sabaha karsi oldugunda genellikle ittifak etmislerse de, ayin kaçinci günü oldugu konusunda birlesememislerdir.
Rasûlüllah (s.a.s.) 1 Rebiülevvel 11 H./27 Mayis 632 M. târihine rastlayan Pazartesi günü ögleden sonra vefât etmistir. (Bkz. Tecrid Tercemesi,9/298 ve 11/5-6) Sahih hadislerde, Peygamber (s.a.s.) Efendimiz'in 63 yasinda vefât ettigi belirtilmistir (Bkz. Tecrid Tercemesi, 9/298, Hadis No. 1442 ve 11/33, Hadis No.1671)
Rasûlüllah (s.a.s.)'in, Hz. Mâriye'den olan oglu Ibrâhim'in vefât ettigi gün, günes tutulmustu. (Bkz. Buhârî, 2/29-30; Tecrid Tercemesi, 3/428, Hadis No. 547) Misir'li Muhammed Felekî Pasa, yaptigi hesaplama ve arastirma sonucu, bu tutulma olayinin, Milâdi 632 yilinin 7 Ocak günü saat 8.30'a rastladigini tesbit etmistir. Rasûlüllah (s.a.s.)'in vefâti, 1 Rebiülevvel 11 H/27 Mayis 632 M. Pazartesi günü olduguna göre, Muhammed Felekî Pasa bu tarihten 63 kameri yil geri giderek, Rasûlüllah (s.a.s.)'in dogumunun 9 Rebiülevvel/20 Nisan 571 veya 2 Rebiülevvel/13 Nisan 571 pazartesi olmasi gerektigi sonucuna varmistir. (Bkz. Asr-i Saadet 1/191).
(19) Peygamberimizin en meshûr ve Kur'an-i Kerim'de geçen isimleri; "Muhammed" ve "Ahmed"dir. Muhammed (s.a.s.) ismi Kur'ân-i Kerîm'de 4 yerde (Âl-i Imrân Sûresi 144, Ahzâb Sûresi 40, Muhammed Sûresi 2 ve Fetih Sûresi 19); Ahmed ismi ise 1 yerde (Saf Sûresi, 6) geçmektedir.
Fetih Sûresinde bu ism–i serif, ayrica "Rasûlüllah" olarak vasiflanmistir. Saf Sûresinin 6. âyetinde ise:
"Meryem oglu Isâ: Ey Isrâilogullari! Dogrusu ben, benden önce indirilen Tevrât'i tasdik edici, benden sonra gelecek ve adi Ahmed olacak bir peygemberi de müjdeleyici olarak, Allah'in size gönderilmis bir peygemberiyim demisti..." buyrulmustur.
Bu ayet-i celilede Hz. Isâ'nin, kendinden sonra "Ahmed" adinda bir peygamberin gelecegini müjdeledigi bildirilmektedir.
Bugün elimizde, Hz. Isâ'ya indirilen Incil'in orjinal nüshasi bulunmayip, ondan çok sonraki târihlerde kaleme alinmis muharref nüshalar bulundugundan Hz. Isâ tarafindan verilen bu müjdenin aslini bugünkü Incillerde aynen bulmak mümkün olmamaktadir. Ancak Yunanca'dan Türkçe'ye çevrilen Yuhanna Incili'nin 14. babi'nin 26 âyeti söyledir:
"Baba'dan size gönderecegim "Tesellici", "Babadan çikan hakikat Ruhu geldigi zaman benim için o sehâdet edecektir."
Burada geçen "Tesellici" kelimesi, Incilin Yunancasinda "Faraklit" dir. Incil'in eski Arapça tercemelerinde bu kelime "Hammâd" veya "Hâmid" olarak terceme edilmistir. Nitekim bir kisim Hiristiyan bilginleri de bu kelimeyi "Hammâd, yani çok hamd eden kimse olarak açiklamislardir ki asagi yukari "Ahmed" anlamindadir.
Incil'deki "Faraklit" kelimesini "Tesellici" diye terceme etmis de olsalar, Hz. Isâ ile Hz. Muhammed (s.a.s.) arasinda bilinen bir peygamber bulunmadigina ve günümüze kadar da zuhûr etmedigine göre, Hz. Isâ'nin gönderilecegini bildirdigi "Tesellici" veya "Faraklit" Rasûlüllah (s.a.s.) den baska kim olabilir? (Bkz. Tecrid Tercemesi, 9/291-293, Hadis No: 1439 ve izâhi.)
Buhârî'nin Cübeyr b. Mut'im'den rivâyetine göre, Hz. Peygamber (s.a.s)'in eski kutsal kitaplarda, eski ümmetlerce bilinen üç adi daha vardir: Mâhi, Hâsir, Âkib. Bu konuda söyle buyurmustur:
"Bana âit bes yüce isim vardir. Ben Muhammed ve Ahmed'im. Ben Mâhi'yim, ki Allah benim (nübüvvetim)le küfrü izâle edecektir. Ben Hâsir'im ki (kiyamet gününde) insanlar benim ardimdan hasrolunacaklardir. Ben Âkib'im, Çünkü peygamberlerin sonuyum. (Buhârî 4/11;Tecrid Tercemesi, 9/291, Hadis No: 1439; Müslim, 4/1827, Hadis No: 2354. Rasûlüllah (s.a.s.)'in diger isimleri için bkz. Tecrid Tercemesi, 9/291-294 ve 10/43)
(20) Hz. Muhammed (s.a.s.)'in Adnân'a kadar kesintisiz bilinen nesebi sirasiyla söyledir: Abdullah, Abdülmuttalib, Hâsim, Abdümenâf, Kusayy, Kilâb, Mürre, Kâab, Lüey, Galib, Fihr (Kureys), Mâlik, en-Nadr, Kinâne, Huzeyme, Müdrike, Ilyâs, Mudar, Nizâr, Meadd, Adnân, (el-Buhârî, 4/238; Ibn Hisâm, 1/1-2)
Annesinin nesebi de söyledir: Vehb, Abdümenâf, Zühre, Kilâb, Mürre... Görüldügü üzere her iki tarafin nesebi Kilâb'da birlesmektedir. (Ibn Hisam, 1/115)
(21) Aynî, Umdetü'l-Karî, 8/54; Tecrid Tercemesi, 10/43; Asr-i Saâdet, 1/178-179
(22) El-Buhârî, 4/166; Tecrid Tercemesi, 9/316 (Hadis No: 1454) ve 10/44
(23) Müslim, 4/1782 ( Hadis No: 2276); Tirmizi, 5/583 (Hadis No: 3605); Tecrid Tercemesi 10/44
(24) Bkz. Ibn Kesir, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 2/255-256, Tecrid Tercemesi, 10/44;
Târih-i Din-i Islâm, 2/5
(25) Asr-i Saâdet, 1/187
(26) Târih-i Din-i Islâm, 2/16
(27) Ibnü'l-Esir, el-Kâmil, 1/459; Ibn Sa'd, Tabakat 1/108
(28) Ibnü'l-Esir, a.g.e., 1/460
(29) Mansur Ali Nâsif, et-Tâc, 5/6, Kahire, 1382/ 1962 (Ebû Dâvud'dan)
(30) Bkz. Ibn Hisâm, 1/174; Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 461-462; Hamîdullah, Islâm Peygamberi 1/40
Rasûlüllah (s.a.s.)'in hayatinda sakk-i sadr olayi bir kaç defa olmustur. Ilki, süt annesi Halîme'nin yaninda iken meydana gelmistir. Melekler, gögsünü açip, "iste seytanin sendeki nasibi" diyerek bir pihti çikarip atmislardir. (Müslim, 1/147 K. Imân B. 74, Hadis No: 261). Ilk vahyin gelisinden önce de, vahyin agirligina dayanabilmisi için, sakk-i sadr olayinin tekrarlandigi rivâyet edilmistir. Mirâc mucize'sinden önce de Cebrâil (a.s.) Rasûlüllah (s.a.s.)'in gögsünü açip "zemzem suyu" ile yikadiktan sonra imân ve hikmet doldurmustur. (Tecrid Tercemesi, 2/227, Hadis No: 227 ve izâhi)
(31) Ibn Hisâm, 1/177; Tecrid Tercemesi, 4/699
(32) Târih-i Din-i Islâm, 2/23; Tecrid Tercemesi, 2/699
(33/1) Abdülmuttalib'in çesitli zevcelerinden 10 oglu ve 6 kizi vardi. Bunlar içinde Hz. Ali'nin babasi Ebû Tâlib ile Peygamberimiz (s.a.s)'in babasi Abdullah ana baba bir kardesti. (Asr-i Saâdet 1/ 197; Târihi-i Din-i Islâm, 2/27)
Ogullari: Abbâs, Hamza, Abdullah, Ebû Tâlib (asil adi Abdimenâf) Zübeyr, Hâris, Hacl, Mukavvim, Dirar, Ebû Leheb (asil adi Abduluzza) dir. Kizlari ise: Safiyye, Ümmü Hakim el- Beyda, Âtike, Ümeyme, Eravâ, Berre. (Ibn Hisâm, 1/113)
(33/2) Ibn Sa'd, et-Tabakat, 1/116-117; Tecrid Tercemesi, 4/683
Kelime Açiklamalari:
Hasrân: Sapiklik, aldanma-Mamûre-i dünya: Dünyada insanlarin yasadigi yerler, kalkinmis ülkeler-Beter: daha kötü-Beser: Insan cinsi, bütün insanlar-Dissiz: (burada) güçsüz, zayif, kimsesiz-Fevza: Kargasa, anarsi-Âfak: Ufuklar-Ufuk: Uzaklara bakildiginda yeryüzünün gökyüzüyle birlesmis gibi görünen yeri-Zemin: Yeryüzü. Sark: Dogu ülkeleri-Tefrika: Fikir ayriligi-Nefha: Üfürme-Mâsûm: Günahsiz-Hamle: Atilma, saldirma-Kayser: Bizans imparatorlarina verilen ünvan-Kisrâ: Iran hükümdarlarina verilen ünvan-Acz: Güçsüzlük- Zevâl: Yok olma-Ser'i mübin: Islâm dini-Sehbal: kanat, kanattaki uzun tüyler-Adl: adalet-Medyûn: Borçlu-Beseriyyet: Insanlik-Mahser: Kiyâmette insanlarin toplanacagi yer-Hasretmek: Kiyâmet günü insanlari dirildikten sonra mahserde toplamak.
1- EBÛ TÂLIB'IN HIMÂYESI
Peygamberimizin hayâtinin sekiz yasindan yirmibes yasina kadar olan dönemine "gençlik devresi" denilir. Bu devrede Rasûlullah (s.a.s.) amcasi Ebû Tâlib'in yaninda, onun himâyesi altinda bulunmustur.
Ebû Tâlib, zeki ve âlicenâb bir zâtdi. Zengin olmamakla beraber, asâleti ve âlicenâpligi sebebiyle herkesten saygi görüyordu. Yegeni Hz. Muhammed'i çok seviyor, hiç yanindan ayirmiyordu.
2- SEYÂHATLERi
a) Sam Seyâhati
Mekke iklimi zirâate elverisli olmadigindan, Mekkeliler ticâretle ugrasirlar, çocuklarini da ticârete alistirirlardi. Ticâret için kervanlarla, yazin Sam'a, kisin Yemen'e seyâhet ederlerdi. Ebû Tâlip de diger Mekkeliler gibi kervan ticâreti yapiyordu. Bir defasinda Sam'a giderken, Hz. Muhammed (s.a.s.)'e amcasindan ayrilmak zor geldi; kendisini de yaninda ***ürmesini istedi. Ebû Tâlib çok sevdigi yegenini kirmadi. O'nu da kafileyle beraberinde ***ürdü. Bu esnâda henüz oniki yasindaydi.
Sam'in 90 km. kadar güneyinde Busrâ (Eski Sam) denilen kasabada "Bahîra" adinda bir Hiristiyan râhibi vardi. Kasabaya ugrayan kervanlarla hiç ilgilenmedigi halde, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in içinde bulundugu kervani karsilayarak bütün kafileye bir ziyâfet verdi. Bahîra okudugu kutsal kitaplardan edindigi bilgilerle, Hz Muhammed (s.a.s.)'in simâsindan, O'nun istikbâlini sezmisti. O'nunla konustu. Sorular sordu. Aldigi cevâplar, kanâatini kuvvetlendirdi. Sam yolculugunun bu çocuk için tehlikeli olacagini düsündü. Ebû Tâlib'e:
-"Bu çocuk son Peygamber olacaktir. Sam Yahûdîleri içinde O'nun alâmet ve vasiflarini bilen kâhinler vardir. Tanirlarsa, ihânet ve kötülüklerinden korkulur. Bu çocugu Sam'a ***ürmeyiniz..."dedi. Bu sözler üzerine Ebû Tâlib Sam'a gitmekten vazgeçti. Alisverisini burada bitirip, geri döndü.(34)
Son Peygamberin gelecegi ve O'nun bir çok vasiflari Tevrât ve Incil'de bildirilmisti. Bu sebeple, Yahûdî ve Hristiyan bilginleri, O'nun alâmetlerini ve vasiflarini biliyorlardi. Hicretten sonra Müslüman olan Medineli Yahûdi âlimi Abdullah Ibn Selâm'in "Tevrat'ta Hz. Muhammed (s.a.s.) ve Hz. Isa (a.s.)'in sifatlari vardir" dedigini, "Kütüb-i Sitte" denilen alti güvenilir hadis kitabindan Tirmizi'nin es-Sünen'inde rivâyet edilmistir."(35)
Gülünç Bir Iddiâ
Hz. Muhammed (s.a.s.)'in 12 yasinda yaptigi bu seyâhatta râhip Bahîra ile görüsmesini, bazi Hiristiyan yazarlar, Hiristiyanligin bir zaferi gibi göstermek istemisler, Peygamberimiz (s.a.s.)'in bütün dinî esaslari bu râhipten ögrendigini iddia etmislerdir.
Bu iddia son derece gülünç ve tutarsizdir. Oniki yasindaki bir çocugun, Islâm gibi mükemmel bir dinin esaslarini bir kaç saatlik görüsme esnâsinda ögrenmesi mümkün degildir. Bu râhip bu esaslari bilseydi, kendisi teblig ederdi. Eger burada böyle bir konu konusulsaydi, kafilenin gözü önünde yapilan bu konusma agizdan agiza yayilirdi. Peygamberligini ilân ettigi zaman inanmayanlar, "bunlar Bahîra'nin sözleri" demezler miydi? Üstelik Islâmiyet, Hiristiyanlarin "teslis" (üçlü tanri sistemi) inancini tamâmen reddetmis "Tevhid inancini" getirmistir. Görüldügü üzere, bu iddia son derece çürük ve çirkin bir iftirâdan baska bir sey degildir.
b) Yemen Seyâhati
Hz. Muhammed (s.a.s.) 17 yasinda iken de, diger bir ticâret kafilesi ile amcalarindan Zübeyr ve Abbâs'la birlikte Yemen'e gidip gelmistir.(36)
3- FICÂR SAVASINA KATILMASI
Müslümanliktan önce (Câhiliyet Döneminde) Araplar arasinda iç savaslar ek*** olmazdi. Yalnizca "Eshür-i hurum" denilen dört ayda savasmak haram sayilirdi. Bu dört ayda (Zilka'de, Zilhicce, Muharrem, Receb) savas yapilacak olursa fâcirane sayildigi için buna "Ficâr Savasi" denirdi.
Kureys kabîlesi ile Hevâzin kabîlesi arasinda kan davasi yüzünden bir savas baslamis, dört yil sürmüstü. Savas, kan dökülmesi haram olan aylarda da devâm ettigi için "Ficâr Savasi" denildi.
Peygamberimiz (s.a.s.) yirmi yaslarinda iken bu savasa amcalari ile birlikte katildi. Fakat kimseye ok atmamis, kimsenin kanini dökmemistir. Sâdece karsi taraftan atilan oklari toplayip, amcalarina vermistir.(37)
4- HILFU'L-FUDÛL CEMIYETINDE ÜYELIGI
Uzun süren Ficâr savasi esnâsinda Mekke'de âsâyis bozulmus, can ve mal güvenligi kalmamisti. Özellikle disaridan mal getiren yabancilarin mallari yagmalaniyordu.
Vâil oglu Âs, Mekke'ye gelen Yemen'li bir tâcirin bütün malini gasbetmis, haksiz olarak elinden almisti. Yemen'li, Ebû Kubeys dagina çikarak ugradigi haksizliga karsi, bütün kabîleleri yardima çagirdi. Yemenlinin bu feryâdi üzerine Peygamberimiz (s.a.s.)'in amcasi Zübeyr, Kureysin bütün ileri gelenlerini çagirdi. Hâsimogullari, Zühreogullari, Esedogullari, Temimogullari, Abdülluzzaogullari, Zübeyrin dâvetine icâbet ederek, Beni Temîm'den Cüd'ân oglu Abdullah'in evinde toplandilar."Mekke'de zulmü önlemege yerli-yabanci hiç kimseye karsi haksizlik ettirmemege" karar verdiler. Haksizliga ugrayan kimselere yardim edeceklerine yemin ettiler. Yemenlinin hakkini Âs'tan alip geri verdiler. Mekke'de âsâyisi yoluna koydular.
Vaktiyle, Cürhümîler zamaninda Fadl b. Hâris,, Fudayl b. Vedâa ve Mufaddal b. Fedâle isimlerinde üç kabîle baskani, kabîleleri ile toplanarak,"Mekke'de zulme meydan vermeyecegiz, zayiflarin hakkini adâlet üzere alacagiz..."(38) diye yemin etmislerdi. Onlarin bu yeminlerine "Hilfu'l-fudûl" (Fadilllar yemini) denilmisti. Cüd'ân oglu Abdullah'in evinde ayni konuda yapilan yemine de bu sebeple "Hilfu'l-fudûl" denildi.
Peygamberimiz (s.a.s.) 20 yasinda iken bu toplantida amcalari ile beraber üye olarak bulundu. Bu cemiyetin çalismalarindan son derece memnun kaldigini Peygamberliginden sonra: "Islâm'da da böyle bir cemiyete cagrilsam, yine icâbet ederim", sözleriyle ifâde etmistir.(39)
1- TICÂRET HAYÂTI
Bütün Mekke'liler gibi Hz. Muhammed (s.a.s.) de amcasiyle birlikte ticâret yapiyordu. Gerek çocuklugunda, gerekse ticâret hayâtinda, dürüstlügü ile taninmisti. Sözünde durmadigi, yalan söyledigi, baskalarina zarar verecek bir davranista bulundugu, bir kimseyi incittigi asla görülmemis; dürüstlügü dillere destan olmustu. Bu yüzden Mekke'liler O'na "el-Emîn" (her konuda güvenilir kisi) diyorlardi. O'nun bu yüksek ahlâkini ögrenen Kureysin zengin kadinlarindan Hatice, kendisine sermâye vererek ticâret ortakligi teklif etti. Böylece Peygamber (s.a.s.) ile Hatice arasinda ticâret ortakligi basladi.
2- HZ. HATICE ILE EVLENMESI
Kureysin Esed ogullari kolundan Huveylid kizi Hatice zeki, dirâyetli, seref ve asâlet sâhibi, 39-40 yaslarinda zengin ve güzel bir hanimdi. Daha önce iki defa evlenmis ve dul kalmisti. Kureysin ileri gelenlerinden pek çok isteyenler olmus, fakat hiç biri ile evlenmemisti. Güvendigi kimselere sermâye vererek ticâret ortakligi yapiyor, böylece servetini artiriyordu. Yüksek ahlâk ve âli-cenâbligi sebebiyle, kendisine Müslümanliktan önce "Tâhire" denildigi gibi, sonra da "Haticetü'l-Kübra" denilmistir.
Hz. Hatice bir ticâret kafilesiyle Peygamberimiz (s.a.s.)'i Sam'a gönderdi. Kölesi Meysere'yi de hizmetine verdi. Fakat Hz. Peygamber (s.a.s.) Sam'a kadar gitmedi; mallari Busra'da satarak geri döndü. Çünkü Bahîra'nin ölümünden sonra yerine geçen Râhip Nestûra da, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in Sam'a gitmesini uygun bulmamisti.(40)
Üç ay kadar sonra, Hz. Muhammed (s.a.s.) beklenilenin çok üzerinde kazanç elde ederek döndü. Hz. Hatice, bu büyük insanin emniyet, dürüstlük ve gayretine hayran oldu. Daha sonra araya vasitalar girdi; evlenmeleri kararlastirildi. Bu esnâda Hz.Muhammed (s.a.s.) 25, Hz Hatice ise 40 yaslarindaydi.(41)
Nikâh, Hatice'nin amcazâdesi, Varaka oglu Nevfel tarafindan Hz. Hatice'nin evinde kiyildi. Ebû Tâlib ile Varaka birer hitâbede bulunarak, her iki âilenin üstünlük ve meziyetlerini dile getirdiler.(42) Esâsen, Hz. Peygamber (s.a.s.) ile Hz. Hatice'nin nesebleri Kusayy'da birlesir. Hz. Hatice'ye 20 disi deve mehir verildi.(43) Nikâhtan sonra develer kesilerek dâvetlilere ziyâfet çekildi.
Evlenmelerinden sonra, Hz. Muhammed (s.a.s.), Hz. Hatice'nin evine geçti. Örnek ve mutlu bir âile yuvasi kurdular. Hz. Hatice, Hz. Muhammed (s.a.s.)'e derin bir saygi ve sevgi ile bagliydi. Peygamberliginden önce oldugu gibi, Peygamberlik devrinde de en büyük yardimcisi oldu. Yüksek ve essiz ruhlu bir hanim oldugunu gösterdi.
Peygamberimiz (s.a.s.)'de ondan son derece memnundu. O devirde çok evlilik âdet oldugu ve bir çok teklifler aldigi ve aralarinda yas farki da bulundugu halde, onun üzerine evlenmedi; ölümünden sonra da onu hep hayirla andi.
3- HZ. PEYGAMBER (S.A.S)'IN ÇOCUKLARI
Peygamberimiz (s.a.s.)'in Hz. Hatice'den ikisi erkek, dördü kiz olmak üzere sirasiyla, Kaasim, Zeyneb, Rukiyye, Ümmü Gülsüm, Fâtima ve Abdullah adlarinda alti çocugu oldu. Arablarda ilk çocugun adi ile künyelendirme âdet oldugundan Hz.Peygamber (s.a.s.)'e de "Ebü'l-Kaasim" denildi. Kaasim ile Abdullah küçük yasta öldüler. Kizlari büyüdüler. Fakat Fâtima'dan baska hepsi de babalarindan önce vefât ettiler. Yalniz Fâtima, Peygamber (s.a.s.)'in vefâtindan sonra alti ay daha yasadi.
Rasûl-i Ekrem (s.a.s), kizlarinin en büyügü Zeyneb'i Ebu'l-Âs ile evlendirdi. Ebü'l Âs, Müslüman olmadigi için, Zeyneb'in hicretine izin vermemisti. Bedir Savasinda esir düstü. Zeyneb'i Medine'ye göndermek sarti ile serbest birakildi. Daha sonra Müslüman olarak Medine'ye geldi. Zeyneb'i tekrar aldi.(44)
Rukiyye ile Ümmü Gülsüm'ü, amcasi Ebû Leheb'in ogullarindan Utbe ve Uteybe ile evlendirmisti. Islâmiyetten sonra Ebû Leheb, Hz. Peygamber (s.a.s.)'e olan düsmanligi sebebiyle ogullarina eslerini bosamalari için baski yapti. Onlar bosadiktan sonra, Rasûlullah (s.a.s.) Rukiyye'yi Hz. Osman'la evlendirdi. Rukiyye'nin ölümünden sonra da Ümmü Gülsüm'ü nikâhladi. Bu yüzden Hz. Osman'a "iki nûr sâhibi" anlamina "Zi'n-nûreyn" denildi.
En küçük kizi Fâtima'yi ise Hz. Ali ile evlendirdi. Hasan ve Hüseyin, Hz. Fâtima'nin çocuklaridir. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)'in nesli, Hz. Fâtima ile devâm etmistir.
Peygamberimiz (s.a.s.)'in Misirli esi Mâriye'den de Ibrâhim adli bir oglu olmus, fakat Hicretin 10'uncu yilinda henüz iki yasina girmeden ölmüstür.
4- KÂBE'NIN TÂMIRINDE HAKEMLIGI (605 M.)
Hz. Ibrâhim ve Hz. Ismâil tarafindan yapilmis olan Kâbe, geçen uzun asirlar içinde yagmur ve sel sulari ile harabolmus, tâmir edilmesi gerekmisti.
Kureysliler, Kâbe binasini yikarak, yeniden yapmaya karar verdiler. Yardimlar toplandi, gerekli malzeme temin edildi. Hz. Ibrâhim'in yaptigi temele kadar yikarak, duvarlari yeniden örmege basladilar. Ancak; "Hacer-i Esved"i yerine koyma sirasi gelince anlasamadilar. Kureys'in bütün kollari, bu serefin kendilerine âit olmasini istiyordu. Anlasmazlik dört gün sürdü, kan dökülmek üzereydi ki,(45) Kureys'in en ihtiyari Ebû Ümeyye veya Huzeyfe b. Mugîre"Harem kapisindan ilk girecek zâtin hakem yapilarak, onun verecegi karara uyulmasini" teklif etti.(46) Bu teklif kabul edildi. Az sonra kapidan Hz. Muhammed (s.a.s) girmisti. Buna o kadar sevindiler ki, "el-Emîn, el-Emîn, O'nun hakemligine râziyiz..." diye bagristilar.Yanlarina gelince, durumu anlattilar.
Hz. Muhammed (s.a.s.), üzerine Hacer-i Esved-i koydugu yayginin uçlarini Kureysin ulularina tutturdu; hep berâber, konulacagi yere kadar tasidilar. Hz. Peygamber (s.a.s.)'de tasi alip yerine yerlestirdi. Anlasmazligin bu sekilde çözümlenmesi herkesi memnûn etti. Böylece büyük bir felâket önlenmis oldu.(47)
Bu olay, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in zekâ ve dirâyeti yaninda, O'nun Mekkeliler arasindaki sonsuz itibâr ve güvenini de göstermektedir. Bu esnâda Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) 35 yasinda idi.
Kâbe'nin tâmirinde Hz. Peygamber (s.a.s.) de bizzât çalismis, tas tasimis, hatta bu yüzden omuzlari yara olmustu. Bir defa, amcasi Abbâs'in sözüne uyarak, tas acitmasin diye elbisesini omuzuna topladiginda vücûdu açiliverince baygin halde yere düsmüstü. Rasûlullah (s.a.s.) o andan sonra hiç üryân görülmemistir.(48)
--------------------------------------------------------------------------------
(40) Ibnü'l-Esîr, el-Kâmil 2/39
(41) Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 2/39
(42) Her iki hutbenin metin ve tercemeleri için bkz. Târih-i Din-i Islâm, 2/ 47-48
(43) Ibn Hisâm, 1/201. Besyüz altin veya besyüz dirhem.. gibi rivâyetler de vardir.
(44) Ebûl-Âs ile ilgili daha genis bilgi için, bkz. Tecrid Tercemesi, 2/373-376, (Hadis No: 313'ün izâhi)
(45) Abdü'd-dârogullari, ellerini bir çanaktaki kana batirarak, "kanimiz dökülmedikçe, bu konuda kimse bizim önümüze geçemez" diye yemin etmislerdi. (Tarih-i Din-i Islâm, 2/55)
(46) Târihi-i Din–i Islâm, 2/55
(47) Bkz. Ibn. Hisâm, 1/209; Ibnü'l-Esir, a.g.e., 2/45; Tecrid Tercemesi, 6/40-44
(48) el-Buhârî, 1/96; Tecrid Tercemesi, 2/240, Hadis No. 237 ve 6/48
--------------------------------------------------------------------------------
IKINCI KISIM
HZ. MUHAMMED (S.A.S.)'IN PEYGAMBERLIK DEVRI (610-632)
Hz. Muhammed (s.a.s.) 40 yasinda Peygamber oldu. 23 yillik Peygamberlik devresinin 13 yili Mekke'de, 10 yili Medine'de geçti. Bu itibârla Peygamberlik devresinin:
a) Nübüvvet'den Hicret'e kadar devâm eden 13 yillik süresine "Mekke Devri" (610- 622);
b) Hicretten vefâtina kadar olan 10 yillik süresine de "Medine Devri" (622-632) denir.
BIRINCI BÖLÜM
MEKKE DEVRI
I- HZ.MUHAMMED (S.A.S.)'IN PEYGAMBER OLUSU
1- HIRA'DA INZIVÂ
Eskiden beri Mekke'deki hanîf ve zâhitler, recep ayinda inzivâya çekilirlerdi. Her biri, Mekke'nin 3 mil (bir saat) kuzeyinde Hira (Nûr) daginda bir köseye çekilir, tefekküre dalardi. (49)
40 yaslarina dogru Hz. Peygamber (s.a.s.)'in kalbinde de bir yalnizlik sevgisi belirdi. O da Hira (Nûr) Daginda bir magaraya çekilip, günlerce orada kaliyor, Cenâb-i Hakk'in sonsuz kudret ve azametini düsünerek O'na ibâdet ediyordu. Giderken azigini da berâberinde ***ürüyor, bitince evine dönüyor, sonra tekrar gidiyordu. Böylece Cenâb-i Hakk, O'nu büyük vazifesine hazirliyordu. Zaman zaman "Sen Allah elçisisin..." diye kulagina sesler geliyor, fakat etrafta hiç bir sey göremiyordu.(50)
Hz. Muhammed (s.a.s.)'e ilâhi vahyin baslangici, sâdik rüyâlar seklinde oldu. Gördügü her rüya, oldugu gibi çikiyordu. (51) Bu hâl, alti ay kadar devam etti.
2-ILK VAHY
610 yili Ramazan ayinin(52) Kadir Gecesinde,(53) ridâsina bürünüp Hira'daki magarada düsünmeye dalmis oldugu bir sirada, bir sesin kendisini ismi ile çagirmakta oldugunu duydu. Basini kaldirip etrafina bakti; kimseyi göremedi. Bu sirada her tarafi ansizin bir nûr kaplamisti; dayanamayip bayildi. Kendisine geldiginde karsisinda vahiy melegi Cebrâil'i gördü. Melek O'na:
-"Oku" Dedi. Hz. Muhammed (s.a.s.):
-"Ben okuma bilmem", diye cevap verdi. Melek, Hz. Muhammed (s.a.s.)'i kucaklayip güçsüz birakincaya kadar sikdi.
-"Oku" diye emrini tekrarladi. Hz. Muhammed (s.a.s.) yine:
-"Ben okuma bilmem..." cevâbini verdi. Melek emrini tekrarlayip üçüncü defa Hz. Peygamber (s.a.s.)'i siktiktan sonra "el-Alak" Sûresi'nin ilk bes âyetini okudu.
"Yaratan Rabb'inin adiyle oku. O, insani alak'tan (asilanmis yumurtadan) yaratti. Oku, kalemle (yazmayi) ögreten, insana bilmedigini belleten Rabb'in sonsuz kerem sahibidir." (El-Alak Sûresi, 1-5).
Melegin arkasindan Hz. Peygamber (s.a.s.)'de bu âyetleri tekrarladi. Heyecanla magaradan çikarak evine geldi. Yolda ilerlerken gök yüzünden bir sesin:
"Ya Muhammed. Sen Allah'in elçisisin, Ben de Cibril'im" dedigini duydu. Basini kaldirdigi zaman, Cebrâil'i gördü.(54) Korku içinde evine vardi. Esi Hz. Hatice'ye:
"Beni örtünüz, çabuk beni örtünüz" dedi. Bir müddet dinlenip heyecâni geçtikten sonra gördüklerini Hz. Hatice'ye anlatti, kendimden korkuyorum, dedi. Hz. Hatice, O'nu su ölmez sözlerle teselli etti.
"Öyle deme. Allah'a yemin ederim ki, Cenâb-i Hakk hiç bir vakit seni utandirmaz. Çünkü sen , akrabani gözetirsin. Isini görmekten âciz kimselerin agirliklarini yüklenirsin, Fakire verir, kimsenin kazandiramayacagini kazandirirsin. Misâfiri agirlarsin. Hak yolunda zuhûr eden olaylarda halka yardim edersin..." (55)
3- VARAKA'NIN SÖZERI
Hatice daha sonra Hz. Peygamber (s.a.s.)'i amcazâdesi Nevfel oglu Varaka'ya ***ürdü. Varaka hanîflerdendi. Tevrât ve Incil'i okumus, Ibrânî dilini ve eski dinleri bilen bir ihtiyardi. Varaka Peygamberimiz (s.a.s.)i dinledikten sonra:
-"Müjde sana yâ Muhammed, Allah'a yemin ederim ki sen Hz. Isâ'nin haber verdigi son Peygambersin. Gördügün melek, senden önce Cenâb-i Hakk'in Musâ'ya göndermis oldugu Cibril'dir. Keski genç olsaydim da, kavmin seni yurdundan çikaracagi günlerde sana yardimci olabilseydim... Hiç bir Peygamber yoktur ki, kavmi tarafindan düsmanliga ugramasin, eziyet görmesin..." (56) dedi. Aradan çok geçmeden Varaka öldü.
--------------------------------------------------------------------------------
II- NEBÎLIK VE RASÛLLUK
Süpheziz, seni biz, sâhit, müjdeleyici ve uyarici olarak gönderdik".
(Fetih Sûresi,
Ilk vahiy'den sonra, kisa bir süre vahyin arkasi kesildi.(57) Bir gün Hz. Peygamber (s.a.s.) Hira'dan dönerken, bir ses isitti. Basini kaldirip semâya bakinca, kendisine daha önce Hira'daki magarada gelen melegi gördü. Korku ve heyecân içinde evine döndü.
"Hemen beni örtünüz, beni örtünüz." dedi. Bu esnada Cebrâil, el-Müddessir Sûresinin ilk âyetlerini getirdi.
"Ey örtüsüne bürünen (peygamber). Kalk, (insanlari) azâb ile korkut. Rabb'inin adini yücelt (Namaz'da tekbir getir.) Elbiseni temiz tut. Kötü seyleri terket." (el-Müddessir Sûresi, 1-5).
Ilk vahiy ile Hz. Muhammed (s.a.s.) "Nebî" olmus, henüz baskalarina "Hak Dini" teblig ile görevlendirilmemisti. Bu ikinci vahiy ile "Risâlet" verildi. Hak Dini teblig ile görevlendirildi. Ancak açik dâvet emredilmedi.
1- ISLÂMDA ILK IBÂDET
Islâmda Allah'a imândan sonra ilk farz kilinan ibâdet, namazdir. Ikinci vahiy ile el-Müddessir Sûresinin ilk âyetlerinin indirilmesinden sonra, Mekke'nin üst yaninda bir vâdide, Cibril (a.s.), Rasûlullah (s.a.s.)'e gösterip ögretmek için abdest almis, pesinden Cibril'den gördügü sekilde Rasûlullah (s.a.s.) de abdest almistir.
Sonra Cibril (a.s.) Hz. Peygamber (s.a.s.)'e namaz kildirmis ve namaz kilmayi ögretmistir.(58)
Eve dönünce Rasûlullah (s.a.s.) abdest almayi ve namaz kilmayi esi Hz. Hatice'ye ögretmis, o da abdest almis ve ikisi birlikte cemâatle namaz kilmislardir.
2- ILK MÜSLÜMANLAR
"Iyilik islemekte önde olanlar, karsiliklarini almakta da önde olanlardir."
(Vâkia Sûresi, 10)
Hz. Peygamber (s.a.s.)'e ilk imân eden ve O'nunla birlikte ilk defa namaz kilan kisi, esi Hz. Hatice oldu. Daha sonra evlâtligi Hârise oglu Zeyd.(59) ve amcasinin oglu Hz. Ali Müslüman oldular.
a ) Hz. Ali'nin Islâm'i Kabûl Etmesi
Ebû Tâlib, Hz. Muhammed (s.a.s.)'i, 8 yasindan 25 yasina kadar evinde barindirmis O'nu öz çocuklarindan daha çok sevmisti. Evliliginden sonra Hz. Muhammed (s.a.s.), esi Hz. Hatice'nin evine geçmis ve maddî bakimdan refâha kavusmustu. (60) Ebû Tâlib'in âilesi ise pek kalabalikti. Peygamberimiz (s.a.s.) amcasinin sikintisinin biraz azalmasi için 5 yasindan itibâren Ali'yi yanina almisti. Bu yüzden Ali, Hz. Peygamber (s.a.s)'in yaninda kaliyordu.(61)
Hz. Ali, Peygamberimiz (s.a.s.) ile Hz. Hatice'yi namaz kilarken görünce, bunun ne oldugunu sordu. Peygamber Efendimiz, O'na Müslümanligi anlatti. O da Müslümanligi kabûl etti. Bu esnâda Hz. Ali henüz on yaslarinda bir çocuktu.
b) Hz. Ebû Bekir'in Müslüman Olmasi
Hz. Muhammed (s.a.s.)'in yakin ve en samîmi dostu olan Ebû Kuhâfe oglu Ebû Bekir, Kureys kabîlesi'nin Teymogullari kolundandir. Baba ve anne tarafindan soyu, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in soyu ile Mürre'de birlesir.
Hz. Ebû Bekir'in Mekke'de Kureys arasinda büyük bir itibâri vardi. Zengin ve dürüst bir tüccârdi. Aralarindaki güven ve samîmiyet sebebiyle, Peygamberimiz (s.a.s.) âilesi disindakilerden ilk olarak Hz. Ebû Bekir'i Islâm'a dâvet etti. Hz. Ebû Bekir bu dâveti tereddütsüz kabûl etti. Esâsen, câhiliyet devrinde bile putlara hiç tapmamis, agzina bir yudum içki koymamisti. Hz. Ebû Bekir'in Müslüman olmasiyla, Peygamberimiz (s.a.s.) büyük bir destege kavustu. Onun gayret ve delâletiyle, Mekke'nin önemli sahsiyetlerinden Affân oglu Osmân, Avf oglu Abdurrahman, Ebû Vakkas oglu Sa'd, Avvâm oglu Zübeyr, Ubeydullah oglu Talha da Müslümanligi kabûl ettiler. Hz. Hatice'den sonra Müslüman olan bu 8 zata "Ilk Müslümanlar" (Sabikûn-i Islâm) denilir.
(57) Ilk vahiy ile ikinci vahiy arasinda geçen "fetret-i vahy" süresinin ne kadar devâm ettigine dâir rivâyetler 15 gün ile 3 yil arasinda degismektedir. (Bkz. Tecrid Tercemesi, 1/11. Hadis No: 4'ün açiklamasi) Olaylarin seyrine göre, 1-2 aydan daha çok olmamasi gerekir. 2-3 yil gibi uzun süre oldugunu söyleyenler, "gizli dâvet" süresi ile "fetret-i vahy"i ayiramamis olmalidirlar.
(58) Ibn Hisâm, 1/260-261; Tecrid Tercemesi, 2/231, (Hadis No: 227'nin açiklamasi); Tâhir Olgun, Ibâdet Târihi, 28, Istanbul, 1946
(59) Zeyd, Kudâa kabilesindendi. Küçük yasta esir edilmis, köle olarak satilmisti. Hz. Hatice, evliliklerinden sonra O'nu Hz. Muhammed (s.a.s.)'e hediye etti. Babasi Hârise, oglunu araya araya nihâyet Hz. Peygamber (s.a.s.)'in yaninda buldu. Hz. Peygamber (s.a.s.) kendisini âzâd ederek babasi ile gitmesine izin verdi. Fakat Zeyd, babasi ile gitmedi; "babam da sensin, annem de..." diyerek, Hz. Muhammed (s.a.s.)'den ayrilmadi. Hz. Muhammed (s.a.s.)'de onu evlâd edindi. (Ibn Hisâm, 1/265), Kur'an-i Kerîm'de açik olarak adi geçen sahâbî, yalnizca Zeyd'dir. (el-Ahzâb Sûresi, 37) Peygamberimiz (s.a.s.) onu Ümmü Eymen ile evlendirmis, bu evlilikten meshûr komutan "Üsâme" dogmustur. Zeyd, Hicretin 8'inci yilinda Mûte Savasinda sehid olmustur. (Genis bilgi için bkz. Tecrid Ter. 4/538 - 540, Hadis No: 644)
(60) Bkz. ed-Duhâ Sûresi, 8
(61) Abbas da ayni maksatla Câfer'i yanina almisti. (Bkz. Ibn Hisâm, 1/263)
3- AÇIK DÂVETIN BASLAMASI (613-614 M)
Peygamber (s.a.s.) Efendimiz ilk üç yil halki gizlice Islâm'a dâvet etti. Yalnizca çok güvendigi kimselere Islâm'i açikladi. (62) Basta Hz. Ebû Bekir olmak üzere, Hak dini kabul etmis olanlar da, el altindan güvendikleri arkadaslarini tesvik ediyorlardi. Bu üç yil içinde Müslümanlarin sayisi ancak 30'a çikabildi.(63) Bunlar ibâdetlerini evlerinde gizlice yapiyorlardi.
Peygamberligin dördüncü yilinda (614 M.) inen: "Sana emrolunan seyi açikca ortaya koy, müsriklere aldirma". (el-Hicr Sûresi, 94) anlamindaki âyet-i celile ile Islâm'i açiktan teblig etmesi emrolundu. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) halki açiktan Islâm'a dâvete basladi.
Harem-i Serif'e gidip kendisine inen âyetleri açiktan okuyordu:
"Ey insanlar süphesiz ben, göklerin ve yerin mülk (ve hâkimiyetine) sâhip ve kendinden baska hiç bir tanri olmayan, dirilten ve öldüren Allah'in sizin hepinize gönderdigi Peygamberiyim. O halde Allah'a, ümmî nebiy olan Rasûlune-ki O'da Allah'a ve O'nun sözlerine inanmistir,- imân edin, O'na uyun ki dogru yolu bulmus olasiniz..." (el-A'raf Sûresi, 158) diyerek onlari Islâm'a dâvet ediyordu.
Açik dâvetin baslamasindan sonra, halkla daha kolay temas edebilmek için Rasûlullah (s.a.s.), kendi evinden, Safâ ile Merve arasinda islek bir yerde bulunan "Erkam"in evine tasindi. Bir çok kimse bu evde Islâm'la sereflendigi için bu eve "Dâr-i Islâm" denildi.(64/1)
4- YAKIN AKRABASINI ISLÂM'A DÂVETI
"Önce en yakin akrabani (Allah'in azâbiyla) korkut" (es Suarâ Sûresi, 214) anlamindaki âyet-i celîle inince Rasûl-i Ekrem (s.a.s.), Safâ Tepesi'ne çikarak:
"Ey Abdülmuttalibogullari, Ey Fihrogullari, Ey Abdimenâfogullari, Ey Zühreogullari..." diyerek bütün akrabasina oymak oymak seslendi. Hepsi toplandiktan sonra:
-"Ey Kureys cemâati, size "su dagin eteginde veya su vâdide düsman süvârisi var. Üzerinize baskin yapacak desem, bana inanir misiniz?" diye sordu. Hepsi bir agizdan:
-"Evet, inaniriz, çünkü simdiye kadar senden hiç yalan duymadik, sen yalan söylemezsin..." dediler. O zaman Rasûlullah (s.a.s.):
-"O halde ben size, önümüzde siddetli bir azâb günü bulundugunu, Alah'a inanip, O'na kulluk etmeyenlerin bu büyüyk azâba ugrayacaklarini haber veriyorum... Yemin ederim ki, Allah'tan baska ibâdete lâyik tanri yoktur. Ben de Allah'in size ve bütün insanlara gönderdigi Peygamberiyim...(Rasûl-i Ekrem her bir oymaga ayri ayri hitâb ederek) Allah'tan kendinizi ibâdet karsiliginda satin alarak, azâbindan kurtariniz. Bu azâbtan kurtulmaniz için, ben Allah tarafindan verilmis hiç bir nüfûza sâhip degilim..."(64/2)
-"Ey Kureys Cemâati! Siz uykuya dalar gibi öleceksiniz. Uykudan uyanir gibi dirileceksiniz. Kabirden kalkip Allah divânina varinca, muhakkak dünyadaki bütün yaptiklarinizdan hesâba çekileceksiniz. Iyiliklerinizin mükâfâtini, kötülüklerinizin de cezâsini göreceksiniz. "O Mükâfât ebedi Cennet, cezâ da Cehennem'e girmektir..." (65) diyerek sözlerini bitirdi.
Peygamberimiz (s.a.s.)'in bu sözleri, umumi bir muhâlefetle karsilanmadi. Yalnizca Ebû Leheb:
-"Helâk olasica, bizi bunun için mi çagirdin?" sözleriyle Rasûlullah (s.a.s.)'in gönlünü kirdi. Bunun üzerine onun hakkinda:
"Ebû Leheb'in iki elleri kurusun,yok olsun. O'na ne mali ne de kazandigi fayda verdi. Alevli bir atese yaslanacaktir O. Boynunda bükülmüs bir ip oldugu halde, karisi da odun hammali olarak." (Leheb Sûresi, 1-5) meâlindeki sûre-i celîle nâzil oldu.(66)
--------------------------------------------------------------------------------
(62) Ibn Hisâm, 1/280
(63) Târih-i Din-i Islâm, 2/145; Bu esnâda Müslümanlik çevrede de yavas yavas duyuluyor, agizdan agiza yayiliyordu. "Muhammed (s.a.s.) yeni bir din çikarmis.. Abdülmuttalib'in yetimine gökten haberler geliyormus... diye alay edenler oluyordu.
(64/1) Târih-i Din-i Islâm, 2/151,
(64/2) Bkz. Riyâzü's-sâlihîn Tercemesi, 1/361, (Hadis No: 327)
(65) el-Buhârî, 3/191 ve 4/161; Tecrid Tercemesi, 8/252-255 (Hadis No: 1170) ve 9/283-289; Ibnü'l-Esîr, el-Kâmil, 2/60-61
(66) Ibnü'l-Esîr,a.g..e., 2/60-61; Târih-i Din-i Islâm, 2/154
Islâm'in Mekke'de yayilmaya baslamasi ile Mekke halki iki kisma ayrildi. l) Müslümanlar, 2) Müslümanligi kabûl etmeyen müsrikler.
Müsriklerin, Müslümanlara karsi davranislari, sirasiyla bes safha geçirdi: Alay, hakaret, iskence, iliskileri kesme (boykot), memleketten çikarma ve öldürme (siddet politikasi).
1- ALAY VE HAKARET DÖNEMI
Kureysliler baslangiçta Hz. Muhammed (s.a.s)'in Peygamberligini önemsememis göründüler. Imân etmemekle beraber, putlar aleyhine söz söylemedikçe, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in dâvetine ses çikarmadilar. Yalnizca, Rasûlullah (s.a.s.)'i gördüklerinde, "Iste gökten kendisine haber geldigini iddia eden..." diyerek eglendiler. Müslümanlari alaya alip küçümsediler. Böylece "alay devri" baslamis oldu.
Kurân-i Kerîm, onlarin bu tutumlarini bize bildirmektedir.
"Suçlular, süphesiz mü'minlere gülerlerdi. Yanlarindan geçtiklerinde, birbirlerine göz kirpip, kas isâretiyle istihzâ ederlerdi. Arkadaslarina döndüklerinde, eglenerek (nes'e içinde) dönerlerdi. Mü'minleri gördüklerinde, "bunlar gerçekten sapik kimseler" derlerdi. (el-Mutaffifîn Sûresi, 29-32)
Putlarla ilgili, "Siz de; Allah'i birakip tapmakta olduklariniz (putlar) da, hiç süphesiz Cehennem odunusunuz..." (el-Enbiya Sûresi, 98) anlamindaki âyet-i kerîme inince, müsrikler son derece kizdilar. Artik Müslümanlara düsman olup, hakaret ettiler. Böylece, "hakaret devri" basladi.
Kureys'in puta tapicilikta yarari vardi. Mekke puta tapicilarin merkezi durumundaydi. Kâbe ve civârindaki putlari ziyâret için gelenlerle Mekke hergün dolup tasiyor, bu yüzden Kureys, hem para, hem itibâr kazaniyordu. Mekke'de Müslümanlik yayilirsa bütün bu menfaatler elden gittigi gibi, diger kabîleler Kureys'e düsman olabilirlerdi. Üstelik Müslümanlik herkesi esit sayiyor, soy-sop, asâlet, zenginlik-fâkirlik farki gözetmiyordu. Bu yüzden Kureys ileri gelenleri Müslümanligi kendi çikarlari için tehlikeli gördüler. Müslümanligin yayilmasini önlemek ve ortadan kaldirmak için her çâreye basvurdular.
2- ISKENCE DÖNEMI
a) Kureys'in Ebû Tâlib'e Basvurmasi:
Kureys'in ileri gelenlerinden Utbe b. Rabia, Seybe b. Rabia, Ebû Cehil, Ebû Süfyan, Velîd b. Mugira, Âs b. Vâil ve Âs b. Hisâm'dan olusan bir hey'et Hâsimogullarinin reisi Ebû Tâlib'e gelerek:
"Kardesinin oglu ilâhlarimiza hakaret ediyor, dinimizi yeriyor, bizi aptal, dedelerimizi sapik gösteriyor. Ya O bu isten vazgeçsin, yahut sen himâyeden vazgeç de, biz hakkindan gelelim..." dediler. Ebû Tâlib onlari tatlilikla savdi.(67) Hz. Peygamber (s.a.s.)'in eskisi gibi görevine devam ettigini görünce yeniden Ebû Tâlib'e geldiler.
"Artik sabir ve tahammülümüz kalmadi. Ne olacaksa olsun, iki taraftan biri yok olsun, digeri kurtulsun..." diye tehdit ettiler. Ebû Tâlib durumun nâzik oldugunu gördü. Bütün Kureys'e karsi koyamazdi. Yegeni Hz. Muhammed (s.a.s.)'e durumu anlatarak:
-"Bak oglum, akraba arasinda düsmanlik sokmak iyi olmaz. Sen yine dinine göre hareket et, ama onlarin putlarini asagilama, onlara sapik deme. Kendini de , beni de koru, bana gücümün üstünde yük yükleme..." dedi. Hz. Peygamber (s.a.s.) üzüldü. Artik amcasi da kendisini koruyamiyacakti. Müslümanlar henüz sayica az ve zayifti. Mübârek gözleri yaslarla dolarak:
-"Ey amca, Allah'a yemin ederim ki, onlar sag elime Günes'i, sol elime de Ay'i koysalar, ben yine görevimi birakmam..." diyerek ayrilmak üzere yerinden kalkti.Yegeninin gücenmesine dayanamayan Ebû Tâlib:
-"Ey kardesimin oglu, istedigini söyle, yemin ederim ki, seni hiç bir zaman, hiç bir sey karsisinda himâyesiz birakacak degilim." dedi.(68) Daha sonra Ebû Tâlib, Hâsimogullarini toplayarak durumu anlatti ve Kureys'e karsi âile serefi adina Hz. Peygamber (s.a.s.)'in korunmasini istedi. Ebû Leheb'den baska bütün âile fertleri, Müslüman olsun, olmasin, bu teklifi kabûl ettiler.(69)
b) Kureys'in Hz.Peygamber (s.a.s)'e Basvurmasi
Ebû Tâlib'e yaptiklari mürâcaatlardan bir sonuç alamayinca Kureys ululari bizzât, Hz. Peygember (s.a.s.)'e geldiler:
-"Yâ Muhammed! Sen soy ve seref yönünden hepimizden üstünsün. Fakat Araplar arasinda, simdiye kadar hiç kimsenin yapmadigini yaptin; aramiza ayrilik soktun, bizi birbirimize düsürdün. Eger maksadin zengin olmaksa, seni kabîlemizin en zengini yapalim. Reislik istersen, baskan seçelim. Evlenmek düsünüyorsan, Kureys'in en asil ve en güzel kadinlari ile evlendirelim. Eger cinlerin kötülügüne kapilmissan, seni tedâvî ettirelim. Istedigin her fedakârliga katlanalim. Bu davâ'dan vazgeç, düzenimizi bozma..." dediler. Rasûlullah (s.a.s.):
-"Söylediklerinizden hiç biri bende yok. Beni Rabb'im size Peygamber gönderdi, bana kitâp indirdi. Cenâb-i Hakk'in emirlerini size teblig ediyorum. Imân ederseniz, dünya ve âhirette mutlu olursunuz. Inkâr ederseniz, Cenâb-i Hak aramizda hükmedinceye kadar sabredip bekleyecegim. Putlara tapmaktan vazgeçip, yalnizca Allah'a ibadet ediniz...." diye cevâp verdi. (70)
- "Bizim 360 tane putumuz Mekke'yi idâre edemezken bir tek Allah dünyayi nasil idâre eder..." diyerek gittiler.(71)
"O kâfirler, içlerinden bir uyaricinin (Peygamberin) geldigine sastilar. 'Bu yalanci bir sihirbâzdir' dediler. O (Peygamber) bütün ilâhlari tek bir Tanri mi yapmis? Bu cidden sasilacak birsey... dediler". (Sa'd Sûresi, 4-5).
c) Ilk Müslümanlarin Gördükleri Eza ve Cefalar
Müsrikler, Ebû Tâlib ve Hz. Peygamberle yaptiklari görüsmelerden netice alamayinca Müslümanlara ezâ ve iskenceye basladilar.(72)
Hz. Ebû Bekir, Hz. Osman gibi kuvvetli ve itibârli bir âileye mensup olanlara pek ilisemiyorlardi. Fakat kimsesiz, fakir Müslümanlara, özellikle köle ve câriyelere cihân târihinde esine rastlanmayan vahset derecesinde iskenceler yapiyorlardi. Ebû Füheyke, Habbâb, Bilâl, Suhayb, Ammâr, Yâsir ve Sümeyye bunlardandi.
Safvân b. Ümeyye'nin kölesi olan Ebû Füheyke, efendisi tarafindan her gün ayagina ip baglanarak, kizgin çakil ve kumlar üzerinde sürükletilirdi.
Demirci olan Habbâb, kor hâlindeki kömürlerin üzerine yatirilmis; kömürler sönüp kararincaya kadar, gögsüne bastirilarak kivrandirilmisti.
Ammâr'in babasi Yâsir, bacaklarindan iki ayri deveye baglanip, develer ters yönlere sürülerek parcalanmis, kocasinin bu sekilde vahsice öldürülmesine dayanamayip müsriklere karsi söz söyleyen Sümeyye, Ebû Cehil'in attigi bir ok darbesiyle öldürülmüstü.(73)
Halef oglu Ümeyye, kölesi Habesli Bilâl'i hergün çirilçiplak kizgin kumlar üzerine yatirir, gögsüne kocaman bir tas koyarak günesin altinda saatlerce birakir; Hz. Peygamber (s.a.s.)'e küfretmesi, Müslümanligi terk etmesi için ezâ ederdi. Birgün, ellerini ayaklarini simsiki baglayarak boynuna bir ip geçirmis, sokak çocuklarinin eline vererek çiplak vücûdunu kizgin kumlar üzerinde Mekke sokaklarinda sürütmüstü. Sirti yüzülüp kanlar içinde kalan Bilâl, bu durumda yari baygin halde bile "Ehad, Ehad" (Allah bir, Allah bir) diyordu.(74)
Anne ve babasi vahsice öldürülen Ammâr, gördügü iskencelere dayanamamis, müsriklerin istedikleri sözleri söylemisti. Ellerinden kurtulunca, aglayarak Hz. Peygamber (s.a.s.)'e durumu anlatmis, Rasûlullah (s.a.s.)'de: "Sana tekrar eziyet ederlerse; kurtulmak için yine öyle söyle" demisti."(75)
Hz. Ebû Bekir, müsrik sâhiplerinin iskencelerinden kurtarmak için, yedi tane Müslüman köle ve câriyeyi büyük bedeller ödeyerek satin alip âzâd etmisti. Rasûlullah (s.a.s.)'in müezzini Bilâl bunlardandi.(76)
Hâsimîlerden çekindikleri ve Ebû Tâlib'in himayesinde oldugu için önceleri Rasûlullah (s.a.s.)'in sahsina dokunamiyorlardi. Zamanla "mecnûn, falci, sâir sihirbaz" gibi sözler söylemege basladilar. En sonunda firsat buldukça O'na da hakaret, iskence ve her türlü kötülügü yapmaktan çekinmediler. Geçecegi yollara dikenler döküyorlar, üzerine pis seyler atiyorlar, kapisina kan ve pislik sürüyorlar, evinin önüne pislik atiyolardi. Bir defa Harem-i Serifte namaz kilarken "Ukbe b. Ebî Muayt" saldirip bogmak istemis, Hz. Ebû Bekir kurtarmisti (77) Baska bir zaman, Kâbe'nin yaninda namaz kilarken, Ukbe b. Ebî Muayt Ebû Cehil'in tesvikiyle yeni kesilmis bir devenin iç organlarini, secdeye vardiginda üzerine atmis; kizi Fâtima yetisip üzerindeki pislikleri temizledikten sonra, basini secdeden kaldirabilmisti.(78) Müsriklerin kötülükleri giderek dayanilmaz bir duruma gelmis. Müslümanlar Mekke'de barinamaz hâle gelmislerdi.
--------------------------------------------------------------------------------
(67) Ibn Hisâm, 1/283-284; Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 2/63
(68) Ibn Hisâm, 1/284; Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 2/64; Târih-i Din-i islâm, 2/156
(69) Ibn Hisâm, 1/287; Târih-i Din-i Islâm, 2/158
(70) Ibn Hîsâm, 1/315-316; Târih-i Din-i Islâm, 2/161
(71) Târih-i Din-i Islâm, 2/163
(72) Ibn Hisâm, 1/287
(73) Zâdü'l-Meâd, 2/116; Asr-i Saâdet, 1/254
(74) Zâdü'l-Meâd, 2/116; Asr-i Saâdet, 1/253
(75) "Kalbi imânla dolu oldugu halde, zor ve baski altinda olan kimseler disinda, imândan sonra Allah'i inkâr edip gönlünü küfre açan kimselere Allah katindan bir gazap vardir. Büyük azâb da onlar içindir." (en-Nahl Sûresi, 106) anlamindaki âyet-i kerime o olaydan sonra indi.
(76) Ibnü'l-Esîr, 2/66-70; Zâdü'l-Meâd, 2/117; Tecrid Tercemesi 6/ H.No 1017'nin izahi.
(77) el-Buharî, 4/240; Tecrid Tercemesi 10/45-48 (Hadis No : 1544); Ibnül Esîr, a.g.e. 2/279
(78) el-Buhârî, 1/65; Tecrid Tercemesi, 1/161-164 (Hadis No: 177) ve 2/377-378 (Hadis No: 314); Rasûlüllah (s.a.s.) namazini bitirdikten sonra, üç defa: "Allahim, Kureys'i Sana havale ediyorum" buyurmus sonra da orada aralarinda gülüsüp istihza etmekte olan Ebû Cehil, Utbe b. Rabia, Seybe, b. Rabia, Velid b. Ukbe b. Ebî Muayt, Ümeyye b. Halef'i isim isim sayarak, "Allahim, su güruhu sana havale ediyorum" buyurmustur. Bunlarin hepsi de Bedir Savasinda öldürülerek bir çukura atildilar. Tecrid Tercemesi, 1/161 (Hadis No: 177) ve 10/47-48
--------------------------------------------------------------------------------
3- HABESISTAN'A HICRET
"Zulme ugradiktan sonra, Allah yolunda hicret edenleri, and olsun ki, dünyada güzel bir yerde yerlestiririz. Âhiret ecri ise daha büyüktür."
(en-Nahl Sûresi, 41)
a) Habesistan'a Ilk Hicret Edenler (615 M.)
Müsriklerin ezâlari dayanilmaz bir hal almisti. Müslümanlar serbestçe ibâdet edemiyorlardi. Bu sebeple Rasûlullah (s.a.s.) Müslümanlarin Habesistan'a hicret etmelerine izin verdi.
Müslümanlar Habesistan'a iki defa hicret ettiler. Ilk defa 12'si erkek, 4'ü kadin 16 kisi Mekke Devri'nin (Peygamberligin) 5'inci yilinda (615 M.) Recep ayinda Mekke'den gizlice ayrilarak Kizildeniz kiyisinda birlestiler. Baslarinda bir reisleri yoktu. Buradan kiraladiklari bir gemi ile Habesistan'a geçtiler. Içlerinde, Hz. Osman, esi Rukiyye, Zübeyr b. Avvâm, Abdurrahman b. Avf ve Abdulllah b. Mes'ûd gibi muhterem zâtlar da vardi.(79)
b) Ikinci Habesistan Hicreti (616 M.)
Ilk hicret edenler Habesistan'da iken inen "en-Necm Sûresi"ni Hz. Peygamber (s.a.s.) Hârem-i Serifte müsriklere okudu. Bitince, sûrenin sonunda "secde âyeti" bulundugu için, Allah'a secde etti. Bu sûrenin 19 ve 20'inci âyetlerinde müsriklerin putlarindan "Lât, Uzza ve Menât'in" isimleri de geçtiginden müsrikler de Hz. Peygamber (s.a.s.)'le birlikte putlari için secde etmislerdi. Bu olay, "Mekkeliler toptan Müslüman oldu" diye bir sâyianin çikmasina sebep olmus, bu asilsiz sâyia tâ Habesistan'da duyulmus, bu yüzden hicret eden Müslümanlar da, Habesistan'da üç ay kaldiktan sonra dönmüslerdi.(80) Müslümanlar, Habesistan'dan döndüklerine pisman oldular. Çünkü müsrikler zulüm ve iskencelerini daha da artirmislardi. Bu sebeple Müslümanlar, Mekke Devri'nin 7'inci yilinda (616 M.) 77'si erkek, 13'ü kadin olmak üzere 90 kisi 2'inci defa Habesistan'a hicret ettiler. Bu ikinci hicrette kafile baskani Hz. Ali'nin agabeyi Câfer Tayyar'di.(81)
c) Kureys Elçileri Ile Câfer Arasinda Geçen Münâzara
Müslümanlarin Habesistan'a hicreti, müsrikleri endiselendirdi. Müslümanligin etrâfa yayilmasindan korktular. Hicret eden Müslümanlarin kendilerine teslim edilmesi için Habesistan Necâsi'si (82) Ashame'ye kiymetli hediyelerle Amr b. Âs ile Abdullah b. Ebî Rabia'yi elçi olarak gönderdiler.(83) Necâsi Müslümanlarla Kureys elçilerini huzurunda karsilastirdi. Müslümanlara:
-"Kureysliler elçi göndermisler, sizi geri istiyorlar, ne dersiniz" diye sordu. Müslümanlarin reisi Câfer ayaga kalkarak:
-"Ey hükümdar, sorunuz onlara, biz onlarin kölesi miyiz?"
Kureys delegeleri adina Âs oglu Amr (Amr b.Âs) cevâp veriyordu:
-Hayir, hepsi hürdür.
-Onlara borcumuz mu var?
-Hayir, hiç birinde alacagimiz yok.
-Kisas edilmemiz için, onlardan öldürdügümüz kimse var mi?
-Öyle bir istegimiz yok.
-O halde bizden ne istiyorlar?
Amr cevap verdi:
-"Bunlar atalarimizin dininden çiktilar, ilâhlarimiza hakaret ettiler, gençlerin inançlarini bozdular, aramiza ayrilik soktular."
Bu iddialara karsi Câfer:
-"Ey hükümdar, biz câhil bir kavimdik. Tastan, agaçtan yaptigimiz putlara tapiyorduk. Kiz çocuklarimizi diri diri tapraga gömüyor, ölmüs hayvanlarin leslerini yiyorduk. Içki, kumar, fuhus ve hertürlü ahlâksizligi yapiyorduk. Hak hukuk tanimiyorduk. Kuvvetliler zayiflari eziyor, zenginler fakirlerin sirtindan geçiniyordu.
Cenâb-i Hakk bizim hidâyetimizi diledi. Içimizden soyu-sopu, asâleti, ahlâk, fazilet ve dürüstlügü hakkinda kimsenin kötü söz edemeyecegi bir Peygamber gönderdi. O bizi puta tapma zilletinden kurtardi. Tek, Allah'i tanitti. Yalniz O'na kulluga çagirdi. Bütün ahlâksizliklardan uzaklastirdi. Dogru söylemegi, emâneti gözetmeyi, akrabalik haklarina riâyeti, komsularla hos geçinmeyi ögretti. Yalan söylemegi, yetim mali yemegi, haksizlik etmegi yasakladi.
Biz O'na inandik. O'nun gösterdigi Hak Dini kabûl ettik. Bu yüzden kavmimizin hakaret ve iskencelerine ugradik. Fakat dinimizden dönmedik. Dayanamaz hâle gelince onlardan kaçip, sizin himâyenize sigindik..." dedi. Kur'ân-i Kerim'den âyetler okuyarak herkesi heyacâna getirip aglatti.(84) Hz. Isâ ve Meryem'le ilgili olarak:
"Meryem çocugu alip kavmine getirdi. Onlar: Meryem, utanilacak bir sey yaptin. Ey Harûn'un kizkardesi, baban kötü bir kimse degildi, annen de iffetsiz degildi... dediler. Meryem çocugu gösterdi: Biz besikteki çocukla nasil konusabiliriz... dediler. Çocuk: Ben süphesiz Allah'in kuluyum, bana kitap verdi ve beni Peygamber yapti. Nerede olursam olayim, beni mübârek kildi. Yasadigim müddetçe namaz kilmami, zekât vermemi ve anneme iyi davranmami emretti, beni bedbaht bir zorba kilmadi. Dogdugum günde, ölecegim günde ve dirilecegim günde bana selâm olsun.. dedi".
Iste hakkinda süpheye düstükleri Meryem oglu Isâ gerçek söze göre budur." (Meryem Sûresi, 27, 34)
Bu âyetleri dinleyen Habes hükümdari:
-"Allah'a yemin ederim ki, bu sözler Hz. Isây'a gelen sözlerle ayni kaynaktan," dedi ve Kureys elçilerinin teklifini reddetti.(85)
Ertesi gün, Amr Necâsi'nin huzuruna çikarak:
-"Onlar Hz. Isâ hakkinda yakisiksiz sözler söylüyorlar", diyerek hükümdari tahrik etmek istedi. Çünkü Habes Necâsisi Ashame Hiristiyandi.
Bu idiaya karsi Câfer:
-"Biz, Hz. Isâ hakkinda Cenâb-i Hak Kur'ân'da ne bildirmisse ancak onu söyleriz" dedi ve sonra su anlamdaki âyeti okudu.
"Meryem oglu Isâ Mesih, Allah'in Peygamberi, Meryem'e ulastirdigi kelimesidir. O, Allah tarafindan bir rûhdur..." (en-Nisâ Sûresi, 171)
Bunun üzerine Necâsi yerden bir çöp alip göstererek:
"-Hz. Isâ'nin dedikleri ile sizin söyledikleriniz arasinda su çöp kadar bile fark yok. Sizi ve Peygamberinizi tebrik ederim. Sehâdet ederim ki, O zât, hak Peygamberdir. O'nu Hz Isâ müjdelemisti..." dedi. Sonra, Kureys elçilerine:
"-Peygamberlerini yalanlayan kavmin hediyesi bana lâzim degil," diyerek getirdikleri hediyeleri geri verdi.(86)
Habesistan'da Müslümanlar güven içinde kaldilar. Bunlardan bir kismi, Müslümanlar Medine'ye hicret edince Medine'ye gittiler (622 M.). Bir kismi Hudeybiye barisina kadar orada kaldilar. (628 M.) Câfer'in baskanliginda son 16 kisilik kafile ise Hayber'in fethi esnâsinda Medine'ye döndü. (628 M.)
--------------------------------------------------------------------------------
4- HZ. HAMZA VE HZ. ÖMER'IN MÜSLÜMAN OLMALARI
a) Hz. Hamza'nin Müslüman Olmasi
Hamza, Peygamberimizin amcalarindandir. Süveybe'den O da emdigi için, Rasûlullah (s.a.s.) ile süt kardestir. Mekke Devri'nin 6'inci (616 M.) yilinda Müslüman olmustur.
Peygamberimiz bir gün "Safâ" tepesinde otururken yanindan Ebû Cehil geçti. Rasûlullah (s.a.s.)'e çirkin sözlerle hakarette bulundu. Peygamberimiz hiç bir karsilik vermedi.
Hamza o gün ava gitmisti. Dönüsünde, bir câriye, olayi Hamza'ya anlatti. Hamza henüz Müslüman olmamisti. Yegenine hakaret edilmesine dayanamadi, silahini çikarmadan, derhal Kureysin toplanti yerine gitti. "Kardesimin ogluna hakaret eden sen misin?" diyerek yayi ile Ebû Cehil'in kafasina vurup yaraladi. Ebû Cehil, "Hamza Müslüman oluverir" korkusu ile ses çikarmadi. (87) Ebû Cehil'den, Peygamberimize yaptigi hakaretin öcünü alan Hamza, Rasûlullah (s.a.s.)'e giderek O'nu teselli etmek istedi. Rasûlullah (s.a.s.)'in ancak imân etmesi ile memnûn olacagini söylemesi üzerine, sehâdet getirip Müslüman oldu.(88)
Hz. Hamza son derece cesûr, kuvvetli, gözünü budaktan sakinmaz bir kisiydi. Kendisinden üç gün sonra da Ömer Müslüman oldu. Bu ikisinin Müslüman olmalariyla, Müslümanlar büyük destek buldular.
b) Hz. Ömer'in Müslüman Olmasi
Hz. Hamza'nin Islâm'i kabûlü, Müslümanlari sevindirmis fakat müsrikleri telaslandirmisti. Kureys ileri gelenleri "Dârü'n-Nedve" de toplandilar. "Bunlar gittikce çogalip kuvvetleniyorlar, çabuk çâresine bakmazsak, ileride önünü alamayacagimiz tehlikeler dogar... Buna kesin çâre bulmalayiz" dediler. Çesitli teklifler ortaya atildi. Ebû Cehil:
"-Muhammed (s.a.s.)'i öldürmekten baska çikar yol yok. Bu isi yapana su kadar deve ve altin verelim," deyince Ömer ayaga kalkti:
"-Bu isi ancak Hattâb oglu yapar"? dedi. Ömer alkislar arasinda yola çikti. Silahlarini kusanip giderken yolda Abdullah oglu Nuaym'e rastladi. Nuaym:
"-Nereye böyle ya Ömer"? diye sordu. Ömer:
"-Araplar arasina ayrilik sokan Muhammed'in vücûdunu ortadan kaldirmaga"... diye cevâp verdi.
"-Ya Ömer, sen çok zor bir ise kalkismissin. Müslümanlar Muhammed (s.a.s.)'in etrafinda pervane gibi dönüyor, seni O'na yaklastirmazlar. Yapabildigini kabûl etsek, Hâsimogullari seni yasatmazlar"... dedi. Ömer bu sözlere kizdi.
"-Yoksa sen de mi onlardansin"? diye çikisti. Nuaym:
"-Sen benden önce kendi yakinlarina bak. Enisten Saîd ile kiz kardesin Fâtima Müslüman oldular," dedi.
Ömer buna hiç ihtimâl vermedi. Fakat içine düsen süpheyi gidermek için, yolunu degistirip dogru enistesi Saîd b. Zeyd'in evine vardi. Bu esnâda içeride Kur'ân-i Kerîm okunuyordu. Ömer, kapi önünde okunanlari isitti. Kapiyi kirarcasina vurdu.
Içerdekiler Ömer'i görünce telaslandilar. Ömer'in Islâm'a olan düsmanligini biliyorlardi. Hemen Kur'ân sahifesini sakladilar ve kapiyi açtilar. Ömer:
-"Nedir o okudugunuz sey"? diye bagirdi. Enistesi:
-"Bir sey yok", diye cevap verdi. Ömer:
-"Isittiklerim dogruymus" diyerek, hiddetle enistesinin üzerine atildi. Araya giren kiz kardesinin, bir tokatla yüzünü kan içinde birakti. Cani yanan kizkardesi Fâtima:
-"Ya Ömer, Allah'tan kork. Ben ve esim Müslüman olduk, bundan gurur duyuyoruz ve senden korkmuyoruz. Öldürsen de dinimizden dönmeyiz"... dedi ve sehâdet getirdi. Yüzü kan içindeki kiz kardesinin bu hâli ve sözleri Ömer'i sarsti, kalbinde bir yumusama basladi, âdeta yaptiklarina pismandi. Oldugu yere oturdu:
-"Hele su okudugunuz seyi getirin, göreyim", dedi. Kiz kardesi Kur'ân-i Kerîm sahifesini O'na verdi. Bu sahife "Tâ Hâ" veya "Hadîd" Sûresinin ilk âyetleriydi. Ömer büyük bir ilgi ile sahifeyi okumaya basladi.
"Göklerde ve yerde ne varsa, hepsi Allah'i tesbîh ederler. Yegâne galip ve hikmet sahibi olan O'dur. Göklerin ve yerin hükümranligi O'nundur, hem diriltir, hem öldürür. O her seye hakkiyla kâdirdir. O her seyden öncedir. Kendisinden sonra hiç bir seyin kalmayacagi Son'dur, varligi asikârdir, gerçek mâhiyeti insan için gizlidir, O her seyi bilir"... (el- Hadîd Sûresi, 1-3)
Ömer bu âyetleri okuduktan sonra derin bir düsünceye daldi. Allah Kelâmi'nin yüksek mânâ ve fesâhati onun kalbine islemisti. "Göklerde ve yerde olan seyler hepsi Allah'in, bizim putlarimizin bir seyi yok...," diye düsündü. "Beni Rasûlullah (s.a.s.)'in yanina ***ürün" dedi O esnada Hz. Peygamber (s.a.s.) Safâ semtinde Erkâm'in evindeydi.
Ömer'in silahli olarak geldigini gören Müslümanlar telaslandilar. Yalnizca, Hz. Hamza:
-Iyilik için gelirse ne âlâ, aksi halde gelecegi varsa, görecegi de var, telâsa gerek yok... dedi. Sagindan ve solundan iki kisi tutarak Rasûlullah (s.a.s.)'in huzuruna ***ürdüler. Ömer, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in önünde diz çökerek sehâdet getirdi. Orada bulunanlar sevinçlerinden hep birden tekbir getirdiler. Safâ tepesinde yükselen "Allâhü Ekber" sadâsi ile Mekke ufuklarini çinlattilar.(89)
Ömer:
-"Kaç kisiyiz"? diye sordu.
-"Seninle 40 olduk," dediler. Ömer:
-"O halde ne duruyoruz"? Hemen çikalim, Harem-i Serîf'e gidelim, dedi. Bütün Müslümanlar toplu halde Kâbe'ye gittiler.
Kureys, Dâru'n-Nedve'de sonucu merak içinde beklemekteydi. Müslümanlarin toplu halde Harem-i Serîf'e ilerledigini görünce:
-"Iste Ömer, hepsini önüne katmis getiriyor... " dediler.
Ömer Kureyslileri görünce:
-"Beni bilen bilsin, bilmeyen ögrensin, Ben Hattab oglu Ömer'im. Iste Müslüman oldum..." dedi ve sehâdet getirdi. Kureysliler saskina döndüler. Her biri bir tarafa savustu.
Müslümanlar ilk defa Harem-i Serîfte saf olup topluca namaz kildilar.(90)
Hamza ve Ömer'in Müslüman olmalariyla, Islâm'in yayilmasi hiz kazandi. Daha önce 6 yilda sayilari ancak 40 kisiye ulasabilmisken bir yil sonra Müslümanlarin sayisi 300'ü geçmis, bunlardan 90 kisi Habesistan'a hicret etmisti.
--------------------------------------------------------------------------------
(87) Ibn Hisâm, 311-312; Ibnü'l-Esîr, 2/83
(88) Târih-i Dini Islâm, 2/228
(89) Ibn Hisâm, 1/366-371; Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 2/84-87
(90) Târih-i Din-i Islâm, 2/238-239
--------------------------------------------------------------------------------
5- MÜSRIKLERIN BOYKOT ILÂNI
a) Müslümanlarin Muhâsaraya Alinmasi (616 M.)
Mekke müsrikleri, Islâm nûrunun sönmesi için , ellerinden gelen her seyi yaptilar. Alay, hakaret ve iskencenin her çesidini denediler. Bütün bunlar Islâm'in yayilmasina, Müslümanlarin sayilarinin günden güne artmasina engel olamiyordu.
Mekke Devri'nin 7'nci yili (616 M.) Muharrem ayinda Kureys ileri gelenlerinden 40 kisi Ebû Cehil'in baskanliginda toplandilar. Hâsim ogullariyla alis-veris yapmamaga, kiz alip-vermemege, görüsüp bulusmamaga, ekonomik ve sosyal her türlü iliskiyi kesmege karar verdiler. Bu karari bir ahidnâme seklinde yazip mühürlediler ve bir beze sararak Kâbe'nin içine astilar. Böylece Müslümanlari canlarindan bezdirip Hz. Peygamberin kendilerine teslim edilecegini umdular. Karara aykiri hiç bir sey yapmayacaklarina dâir yemin ederek karar hükümlerini müsâmahasiz uygulamaga basladilar.(91)
Bu karardan sonra, surada-burada daginik halde olan bütün Müslümanlar Ebû Tâlib mahallesi'nde Hâsimî'lerle birlestiler. Ebû Leheb, Hâsimî'lerden oldugu halde, müsriklerle beraber oldu ve mahalleden çikti. Ebû Tâlib, Müslüman olmadigi halde, Müslümanlarin basina geçti. Hz. Peygamber de üç yildan beri ikamet etmekte oldugu Erkâm'in evinden, Ebû Tâlib Mahallesine tasindi. Müslümanlar burada üç yil (616-619 M.) abluka altinda kaldilar.
b) Acikli Günler
Müslümanlar abluka altinda kaldiklari bu üç yil içinde çok sikinti çektiler. Yeteri kadar erzâk temin edemedikleri için, açliktan agaç yapraklarini yediler. Bazi küçük çocuklar, gidasizliktan öldü. Ebû Cehil gece-gündüz Ebû Tâlib Mahallesi'ne girip çikanlari kontrol ediyor, mahalleye gizlice yiyecek maddesi sokulmasina imkân vermiyordu. Hamza ve Ömer gibi cesûr olanlarin disinda kimse çarsiya çikip alis-veris yapamiyordu. Sa'd Ibn Ebî Vakkas, bir defa buldugu bir deri parçasini islatmis, ateste kavurarak yemisti. Kadinlarin ve çocuklarin açliktan feryatlari mahalle disindan duyuluyordu. Müslümanlar yillik yiyecek ve diger ihtiyâçlarini ancak "eshür-i hurum" denilen kan dökülmesi yasak dört ayda (Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep) temin etmege çalisiyorlardi. Peygamber Efendimiz de dâvet ve teblig vazifesini, özellikle Mekke'ye disaridan gelenlere ancak bu aylarda yapabiliyordu. Müslümanlar üç yil süren bu boykot esnâsinda dayanilmaz sikintilara katlandilar. Fakat Kureys bundan da hiç bir netice alamadi.
c) Boykot Anlasmasi'nin Yirtilmasi
Müslümanlarin bu acikli durumu müsriklerden bazi insafli kimseleri de rahatsiz etmege basladi. Hisâm b. Amr, Züheyr b. Ebî Ümeyye, Mut'im b. Adiy, Ebu'l-Bahterî, Zem'a b. Esved ve Adiy b. Kays bu karari bozmak üzere anlastilar.(92) Kureys'in toplu bulundugu bir anda Harem-i Serîf'e gittiler. Içlerinden Züheyr:
-"Ey Kureys toplulugu, su yaptigimiz sey, insanliga yakismaz. Biz her imkândan yararlanirken, bizim kabilemizin bir kolu olan Hâsimogullarinin aç birikilmasi insâfla bagdasmaz. Bu kararin bozulmasi gerekir... Yemin ederim ki bu zâlim ahidnâme yirtilmadikça buradan ayrilmiyacagim." diye söze basladi. Ebû Cehil, Züheyr'i susturmak istediyse de, digerleri de onu destekledikleri için muvaffak olamadi.(93)
Esâsen Kâbe' ye astiklari bu ahidnâmenin agaç kurtlari tarafindan yendigini Hz. Peygamber (s.a.s.) haber vermisti. Bir kösede oturmakta olan Ebû Tâlib de:
-"Gidin, bakin. Eger yegenimin sözü dogru çikmazsa ben her istediginize râziyim. Ama dogru ise sizin de bu zulme son vermeniz gerekir." demis, bu haber bütün Mekke'de yayilmisti. Gerçekten, ahidnâmeyi yirtmak için ellerine aldiklarinda, bütün yazilarin kurtlar tarafindan yenilmis oldugunu gördüler.(94) Müslümanlar Mekke Devri'nin 10'uncu yilinda böylece bu korkunç boykottan kurtulmus oldular.
--------------------------------------------------------------------------------
IV- HÜZÜN YILI (Nübüvvet'in 10.Yili)
1- IKI BÜYÜK ACI;
EBÛ TÂLIB VE Hz. HATICE'NIN VEFATLARI
Müslümanlar ablukadan kurtulduklari için sevindiler. Çektikleri sikintilari unutmaga basladilar. Fakat sevinçleri uzun sürmedi. Boykotun kalkmasindan 8 ay kadar sonra, iki büyük aci ile karsilastilar. Mekke Devri'nin 10'uncu yili Sevvâl ayinda önce Ebû Tâlib, üç gün sonra da Hz. Hatice vefât etti.(95/1)
Ebû Tâlib, Müslüman olmamisti.(95/2) Fakat Hz. Peygamber (s.a.s.)'e son derece bagliydi. O'nu çok seviyor, bu yüzden her fedâkârliga katlanarak, müsriklerden gelecek kötülüklere karsi O'nu koruyordu. Ölürken bile, Hâsimogullarina, "O'na bagli kalmalarini, ugrunda her fedâkârligi yapmalarini, sözünden çikmamalarini" vasiyyet etmisti.
Hz. Hatice O'nun gam ortagi, sefkatli bir hayat arkadasiydi. En sikintili anlarinda O'nu teselli ediyor, bütün varligi ile O'na destek oluyordu.
En büyük destegi olan, sevdigi iki insani pespese kaybettigi için Rasûlullah (s.a.s.) çok üzüldü. Bu sebeple Mekke Devri'nin 10'uncu yilina "Senetü'l-huzn" (Hüzün yili ) denildi.
Müsrikler, Ebû Tâlib'in sagliginda, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in sahsina pek ilisemiyorlardi. O'nun ölümünden sonra, Rasûlullah (s.a.s.)'in sahsina da her türlü kötülügü yapmaga basladilar. Bir defa, Kâbe'de namaz kilarken, Ebû Cehil'in tesvîki ile Ebû Muayt oglu Ukbe, yeni kesilmis bir devenin barsaklarini getirip, secdede iken üzerine koymus, Rasûlullah (s.a.s.) basini secdeden kaldiramamisti. Kizi Fâtima yetiserek, üzerini temizlemis, Rasûlullah (s.a.s.) namazini bitirdikten sonra etrâfinda gülüsen müsrikleri isâret ederek üç defa:
-"Allah'im Kureysten su zümreyi sana havâle ediyorum" dedikten sonra:
"Ebû Cehil'i, Ebû Muayt oglu Ukbe'yi, Haccâc oglu Su'be'yi, Rabîa'nin ogullari Utbe ve Seybe'yi, Halef'in ogullari Übeyy ve Ümeyye'yi, sana havâle ediyorum." diye isimlerini birer birer saymisti. Rasûlullah (s.a.s.)'in isimlerini saydigi bu azili müsriklerin hepsi de Bedir Savasi'nda katledilip, lesleri Bedir'deki "Kalîb" denilen kuyuya atilmistir.(96)
2- TÂIF YOLCULUGU (620 M.)
a) Hz. Peygamber'in Tâif'te Karsilanisi
Kureys'in zulümleri artik katlanilamaz bir duruma gelmisti. Bu yüzden Hz. Peygamber (s.a.s.) Mekke Devri'nin 10'uncu yili (620 M.) Sevvâl ayinda, yanina evlâtligi Hârise oglu Zeyd'i de alarak Tâif'e gitti. Tâiflileri "Hak Din"e dâvet edecekti.
Tâif'te Sakiyf Kabîlesi vardi, onlar da putperestti. Rasûlullah (s.a.s.) 10 gün kadar, onlara Islâm'i anlatmaga çalisti, ileri gelenleri ile görüstü. Hiç biri Müslüman olmadigi gibi, "Senden baska Peygamberlik gelecek kimse kalmadi mi?" diye alay ettiler "Memleketimizden çik da nereye gidersen git.." diye Allah sevgilisini kovup hakaret ettiler. Tâif'ten ayrilirken de çoluk çocugu ve ayak takimi düsük tabîatli kisileri yolun iki tarafina siralayip taslattilar. Rasûlullah (s.a.s.)'in ayaklari, atilan taslarla yara-bere içinde kaldi, ayakkabilari kanla doldu. Ayaklarindaki yaralarin verdigi acidan yürüyemez hâle gelip oturmak istedikçe, zorla kaldirip yarali ayaklarini taslamaga devâm ediyorlar, bu yürekler parçalayan acikli hâline gülüp egleniyorlardi. Vucûdunu atilan taslara siper eden evlâtligi Zeyd, bir kaç yerinden yaralandi. Rasûlullah (s.a.s.) hayâti boyunca karsilastigi sikintilardan en büyügünü o gün yasamisti. Nihâyet Rabîa'nin ogullari Utbe ve Seybe'nin yol üstündeki bagina siginarak ayak takiminin tâkiplerinden kurtulabildi. Burada bir çardagin gölgesinde, ellerini kaldirip su hazîn duâyi yapti:
-"Ilâhi, kuvvetimin za'fa ugradigini, çâresizligimi, halkin gözünde hor ve hakîr görüldügümü ancak sana arzederim. Ey merhametlilerin en merhametlisi, herkesin zayif görüp de dalina bindigi bîçârelerin Rabbi sensin, Ilâhî, huysuz ve yüzsüz bir düsmanin eline beni düsürmeyecek, hatta hayâtimin dizginlerini eline verdigim akrabamdan bir dosta bile birakmayacak kadar bana merhametlisin.
Yâ Rabb, eger bana karsi gazabli degilsen, çektigim belâ ve sikintilara hiç aldirmam, fakat senin esirgeyiciligin bunlari da göstermeyecek kadar genistir.
Yâ Rabb gazabina ugramaktan, rizandan mahrûm kalmaktan, senin karanliklari aydinlatan, din ve dünya islerini dengeleyen yüzünün nûruna siginirim. Râzi oluncaya kadar iste affini diliyorum. Bütün kuvvet ve kudret ancak seninledir..." (97)
Görüldügü üzere yapilan bunca ezâ ve cefâya ragmen bedduâ etmemis, hatta yolda Mekke'ye iki konak mesâfede "Karn" denilen yerde kendisine Cebrâil gelerek:
-"Ey Allah'in Rasûlü, Allah kavminin sana söylediklerini isitti, yaptiklarini gördü, sana su Daglar Melegi'ni gönderdi. Kavmin hakkinda ne dilersen, bu melege emredebilirsin..." dedi. Daglar emrine verilmis olan melek de kendisini selâmladiktan sonra:
-"Ya Muhammed, emrine hazirim. (Ebû Kubeys ile Kayakan denilen) su iki yalçin dagin Mekkeliler üzerine devrilip, birbirine kavusarak müsrikleri tamâmen ezmelerini istersen emret..." dedi. Fakat Rasûlullah (s.a.s.):
-"Hayir, onlarin ezilip yok olmalarini degil, Rabbimin bu müsriklerin sulbünden, O'na hiç bir seyi ortak kilmayan ve yalniz Allah'a ibâdet eden bir nesil meydana getirmesini istiyorum..." demistir.(98)
Rabîa'nin ogullari, Peygamber Efendimizin acikli hâlini gördüler. Hiristiyan köle Addâs ile O'na bir salkim üzüm gönderdiler. Rasûlullah (s.a.s.) "Bismillah..." diyerek üzümü yemege baslayinca, Addâs hayretle:
-"Bu bölge halki böyle söz söylemezler, onlar Allah adini anmazlar", dedi. Hz. Peygamber ona nereli oldugunu sordu. Addâs:
-"Ninovaliyim, Hiristiyanim", diye cevâp verdi. Rasûlullah(s.a.s.):
-"Demek kardesim Yunus Peygamberin memleketindensin".... dedi. Addâs:
-Sen Yûnus'u nerden biliyorsun? diye sordu. Rasûlullah (s.a.s.):
-Yûnus benim kardesim, O'da benim gibi Peygamberdi, dedi. Daha sonra Rasûl-i Ekrem Addâs'a Islâmiyeti anlatti. Addâs da orada Müslüman oldu.(99)
Hz. Muhammed (s.a.s.) en zor ve en sikintili anlarinda bile Peygamberlik görevini ihmâl etmiyordu.
b) Mekke'ye Dönüs
Rasûl-i Ekrem'in himâyesiz Mekke'ye girmesi imkânsizdi. Esasen, hayâti tehlikede oldugu için Mekke'den Tâif'e gitmisti. Bu sebeple dönüste, Hira (Nûr) Dagina çikarak, Kureysin hatiri sayilir büyüklerinden Adiyy oglu Mut'im'e haber gönderdi. O'nun himâyesinde gece vakti Mekke'ye girdi. Kâbe'yi tavâf edip Hârem-i Serif'de iki rek'at namaz kildiktan sonra evine döndü. Arap âdetlerine göre, bir kimse himâyesine aldigi kisiyi korumaga mecburdu. Bu sebeple, Mut'im ve çocuklari silahlanip Kâbe'nin dört bir tarafini tuttular. Peygamber Efendimizin Mekke'ye girip serbestçe tavâf etmesini ve evine gitmesini sagladilar.(100) (620 M.)
Mut'im, Bedir savasinda müsrik olarak öldü. Peygamber Efendimiz, Mut'im'in bu iyiligini unutmamis, Bedir esirlerinin kurtarilmasi için Medine'ye gelen oglu Cübeyr b. Mut'im'e:
- "Eger senin o ihtiyar baban, sag olsaydi da bu murdar herifleri benden isteseydi, hepsini ona bagislardim." demisti. (101)
(95/1) Zâdü'l-Meâd, 2/123; Ibn-Hisâm, 2/57-58; Ibnü'l-Esîr, 2/90-91 (Hz. Hatice'nin Ebû Tâlib'den 50-55 gün kadar sonra vefât ettigi rivâyeti de vardir.)
(95/2) Ebû Talib ile Hz. Peygamber (s.a.s.)in anne ve babasinin ehli necattan olup olmadigi hakkinda bkz. Tecrid Tercemesi 4/679-703 (Hadis No: 665 ve izahi) ve 10/57-59 (Hadis No: 1549)
(96) Bkz. el- Buhârî 1/65; Tecrid Tercemesi, 1/161 (Hadis No: 177) ve 2/377 (Hadis No : 314) ve 10/45, (Hadis No: 1544)
(97) Bkz. Tecrid Tercemesi, 2/614 (431 No'lu Hadis ve açiklamasi) Ibn; Hisâm, 2/61; Ibnü'l-Esîr, 2/91-92; Zâdü'l-Meâd, 2/123-124.
(98) Bkz. el-Buhârî 4/83; Tecrid Tercemesi, 9/ 35 (Hadis No: 1333); Zâdü'l Meâd, 2/124
(99) Ibn-Hisâm, 2/62; Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 2/92
(100) Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 2/92-93; Zâdü'l-Meâd, 2/124; Târih-i Din-i Islâm, 2/278-279
(101) Buhârî, 5/20; Tecrid Tercemesi, 10/170 (Hadis No: 1574)
--------------------------------------------------------------------------------
V- KABÎLELERI ISLÂMA DÂVET ve AKABE BÎATLARI
1- KABÎLELERI ISLÂMA DÂVET
Hz. Peygamber (s.a.s.) Tâif'e Sevvâl ayinda gitmisti. Dönüsünde "eshür-i hurum" denilen kan dökülmesi yasak aylardan Zilkade girmis hac mevsimi baslamisti.
Rasûlullah (s.a.s.) Hac mevsiminde Mekke yakinlarinda kurulan Ukaz, Mecenne, Zülmecâz.. gibi panayirlara gidiyor, oralarda toplanan diger Arap kabîleleriyle görüsüyor, onlara Kur'ân-i Kerîm okuyor, Hak Dini teblige çalisiyordu.
Kureysin ileri gelenleri Müslümanligin Mekke disinda, diger kabîleler arasinda yayilmasindan endiseye düstüler. Rasûlullah (s.a.s.)'in gayretlerini bosa çikarmak, O'nun sözlerine diger kabîlelerin deger vermelerini önlemek için çâre aradilar. "Hz. Muhammed (s.a.s.) için ne diyelim?..." diye düsündüler. Içlerinden en isâbetli karar verdigini kabûl ettikleri Mugire oglu Velîd'den bu konuda yardim istediler.
Velîd, edebiyatin her çesidinden anlayan, pek çok sâir ve hatibin düsünce ve bilgisinden yararlandigi son derece zeki, zengin ve itibârli bir yasliydi. Rasûlullah (s.a.s.) ile görüserek O'ndan Kur'ân-i Kerîm dinledikten sonra kanaatini söyle özetledi.
- "Ben siirin her çesidini bilirim. Muhammed'den dinlediklerim siir degil. O halde O'na sâir denilemez. Dinlediklerim, nesir de degil. O sözlerdeki güzellik ve belâgat hiç bir sözde bulunmaz.
Muhammed (s.a.s.)'e sihirbaz veya falci da diyemeyiz. Çünkü sözlerinin sihir ve fal ile bir ilgisi yok. Mecnûn veya deli de denilemez. Çünkü bu takdirde size kimse inanmaz. Bu derece güzel sözleri, degil bir delinin, akilli kimselerin bile söyleyebilmesi mümkün degildir. Muhammed (s.a.s.)'e sihirbâz da diyemezsiniz. Çünkü okuyup üflemiyor, dügüm baglamiyor, sihirle ilgili hiç bir sey yapmiyor..."
- "O halde ne diyecegiz?" diye sordular.
- "Ne diyeceginizi bilemem. Fakat sizin isnâd ettiginiz, (sâir, falci, mecnûn, sihirbâz.. gibi) sözlerin hiç biri O'na uymuyor. O'nda böyle vasiflar yok. Kimseyi bu sözlere inandiramazsiniz..." dedi.
Fakat, Velîd ertesi gün:
- "O'na sihirbâz demek, baska sifatlardan daha uygun. Çünkü sözleri kardesi kardesten ayiriyor. Akraba arasina ayrilik sokuyor. Bu sebeple O'nun sözleri sihir ve büyüden baska bir sey degil. O'na sihirbâz deyin." dedi. (102)
Kur'ân-i Kerîm Velîd'in bu tutumunu söyle anlatir:
-"Çünkü o, düsündü, ölçtü, biçti. Cani çikasi ne biçim ölçtü biçti... Sonra bakti (düsündü), sonra kaslarini çatti, suratini asti. Sonra da sirt çevirip büyüklük tasladi. Bu sâdece ögretilen bir sihirdir, bu Kur'ân yalnizca bir insan sözüdür" dedi... (el-Müddessir Sûresi, 18-25)
Böylece O'na "sihirbâz, büyücü" demege karar verdiler. Rasûlullah (s.a.s.) kiminle, hangi toplulukla görüsse, arkasindan gidip:
Sakin O'nu dinlemeyin, sözlerine kanmayin. Büyücüdür, kardesi kardesten ayirir... diye propaganda yapiyorlardi.(103) Fakat müsriklerin bütün çabalari Islâm nûru'nun yayilmasini önleyemeyecekti.
"Allah'in nûrunu agizlariyle söndürmek isterler. Oysa, kâfirler istemese de Allah nûrunu mutlaka tamamlayacaktir." (et-Tevbe Sûresi, 32)
2- AKABE BIATLARI Zilhicce (621 ve 622 M.)
a) Akabe Görüsmeleri
Peygamber (s.a.s.) Efendimiz Hac mevsimlerinde, Mekke yakinlarinda kurulan panayirlara gelen, Kâbe'yi ve putlarini ziyâret eden kabîleler arasinda dolasiyor, onlara Kur'ân okuyor, onlari Islâm'a dâvet ediyordu. Bir gün Mekke'nin kuzeyinde, Mekke ile Mina arasinda "Akabe" denilen bir tepede alti kisilik bir topluluga rastladi. Bunlar, Medine'den "Hazrec" kabîlesinden idiler.(104) Rasûlullah (s.a.s.) onlarla konustu. Kur'an-i Kerîm okudu, Islâm Dini'ni anlatti ve onlari Müslümanliga dâvet etti.
Medine'deki "Evs" ve Hazrec" adli Arap kabîleleri ile "ehl-i kitâb" olan Yahûdiler arasinda eskiden beri geçimsizlik vardi. Ne zaman aralarinda bir tartisma veya kavga çiksa, putperest olan Evs ve Hazreçlilere Yahûdîler:
Yakinda bir Peygamber gelecek, biz O'na uyar, kuvvetleniriz, öcümüzü sizden o zaman aliriz.. derlerdi. Medine'liler yakinda bir Peygamber gelecegini yasli kimselerden de sik sik duyuyorlardi. Hz. Peygamber (s.a.s.), onlari yeni dine dâvet edince birbirlerine bakistilar. "Yahûdilerin bekleyip durduklari, yaslilarin haber verdikleri Peygamber iste budur, biz Yahûdîlerin önüne geçelim..." diyerek, kelime-i sehâdet getirip, hemen Müslüman oldular.(105)
Mekke Devri'nin 10'uncu yilinin Zilhicce ayinda (Nisan 620 M.) gerçeklesen bu olaya "Birinci Akabe Görüsmesi", burada Islâm'i kabûl eden alti kisiye de "Ilk Medineli Müslümanlar" denir.(106)
Hz. Peygamber (s.a.s.) ile Medine'liler arasinda, hac mevsimlerinde "Akabe" tepesinde yapilan görüsmeler, Mekke Devri'nin 10-11 ve 12'inci yillarinda olmak üzere üç defa oldu 11 ve 12'inci yillardaki görüsmelerde "Bîat" da yapildi. Bu sebeple, Akabe görüsmelerinin sayisi üç; Akabe Bîatlari'nin sayisi iki'dir.
b) Birinci Akabe Bîati (Zilhicce 621 M.)
Akabe Tepesinde Hz. Peygamber (s.a.s.)'le görüsüp Müslüman olan bu 6 kisi, hac mevsimi sonunda Medine'ye döndüler. Gördüklerini, yakinlarina ve dostlarina anlatarak, Medine'de Müslümanligi yaymaga basladilar.
Bir sene sonra, hac mevsiminde Hz. Peygamber (s.a.s.) ile görüsmek üzere Medine'den Mekke'ye 10'u Hazrec, 2'si Evs kabîlesinden olmak üzere 12 Müslüman geldi. Bunlardan 5'i, bir yil önceki ilk Akabe görüsmesinde bulunanlardandi. Baskanlari yine, birinci görüsmede oldugu gibi "Zürâre oglu Es'ad"ti. Mekke Devri'nin 11'inci yili Zilhicce ayinda Rasûlullah (s.a.s.) ile bulustular. Bu ikinci bulusmada Medine'li 12 Müslüman(107) "Allah'a sirk kosmayacaklarina, hirsizlik ve zinâ yapmayacaklarina, (kiz) çocuklarini öldürmeyeceklerine, kimseye iftirâ etmeyeceklerine, Allah ve Peygamberine itâatten ayrilmayacaklarina" dâir Rasûlullah (s.a.s.)'e taahhütte bulundular; Hz. Peygamber (s.a.s.)'in elini tutarak bîat ettiler.(108)
Medine'li Müslümanlar, bu görüsme ve bîattan sonra, Müslümanligin yayilmasina gayret etmek üzere, memleketlerine döndüler. Rasûlullah (s.a.s.)'in Medine'de Müslümanligi ve Kur'ân-i Kerîm'i ögretmek üzere ögretmen olarak görevlendirdigi "Umeyr oglu Mus'ab"i da berâberlerinde ***ürdüler.(109)
Mus'ab, Akabe'de bîat edenlerin reisi Hazrec kabîlesinden Es'ad b. Zürâre'nin evinde misâfir olmustu. Evs ve Hazrec kabîlesi'nden Müslümanligi kabûl edenlerin evlerine birer birer giderek, onlara Kur'ân-i Kerîm ve din bilgileri ögretiyor, güzel ahlâki, nezâketi ve kibarligi ile herkesi Islâm'a bagliyordu.
Es'ad b. Zürâre ve Mus'ab b. Umeyr'in gayretleriyle Medine'de Müslümanlarin sayisi hizla artiyordu. Yalniz Evs kabîlesi reislerinden Sa'd b. Muâz ile Üseyd b. Hudayr Müslümanligi henüz kabûl etmemislerdi. Bir gün Esâd ile Mus'ab çevrelerine toplananlara Müslümanligi anlatirken Üseyd yanlarina geldi, maksadi onlara mâni olmakti.
- Siz ne yapmak istiyorsunuz? Halki atalarinin yolundan saptiriyorsunuz... diye söylendi. Mus'ab O'na çok nâzik davrandi. Kurân-i Kerîm okudu. Kisaca Müslümanligi anlatti. Üseyd, Kur'ân-i Kerîm 'in tesirinde kaldi, "Bu ne güzel sey..." diyerek Müslüman oldu ve söyle dedi:
- Ben gidip Sa'd b. Muâz'i göndereyim. Eger o da Müslümanligi kabûl ederse, bu memlekette Müslüman olmayan hiç kimse kalmaz.
Sa'd, Medine'de Müslümanligin yayilmasindan memnûn degildi. Es'ad ve Mus'ab'in yanlarina öfke ile gitti.
Ey Es'ad, seninle aramizda akrabalik baglari olmasaydi, kabilemiz arasina bu ayrilik tohumlarini sokmana katlanmazdim... diyerek çikisti. Mus'ab ona da son derece yumusak ve kibar davrandi. Kisaca Müslümanligi anlatti. Kur'ân-i Kerîm okudu. Neticede Sa'd b. Muâz da Müslüman olarak oradan ayrildi. Bu iki reisin tesiriyle Evs ve Hazrec kabîleleri içinde hemen hemen Müslüman olmayan kimse kalmadi.(110)
Mus'ab, Medine'deki bu memnûniyet verici gelismeleri Hz. Peygamber (s.a.s.)'e bildirdi. Rasûlullah (s.a.s.) ve Müslümanlar bu duruma çok sevindiler. Bundan dolayi bu seneye "Senetü'l Ibtihâc" (Sevinç yili) denildi.(111)
c) Ikinci Akabe Bîati (Zilhicce 622 m.)
Mekke Devri'nin 12'inci yili hac mevsiminde, Medine'den Mekke'ye gelen ziyâretçiler arasinda (73'ü erkek, 2'si kadin) 75 Müslüman vardi. Bunlar hac'dan sonra (eyyâm-i tesrik'in 2'nci gecesi), gece yarisi Hz. Peygamber (s.a.s.) ile gene Akabe tepesi'nde gizlice bulustular. Dikkati çekmemek için, her biri, degisik zamanlarda ve ayri yollardan gelerek burada toplandilar. Içlerinde, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Medine'li akrabasi Neccâr ogullarindan Zeyd oglu Hâlid (Ebû Eyyûb el-Ensârî) de vardi.
Rasûlullah (s.a.s.) toplantiya amcasi Abbâs'la birlikte geldi. Abbâs henüz Müslüman olmamisti. Fakat yegenine son derece bagliydi. Ebû Tâlib'in ölümünden sonra, Arab âdetine göre O'nu himâyesine almisti. Bu sebeple önce toplantida Abbâs konustu:
- Ey Hazrec ve Evs Cemaati,
Siz de bilirsiniz ki, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in aramizda üstün bir yeri vardir. Biz, O'nu simdiye kadar, düsmanlarina karsi koruduk, yine de koruyacagiz. Siz simdi O'nu, Medine'ye dâvet ediyor, orada kalmasini istiyorsunuz. Kendisi de böyle arzu ediyor.
Ancak siz O'nu düsmanlarina karsi koruyabilecekseniz, ***ürünüz. O'nu ele verecekseniz, bundan simdiden vazgeçiniz.".. dedi.(112) Medineliler Abbâs'i dinledikten sonra:
- Yâ Rasûlallah, siz de konusunuz. Bizden, Allah için, kendiniz için istediginiz andi aliniz. Haziriz... dediler.
Hz. Peygamber (s.a.s.) bir mikdâr Kur'ân-i Kerim okuduktan sonra:
- Sevinçli hâlinizde de, kederli hâlinizde de din isinde kusur etmeyeceginize, hakkin yerine getirilmesi için hiç bir seyden çekinmeyeceginize, yurdunuza hicret ettigimde beni âileleriniz ve çocuklariniz gibi koruyacaginiza.. sizden söz (and) istiyorum" dedi. Medineli Zürâreoglu Es'ad:
Yâ Rasûlallah, biz buraya sana bîat etmege geldik. Sen nasil emredersen öyle yapariz. Çocuklarimizi, âilelerimizi nasil korursak, seni daha fazla koruruz . Sözümüzde dururuz. Inâyet Allah'tandir... dedi. Medineliler:
- Yâ Rasûlallah, Senin ugrunda, gösterdigin yolda ölürsek bize ne var? diye sordular.
Hz. Peygamber (s.a.s.):
- Ahirette mükâfat olarak Cennet, dedi.
- Öyleyse ver elini, dediler. Hepsi de Hz. Peygamber (s.a.s.)'in elini tutarak, "Islâm yolunda gerekirse öleceklerine" and verip bîat ettiler.(113)
Hz. Peygamber (s.a.s.)'in ve Müslümanlarin Medine'ye hicreti de bu görüsmede kararlastirildi. Toplanti bittikten sonra, müslümanlar, geldikleri gibi, gene gizlice ayri ayri yollardan dagildilar.
Kureysliler 2'nci Akabe Bîatini, ancak kabîleler Mekke'den ayrildiktan sonra duyabildiler.
--------------------------------------------------------------------------------
(102) Ibn Hisâm, 1/288-289; Târih-i Din-i Islâm, 2/188-192
(103) Bkz. Ibn-Hisâm, 2/63-65; Ibnü'l-Esîr, 2/93-94
(104) Hz. Peygamber (s.a.s.)'in dedesi Abdülmuttalib'in annesi Selma hatunun Hazrec kabilesinden olusu sebebiyle, Rasûlüllah (s.a.s.) ile Hazrecliler arasinda akrabalik vardi.
(105) Ibni Hisâm, 2/70-71; Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 2/95; Zâdü'l-Meâd, 2/131
(106) Hepsi de Hazrec kabîlesinden olan bu alti kisi sunlardir. Zürâre oglu Es'ad, Mâlik oglu Râfi, Hâris oglu Avf, Âmir oglu Kutbe, Âmir oglu Ukbe, Abdullah oglu Câbir. (Ibn Hisâm, 2/71-72; Zâdü'l-Mead. 2/132)
(107) Isimleri: Es'ad b. Zürâre, Râfi b. Mâlik, Avf b. Hâris, Kutbe b. Âmir, Ukbe b. Âmir, Muâz b. Hâris, Zekvân b. Abd-i Kays, Ubâde b. Sâmit, Yezid b. Sa'lebe, Abbas b. Ubâde, Ebu'l Heysem b. Teyyihan, Uveym b. Sâide, (Ibn Hisâm, 2/ 73-75; Zâdül-Meâd, 2/132)
(108) Bkz. El-Mümtehine Sûresi, 12; el-Buhârî, 1/10; Tecrid Tercemesi, 1/29; (Hadis No: 18); Ibn Hisâm, 2/75
(109) Ibn Hisâm, 2/76; Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 2/96
(110) Ibn Hisâm, 2/77-79; Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 1/97-98
(111) Târih-i Din-i Islâm, 2/313
(112) Ibn Hisâm, 2/84; Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 2/98-99
(113) Ibn Hisâm, 2/84-85; Ibnü'l Esîr, a.g.e., 2/100
--------------------------------------------------------------------------------
3- ISRÂ VE MÎRÂC MÛCIZESI (Receb 621 M.)
a) Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Mîrâci
Ikinci Akabe görüsmesinden sonra, Mekke Devri'nin 11'inci yili Recep ayinin 27'inci gecesi (Hicretten 19 ay önce) Peygamber Efendimizin "Isrâ ve Mîrâc" mûcizesi gerçeklesti.
Isrâ, gece yolculugu ve gece yürüyüsü; Mîrâc ise, yüksege çikmak ve yükselme âleti demektir. Bu büyük mûcize, gecenin bir bölümünde cereyân ettigi ve Rasûlullah (s.a.s.) bu gece semâlara ve yüce makamlara yükseldigi için bu mûcizeye "Isrâ ve Mîrâc" denilmistir.
Kur'ân-i Kerîm'de el-Isrâ Sûresi'nin 1'inci âyetinde:
"Kulu Muhammed (s.a.s.)'i, bir gece Mescid-i Harâm'dan, kendisine bir kisim âyetlerimizi göstermek için, etrâfini mübârek kildigimiz Mescid-i Aksâ'ya ***üren Allah'in sâni ne yücedir. Dogrusu O isitir ve görür." buyrulmustur.
Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)'in Mekke'deki Mescid-i Harâm'dan Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'ya olan mîrâci, yukarida anlami yazilan âyet-i kerime ile sâbittir. Mescid-i Aksâ'dan semâlara ve yüce makamlara yükseldigini ise, Peygamber Efendimizden nakledilen sahîh hadîs-i serîflerden ögrenmekteyiz. Hadîs-i serîflerde anlatilanlarin özeti söyledir.(114)
Rasûlullah (s.a.s.) bir gece Kâbe'nin "Hatîm" denilen kisminda iken, Cebrail'in getirdigi "Burak" denilen binege binerek Kudüsteki Mescid-i Aksâ'ya gelip burada namaz kilmistir. Buradan da "Mîrâc" denilen âlete binerek, semâlara yükselmistir. 1'inci semâda Hz. Âdem, 2'inci semâda Hz. Yahyâ ve Hz. Isâ, 3'üncü semâda Hz. Yûsuf, 4'üncü semâda Hz. Idrîs, 5'inci semâda Hz. Harûn, 6'inci semâda Hz. Mûsâ ve 7'inci semâda Hz. Ibrâhim ile görüstü. Bunlardan her biri Rasûlullah (s.a.s.) 'i selâmlayip tebrik ettiler, "hosgeldin sâlih kardes," dediler.
Daha sonra "Sidretü'l-müntehâ"ya yükseldi. Orada kazâ ve kaderi yazan kalemlerin çikardiklari sesler duyuluyordu. Sidretü'l-müntehâ'dan ötesi, sözle anlatilmasi mümkün olmayan bir âlemdi. Buraya kadar beraber olduklari Cebrâil de buradan öteye geçememis, "benim için burasi sinirdir, parmak uçu kadar daha ilerlersem, yanarim..." demistir
Mîrâcta Cenab-i Hakk, sevgili Peygamberine nice âlemler gösterdi. Kuluna vahyedecegini vâsitasiz vahyetti. Bu makamda Hz. Peygamber (s.a.s.)'e üç sey verildi.(115)
1) Bes vakit namaz farz kilindi.(116)
2) Bakara Sûresi'nin son iki âyeti (Amene'r-rasûlü...) vahyedildi.
3) Ümmetinden sirk kosmayanlarin Cennet'e girecekleri müjdesi verildi.
b) Mîrâc Mûcizesine Karsi Müsriklerin Tutumu
Peygaber Efendimiz, mîrâci ve mîrâcda gördüklerini ertesi sabah anlatti. Mü'minler Rasûlullah (s.a.s.)'i tasdik ve tebrik ettiler. Müsrikler ise inkâr ettiler. Bir gecede Kudüs'e gidip gelmek imkânsiz bir sey, dediler. Içlerinde Kudüs'e gitmis ve Mescid-i Aksâ'yi görmüs olanlar vardi.
- Mescid-i Aksânin kaç kapisi var? Surasi nasil, burasinda ne var? diye Rasûlullah (s.a.s.)'i soru yagmuruna tuttular.(117)
Hz. Peygamber bu konuyu daha sonra söyle anlatmistir:
"Kureys bana seyâhat ettigim yerler, özellikle Mescid-i Aksâ ile ilgili öyle seyler sordular ki, Isrâ gecesi bunlara hiç dikkat etmemistim. Fakat Cenâb-i Hakk, benimle Beyt-i Makdis arasindaki mesâfeyi kaldirdi. Ne sordularsa, oraya bakarak cevâp verdim".(118)
Bu durumda ne yapacaklarini sasiran müsrikler Hz. Ebû Bekir'e kostular. Muhammed dün gece Kudüs'e gidip geldigini, göklere çiktigini... söylüyor. Buna da mi inanacaksin, dediler. Ebû Bekir, hiç tereddüt göstermeden:
"Bunu O söylemisse inandim gitti. Ben O'nu bundan daha önemli olan konularda tasdik ediyorum. Aksam- sabah göklerden vahiy geldigini söylüyor, buna inaniyorum..." dedi. Bu yüzden Hz. Ebû Bekir'e "Siddîk" denildi.
Ehli- sünnet bilginlerinin çogunluguna göre, Isrâ ve Mîrâc ayni gecede; Rasûlullah (s.a.s.) 'in rûh ve vücuduyla birlikte uyanik hâlde iken olmustur. Isrâ ile Mîrâcin ayri gecelerde oldugunu, rüyâ hâlinde ve rûhâni olarak vuku buldugunu kabûl eden bilginler de vardir; fakat bunlarin sayisi azdir.(119)
c) Mîrâc'ta Tesri Kilinan Hükümler
Kur'ân-i Kerîm'de, Mirâc'in en yüksek hâli anlatilirken:
"(Rabbina) iki yay kadar veya daha da yakin oldu. Allah Kulu'na vahyettigini o anda vahyetti..." (en Necm Sûresi, 9-10) buyrulmaktadir.
Bu âyetlerden Rasûlullah (s.a.s.)'e, Mîrâc'ta pek çok esrâr ve maârifin bildirildigi anlasilmaktadir.
Bastan sona Mîrâc ve Mîrâc'ta tesri kilinan hükümlerin anlatildigi el-Isrâ Sûresi'nin 80'inci âyetinde Hz. Peygamber (s.a.s.)'e: "Rabbim, beni serefli bir girisle (Medine'ye) koy, sâlim bir çikisla da (Mekke'den) çikar" diye dua etmesi emredilerek yakinda hicretine izin verilecegini; 81 'inci âyetinde ise:
"De ki: Hakk geldi, bâtil yok olup gitti, esâsen bâtil yok olmaga mahkûmdur" buyurularak çok yakinda Islâm'in küfre galebe çalacagina, neticede Mekke'nin Rasûlullah (s.a.s.) tarafindan fethedilip Kâbe'nin putlardan temizlenecegine isâret olunmustur. Yine ayni sûrenin 23-29'uncu âyetlerinde dinin temelini teskil eden hükümler yer almistir. Bu âyetlerin anlamlari söyledir:
"Rabb'in sunlari kesinlikle hükmetti: Kendisinden baskasina kulluk etmeyin. Ana-babaya iyilik edin. Onlardan biri veya her ikisi, senin yaninda ihtiyarlayacak olursa, onlara "öf" bile deme, onlari azarlama, her ikisine de hep tatli söyle. Onlara sefkatle tevâzu kanadini ger ve 'Rabbim, onlar, küçükken beni nasil ihtimâmla yetistirmislerse, sen de kendilerini öylece esirge..' diye onlar için duâ et.
Rabbiniz, içinizdekini en iyi bilendir. Iyi kimseler olursaniz, kendisine yönelip tevbe edenleri bagislar.
Hisima, yoksula, yolda kalmisa, herbirine hakkini ver. Elindeki malini saçip savurma, saçip savuranlar, süphesiz seytânla kardes olmuslardir. Seytân ise Rabb'ina karsi son derece nankördür.
Rabbindan umdugun rahmeti elde etmek için hak sahiplerinden yüz çevirmek zorunda kalirsan, bâri onlara yumusak söz söyle (sert davranma).
Elini boynuna baglayip cimrilik etme, onu büsbütün açip hepsini de saçma. Yoksa pismân olur, açikta kalirsin,
Süphesiz Rabb'n, diledigi kimsenin rizkini genisletir, diledigininkini daraltir, ölçü ile verir. O, kullarini gören ve her seyden haberdâr olandir.
Çocuklarinizi yoksulluk korkusu ile öldürmeyin. Onlari da sizi de Biz riziklandiririz. Süphesiz ki onlari öldürmek büyük bir suçtur.
Sakin zinâya yaklasmayin. Dogrusu bu çirkindir ve çok kötü bir yoldur.
Allah'in harâm kildigi cana, hakli bir sebep olmadikça kiymayin. Haksiz yere öldürülen kimsenin velisine bir yetki vermisizdir. Artik o da öldürmekte asiri gitmesin. Çünkü o, ne de olsa yardim görmüstür.
Erginlik çagina ulasincaya kadar, yetîmin malina, en güzel seklin disinda yaklasmayin. Bir de verdiginiz sözü yerine getirin. Çünkü verilen sözde sorumluluk vardir.
Ölçtügünüz zaman ölçegi tam yapin, dogru terâzi ile tartin. Bu daha iyi ve sonuç bakimindan daha güzeldir.
Bilmedigin seyin ardina düsme. Dogrusu kulak, göz ve kalb, bunlarin hepsi o seyden sorumlu olur.
Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü ne yeri delebilir, ne de boyca daglara ulasabilirsin, (onlarla büyüklük yarisi yapabilirsin). Rabb'inin katinda bunlarin hepsi, begenilmeyen kötü seylerdir.
Bunlar Rabb'inin sana bildirdigi hikmetlerdir. Sakin Allah'la beraber bir baska tanri edinme. Yoksa kinanmis ve kovulmus olarak Cehennem'e atilirsin." (Isra Sûresi, 23-29).
Bu âyetlerdeki ilâhî emirler söylece özetlenebilir:
1) Allah'tan baskasina kulluk etmeyin,
2) Anne-babaya iyi muâmele edin,
3) Hisima,yoksula, yolda kalmisa haklarini verin,
4) Ne hasis, ne cimri, ne de müsrif (savurgan) olun,
5) Çocuklarinizi öldürmeyin,
6) Zinâya yaklasmayin,
7) Hakli bir sebep olmadikça cana kiymayin,
8) Daha iyiye ***ürmek amaci disinda yetim malina yaklasmayin,
9) Verdiginiz sözü yerine getirin, sözünüzde durun,
10) Ölçü ve tartiyi tam yapin,
11) Hakkinda bilginiz olmayan seyin pesine düsmeyin,
12) Yeryüzünde kibir ve azametle yürümeyin, alçak gönüllü olun.
--------------------------------------------------------------------------------
(114) Bkz. Buhârî, 1/91-93 ve 4/247-250; Tecrid Tercemesi, 218-232 (Hadis No: 227) ve 10/60-80; (Hadis No: 1550-1552)
(115) Müslim, 1/157, (K.el-Imân, B.,76, Hadis No: 173/279)
(116) Mîrâc'dan önce namaz, aksam va sabah olmak üzere günde iki vakit kiliniyordu. "Ey örtüsüne bürünen Peygamber! Kalk, azâb ile korkut. Rabbinin adini (namazda tekbir ile) yücelt..." (Müddessir Sûresi, 1-3) anlamindaki âyetler inince, Rasûlüllah (s.a.s.) Cibril (a.s.)'in târifi ile abdest alip namaz kilmistir. Rasûlüllah (s.a.s.)'in Cibril'e uyarak kildigi bu ilk namaz, sabah vaktinde kilinmistir. Ayni gün aksam namazini Hz. Hatice ile cemâatle kildilar. Ertesi gün bu cemâate Hz. Ali, daha sonra Hz. Ebû Bekir ve Zeyd b. Hârise de katildi. Böylece, (Mîrâc'da 5 vakit namaz farz kilinmadan önce) Risâletin baslangicindan itibâren Rasûlüllah (s.a.s.) ve Müslümanlar, aksam ve sabah olmak üzere, günde iki vakit namaz kiliyorlardi.
Bu iki vakit namazdan baska, "Müzzemmil Sûresi"nin ilk âyetleri ile "gece namazi" farz kilinmisti. Müslümanlar geceleri ayaklari sisinceye kadar namaz kiliyorlardi. Gece namazi bir sene kadar farz olarak devâm ettikten sonra, ayni sûre'nin son âyeti (Müzzemmil Sûresi, 20) ile farziyeti kaldirildi, nâfile (tatavvu) namaz oldu. Mîrâc'da farz kilinan 5 vakit namaz ile bütün bu namazlar kaldirildi. Ancak, Hz. Peygamber (s.a.s.)'e hâs, ona âit olmak üzere gece namazinin farziyeti devâm etti. (Bkz. Isrâ Sûresi, 79; Tecrid Tercemesi, 2/231-232, Hadis No: 227'nin açiklamasi; Tahir Olgun, Ibâdet Târihi, 28-38, Ist., 1946)
(117) Tecrid Tercemesi, 10/64
(118) Buhârî, 4/248;Müslim, 1/157; (K.el-Imân, B., 75); Tecrid Tercemesi, 10/63. (Hadis No: 1550)
(119) Bkz. Zâdü'l-Meâd, 2/126-127
"Rabb'im, beni serefli bir girisle (Medineye) koy, sâlim bir çikisla da (Mekke'den) çikar".
(el-Isrâ Sûresi, 80)
1- MÜSLÜMANLARIN MEDINE'YE HICRETLERI
Hicret bir yerden baska bir yere göç etme demektir. Müsriklerin zulümleri yüzünden Mekke'de Müslümanlar barinamaz hâle gelmislerdi. Bu sebeple 2'inci Akabe Bîatinda Hz. Peygamber (s.a.s.) ve Müslümanlarin Medine'ye hicretleri de kararlastirilmisti. Rasûlullah (s.a.s.) "Sizin hicret edeceginiz yerin iki kara taslik arasinda hurmalik bir yer oldugu bana gösterildi..."(120) diyerek Müslümanlarin Medine'ye hicretlerine izin verdi. 2'inci Akabe Bîati, Peygamberligin 12'nci yilinin son ayi olan Zilhicce'de yapilmisti. 13'üncü yilin ilk ayi Muharrem'de (Temmuz 622) Medine'ye hicret basladi. Mekke'den Medine'ye ilk hicret eden, Beni Mahzûm'dan Abdülesed oglu Ebû Seleme(121), en son hicret eden ise Rasûlullah (s.a.s.)'in amcasi Abbâs'tir.
Mekke'nin fethine kadar geçen süre içinde, dini ugruna, evini-barkini, malini-mülkünü, âilesini, kabîlesini, akrabasini, bütün varligini Mekke'de birakarak Rasûlullah (s.a.s.)'in müsâdesiyle Medine'ye göç eden Mekke'li Müslümanlara "Muhâcirûn" adi verilmistir.
Medine'de muhâcirleri misâfir eden, onlara bütün imkânlari ile yardimci olan Medine'li Müslümanlara da "Ensâr" denilmistir. Muhâcirûn ve Ensâr, Kur'ân-i Kerîm'de bir çok vesîlelerle övülmüslerdir.(122)
Muharrem ve safer aylarinda Müslümanlar, âileleri ile birlikte hicret ettiler. Birer, ikiser, gizlice Mekke'den ayrilip Medine'ye gittiler. Ensâr tarafindan Medine civârindaki "Avâlî" denilen köylere yerlestirildiler.
Hz. Ömer Mekke'den gizli ayrilmadi. Kilicini kusandi, Kâbe'yi tavâf etti. Bütün müsriklere meydan okuyarak:
Iste ben Medine'ye gidiyorum. Analarini aglatmak, karilarini dul, çocuklarini yetim birakmak isteyenler pesime düssün... dedi. Ömer'in hicreti Hz. Peygamber (s.a.s.)'in hicretinden 15 gün kadar önce olmustu.
Kisa zamanda, Mekke'li Müslümanlarin hemen hepsi Medine'ye göç etti. Yalnizca Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ali'yi Rasûlullah (s.a.s.) Mekke'de alikoymustu.(123) Ebû Bekir hicret için izin istediginde, Rasûlullah (s.a.s.):
"Acele etme, Allah sana hayirli bir arkadas verecek..." diyerek hicretini geciktirmistil(124). Mekke'de müslümanliklari yüzünden âileleri tarafindan hapsedilmis olanlar ile köle ve câriyelerden baska Müslüman kalmamisti. Rasûlullah (s.a.s.) düsmanlari arasinda, en büyük tehlike karsisinda yapayalniz bulunuyordu.
--------------------------------------------------------------------------------
2- HZ. PEYGAMBER (S.A.S.)'IN HICRETI
a) Dâru'n-Nedve'nin Korkunç Karari
Akabe görüsmeleri ile Müslümanlik Medine'de yayilmaga baslamis, müsrikler korktuklarina ugramislardi. Üstelik Mekke'deki Müslümanlar da Medine'ye göç etmislerdi. Simdi Hz. Muhammed (s.a.s.)'de Medine'ye gider, Müslümanlarin basina geçerse, Mekke'lilerin Sam ticâret yolu kapanabilirdi. Mekke müsrikleri Müslümanlara son derece kötü davranmislar, târihte esine ender rastlanan iskence ve hakarette bulunmuslardi. Bunlar Medine'lilerle birlesip, kuvvetlendikten sonra kendilerinden öç alabilirlerdi. Esâsen Mekke'lilerle Medine'liler arasinda, öteden beri geçimsizlik vardi. Çünkü Mekke'liler Adnânîlerden; Medine'liler ise Kâhtânîlerdendi. Durumun ciddiligini anlayan Kureys müsrikleri, Mekke'de yapayalniz kalan Peygamber Efendimize ne yapmak gerektigini kararlastirmak üzere Dâru'n-nedve'de toplandilar. Toplantida Ebû Cehil, Ebû Süfyan, Ebu'l-Bahterî, Utbe b. Rabîa, Cübeyr b. Mut'im, Nadr b.Hâris, Ümeyye b.Halef, Hakim b.Hizâm...... gibi Mekke ileri gelenlerinin hemen hepsi vardi. Müslümanlik tehlikesinin önlenmesiyle ilgili çesitli fikirler ileri sürdüler. Içlerinden Ebûl Bahteri:
- Muhammed (s.a.s.)'i baglayip her tarafi kapali bir yerde ölünceye kadar hapsedelim, dedi. Amr oglu Hisâm:
- O'nu bir deveye bindirip Mekke'den çikaralim, uzak yerlere sürelim, dedi. Ebû Cehil ise:
- Kureys'in bütün kollarindan birer temsilci seçelim. Bunlar ayni anda hücûm edip Muhammed (s.a.s.)'i bir hamlede öldürsünler. Kimin vurdugu, kimin darbesiyle öldügü belli olmasin. Böylece kani bütün Kureys kabîlesine dagilsin, Hâsimîler bütün Kureys kollarina karsi çikamayacaklarindan kan davasina kalkisamazlar. Çâresiz diyete (kan bedeline) râzi olurlar. Bu is böylece kapanir... dedi. Ebû Cehil'in teklifi ittifakla kabûl edildi. Diger teklifler begenilmedi. Hemen Kureys kollarinda 40 yeminli kisi seçip toplantiyi bitirdiler.(125)
Müsriklerin Dâru'n-Nedve'deki bu konusma ve plânlari el-Enfâl Sûresi'nin 30'uncu âyetinde söyle özetlenmektedir.
"Ya Muhammed, hatirla su zamani ki, inkâr edenler (Mekke müsrikleri) seni bir yere kapatmak veya (hepsi birden) öldürmek yahut da (Mekke'den) çikarmak için sana tuzak hazirliyorlardi. Onlar sana tuzak kurarken, Allah da (onlara) tuzak kuruyordu. Allah tuzaklarin en iyisini kurar."
b) Rasûlullah (s.a.s.)'in Evinin Müsrikler tarafindan Kusatilmasi
Müsriklerin bu korkunç plânini Cebrâil (a.s.) Peygamber Efendimize haber verdi. "Bu gece, her zaman yatmakta oldugun yataginda yatmayacaksin, evini terkedeceksin..." dedi. Böylece Rasûlullah (s.a.s.)'e de hicret için izin verildi. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) Hz. Ali'yi çagirdi.
"Ben Medine'ye gidiyorum. Sen bu gece benim yatagimda yat, hirkami üstüne ört. Müsrikler beni yatiyor sansinlar, onlara bir sey sezdirme. Sabahleyin su emânetleri sâhiplerine ver.(126) Ondan sonra sen de hemen gel" dedi.
Ortalik kararinca, Kureys'in seçme cânileri evin etrâfini sardilar.(127) Sabahleyin evinden çikarken hep birden saldirip öldüreceklerdi. Hz. Ali, Rasûlullah (s.a.s.)'in yatagina yatti. Hz. Peygamber (s.a.s.) eline bir avuç kum alip, evini çeviren müsriklerin üzerine saçti. Saçilan kum taneleri cânilerden herbirine isâbet etmis, hepsi de derin bir uykuya dalmislardi. Rasûlullah (s.a.s.) "Yâ-Sîn Sûresi"nin basindan:
"Biz onlarin önlerine ve arkalarina birer sed çektik, böylece gözlerini perdeledik. Onlar artik elbette görmezler" anlamindaki 9'uncu âyetine kadar olan kismi okuyarak, aralarindan geçip gitti.(128) Müsrikler Hz. Muhammed (s.a.s.)'in yataginda yattigini saniyorlardi. Sabahleyin, yatakta yatanin Ali oldugunu görünce, donakaldilar, ne yapacaklarini sasirdilar; hiddetlerinden çildiracak hâle geldiler. Hemen her tarafi aramaga koyuldular. Mekke'yi alt üst ettiler. Fakat Hz. Peygamber yoktu.
Muhammed (s.a.s.)'i bulana 100 deve verilecek, diye ilân ettiler. Bu haber duyulunca, ne kadar mâceraci, cânî, katil varsa, hepsi etrâfa yayildi. Mekke'de ve Mekke disinda, haril haril Hz. Peygamber (s.a.s.)'i ariyorlardi.
Rasûlullah (s.a.s.), gece evinden ayrildiktan sonra Kâbe'yi tavâf etti. "Ey Mekke, sen Allah katinda yeryüzünün en hayirli ve bana en sevimli yerisin; eger çikmak zorunda birakilmasaydim, senden ayrilmazdim", dedi.(129) Ertesi gün ögle sicaginda Hz. Ebû Bekir'in evine vardi. Allah'in emri ile, berâber hicret edeceklerini bildirdi. Hz. Ebû Bekir, sevinç göz yaslari ile, 4 aydir disariya birakmayip, agaç yapraklari ile beslemekte oldugu iki cins devesini isâret ederek:
Diledigini seç, Yâ Rasûlallah, dedi. Rasûlullah (s.a.s.) bedelini ödeyerek devenin birini aldi.
Rasûlullah (s.a.s.) ve Ebû Bekir için hazirlanan yol azigi bir dagarciga konuldu. Ebû Bekir'in kizi Esmâ, belindeki bez kemeri ikiye ayirip bir parçasi ile bu dagarcigin agzini bagladigi için Esma'ya "Zâtü'n-nitâkayn" (iki kemerli) ünvâni verild.(130/1)
c) Magarada Gizlenmesi
Gece olunca, her ikisi evin arka penceresinden çiktilar. Ayakkabilarini çikarip, ayaklarinin uçlarina basarak issiz yollardan Mekke'nin güneyine dogru ilerlediler. 1.5 saat (3 mil) mesafede Sevr Dagi'nin tepesindeki magaraya vardilar. Kureysin aramasi bitinceye kadar, (persembeyi cumaya baglayan geceden pazar gününe kadar) üç gün bu magarada gizlendiler.
Ebû Bekir'in oglu Abdullah, geceleri magaraya gelip Mekke'de olup biteni anlatiyor, ortalik agarmadan gene Mekke'ye dönüyordu. Kölesi Âmr b. Füheyre de koyunlarini otlatirken aksamlari Sevr dagina ***ürüp onlara süt veriyordu.
Peygamber Efendimizi ve Ebû Bekir'i arayanlar, iz sürerek, nihâyet Sevr'deki magaranin agzina kadar geldiler. Ayak sesleri ve konusmalari içeriden duyuluyordu. Hz. Ebû Bekir, basini kaldirdigi zaman onlarin ayaklarini görmüs ve heyecanla:
-"Yâ Rasûlallah, egilip baksalar, bizi görecekler, demisti, bunun üzerine Peygamber Efendimiz:
-"Korkma, Allah'in yardimi bizimledir.(130/2) Iki yoldas ki, üçüncüsü Allah'tir, hiç endise edilir mi?" buyurdu.(131)
Tâkipçiler Sevr dagi'na henüz çikmadan, bir örümcek magaranin agzina ag örmüs, bir çift beyaz güvercin yuva yapip yumurtlamisti. Bu durumda Kureysliler magaranin içine bakmanin ahmaklik olacagini düsünerek birakip gittiler.(132)
Kureyslilerin aramalari üç gün sürdü. Peygamber Efendimiz ile Ebû Bekir Mekke'de iken Abdullah b. Uraykit adinda henüz müslüman olmamis, fakat son derece emîn bir sahsi kilavuz olarak kiralayip develeri de ona teslim etmislerdi.(133) Kilavuz Abdullah, üç gün sonra, dördüncü günün (Pazar) sabahi develeri magaraya getirdi. Devenin birine Rasûlullah (s.a.s.) ile Ebû Bekir digerine ise kilavuz Abdullah ile Ebû Bekir'in kölesi Âmir b. Füheyre bindiler. Sâhili takibederek Medine'ye dogru 24 saat hiç dinlenmeden yol aldilar Deve yürüyüsü ile 13 günlük olan Medine yolunu 8 günde katederek 12 Rabiulevvel/23 Eylül 622 pazartesi günü Kuba'ya ulastilar.
Rasûlullah (s.a.s.)ilk vahiy Hîra (Nûr) dagi'ndaki magarada gelmisti. Hira'daki magara ile Sevr'deki magara arasinda geçen müddet, Rasûlullah (s.a.s.) 'in Peygamberlik hayatinin Mekke Devri'ni teskil etmisti. Sevr dagi'ndaki magaradan baslayan hicret ise, Mekke Devri'nin sonu, Medine Devri'nin basi olmaktaydi.
d) Rasûlullah (s.a.s.)'i Tâkibedenler
Hicret yolculugunda Peygamber Efendimiz iki önemli takiple karsilasti.
Müdliçogullarindan Sürâka, Kureys'in ilân ettigi mükâfâti ele geçirmek hevesiyle, kendi bölgelerinden geçmis olan hicret kafilesini tâkibe koyuldu. Atini dört nala sürerek Rasûlullah (s.a.s.) ve arkadaslarina yaklastigi sirada, ati sürçüp kapaklandi. Kendisi de yere yuvarlandi. Yeniden atina binip kosturdu. Tam yaklastigi sirada, atinin ön ayaklari kuma saplandigi için, yine düstü. Atini zorlukla kurtardi. Sürâka'nin morali iyice bozulmustu. Rasûlullah (s.a.s.)'den özür diledi. Yazili bir emânnâme alarak geri döndü; diger tâkipçileri de "ben aradim, bosuna yorulmayin, bu tarafta yok..." diyerek geri çevirdi.(134)
Eslemogullarindan Büreyde de, Kureysin ilân ettigi mükâfâti alabilmek için Rasûlullah'i tâkibe baslamisti. Fakat ilk görüste, yanindakilerle beraber Müslüman oldu. Daha sonra basindaki beyaz sarigi çözerek mizraginin ucuna bagladi. "Sizin gibi sanli bir kafile bayraksiz gitmez. Izin verirseniz ilk alemdâriniz olayim" diyerek ta Kuba Köyü'ne kadar Rasûlullah (s.a.s.)'e bayraktarlik yapti.
Daha sonra, Sam'dan Mekke'ye dönmekte olan bir ticâret kafilesine rastladilar. Kafilede bulunan, ilk 8 Müslümandan Avvâm oglu Zübeyr, Rasûlullah (s.a.s.) ve Ebû Bekir'e beyaz elbiseler giydirdi.(135) Ve Medine'lilerin kendilerini sabirsizlikla beklediklerini haber verdi.
Rasûlullah (s.a.s.)'in yola çiktigi Medine'de duyulmustu. Bu yüzden Medineliler, Rasûlullah (s.a.s.)'i karsilamak üzere her sabah sehir disina çikip bekliyorlardi. 12 Rabiulevvel /23 Eylül 622 Pazartesi günü yine ögleye kadar beklemisler, sicak bastirinca ümitlerini kesip dönmüslerdi. Bu esnâda bir is için evinin yüksek kulesinden etrafi seyreden bir Yahûdî, beyazlar giyinmis bir kafilenin uzaktan gelmekte oldugunu gördü ve yüksek sesle:
Iste günlerdir yolunu beklediginiz devletli geliyor, diye haykirdi.
--------------------------------------------------------------------------------
(125) Bkz. Ibn Hisâm, 2/125-126, Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 2/102; Zâdü'l-Meâd, 2/ 136-137; Tecrid Tercemesi, 10/87-88
(126) Mekke'de en güvenilir kimse oldugu için, bütün Mekkeliler en degerli seylerini Hz. Peygamber (s.a.s.)'e emânet ederlerdi. Bu güvenirligi yüzünden O'na "Muhammedü'l-Emin" diyorlardi. (Ibn Hisâm, 2/129)
(127) Bu câniler arasinda:Ebû Cehil, Hakem b.el-Âs, Ukbe b. Ebî Muayt, Nadr b. Hâris, Ümeyye b. Halef, Zem'a b.Esved ve Ebû Leheb de vardi. (Tecrid Tercemesi, 10/88; Târih-i Din-i Islâm,2/32)
(128) Kur'ân-i Kerîm'de bu olaya isâretle: (Habibim, bir avuç kumu onlarin üzerine) attigin zaman sen atmadin, ancak Allah atti, hedeflerine O ulastirdi. (el-Enfâl Sûresi, 17) buyrulmustur.
(129) Ibn Mâce, 2/1037 (Hadis No: 3108), Kahire, 1378/1953; Tirmizi, 5/722 (Hadis No: 3925), Kahire, 1385/1965; Asr-i Saâdet, 1/294
(130/1) Tecrid Tercemesi, 8/415 (Hadis No: 125) ve 10/100 (Hadis No : 1g)
(130/2) et-Tevbe Sûresi, 40
(131) el-Buhârî, 4/263; Tecrid Tercemesi, 10/119 (Hadis No: 1557)
(132) Zâdü'l-Meâd, 2/137; Târih-i Din-i Islâm 2/330; M. Hamîdullah, Islâm Peygamberi, 1/124
(133) Zâdü'l-Meâd, 2/137
(134) el-Buhârî, 4/256-257; Tecrid Tercemesi, 10/102-104; (Hadis No: 1g)
(135) el-Buhârî, 4/257; Tecrid Tercemesi, 10/105 (Hadis No: 1g)
--------------------------------------------------------------------------------
3- MEDINE'YE VARIS
a) Hz. Peygamber (s.a.s.) Kuba'da
Medineliler derhal silahlanarak, bir bayram sevinci içinde yollara döküldüler. Rasûlullah (s.a.s.)'i Medine'ye bir saat uzaklikta Kuba Köyünde karsiladilar. Rasûlullah (s.a.s.) burada Amr b. Avf Ogullari'nda 14 gece misâfir kaldi.(136) Bu esnâda Kur'ân-i Kerîm'de "takvâ üzere yapildigi" bildirilen Kuba Mescidi'ni binâ etti ve burada namaz kildi.(137)
Rasûlullah (s.a.s.)'den 3 gün sonra tek basina yola çikmis olan Hz. Ali de, gündüzleri gizlenip, geceleri yürüyerek, Kuba'da iken kafileye yetisti.
b) Ilk Cuma Namazi ve Ilk Hutbe
14 gün sonra, bir cuma günü Hz. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz devesine bindi. Karsilamaga gelenlerle muhtesem bir alay içinde Medine'ye hareket etti. Yolda "Sâlim b. Avf ogullari"na âit "Rânûnâ Vâdisi"nde ögle vakti oldu. Rasûlullah (s.a.s.) burada arka arkaya iki hutbe okuyarak ilk Cuma Namazini kildirdi.
Ilk hutbede Allah'a hamd ve senâ ettikten sonra:
Ey nâs, ölmeden önce Allah'a tevbe ediniz, firsat elde iken iyi islere kosunuz. Allah'i çok anmak, gizli ve âsikâr çok sadaka vermek sûretiyle O'nunla aranizdaki bagi kuvvetlendiriniz. Böyle yaparsaniz, riziklandirilir, yardim görürsünüz, kaçirdiklarinizi tekrâr elde edersiniz.
Biliniz ki, Cenab-i Hakk, içinde bulundugum yilin bu ayinda, bugün su bulundugum yerde Cuma namazini kiyâmete kadar, üzerinize farz kildi. Hayâtimda veya benden sonra, -âdil veya zâlim- bir imami oldugu halde, önemsiz gördügü veya inkâr ettigi için kim bu namazi terkederse, Allah onun iki yakasini bir araya getirmesin ve hiç bir isine hayir vermesin. Biliniz ki, böylesinin, tevbe etmedikçe, ne namazi, ne zekâti, ne hacci, ne orucu, ne de herhangi bir iyiligi Allah katinda bir deger tasir. Ancak, kim tevbe ederse Allah tevbesini kabûl eder.(138)
Ey Nâs, kendinize âhiret için azik hazirlayip önceden gönderin. Hepiniz ölecek ve sürünüzü çobansiz birakacaksiniz. Sonra Rabbiniz, -arada tercümân veya perdedâr olmaksizin- bizzat:
- Sana benim peygamberim gelip haber vermedi mi? Ben sana mal vermis, ihsânda bulunmustum. Sen bunlardan âhiretin için ne gönderdin? diye soracaktir. O kimse sagina, soluna bakacak, hiç bir sey göremeyecek. Sonra önüne bakacak, orada Cehennem'i görecek. Öyleyse yarim hurma ile de olsa, kendini atesten korumaga gücü yeten, bunu yapsin. Buna gücü yetmeyen, bâri güzel sözle kendini kurtarsin. Çünkü bir iyilige 10'dan 700 katina kadar sevap verilir. Allah'in selâm ve rahmeti üzerinize olsun.(139)
Rasûlullah (s.a.s.) birinci hutbeyi böylece bitirdikten sonra ikinci hutbede de sunlari söylemistir.
Hamd Allah'a mahsustur. O'na hamdeder. O'ndan yardim dileriz. Nefislerimizin serlerinden ve kötü islerimizden Allah'a siginiriz. Allah'in hidâyet verdigini kimse saptiramaz. O'nun saptirdigini da kimse dogru yola koyamaz.
Allah'tan baska ilâh olmadigina sehâdet ederim. O birdir, esi , ortagi ve benzeri yoktur.
Sözlerin en güzeli, Allah Kitabi (Kur'ân-i Kerîm) dir. Allah'in kalbini Kur'ân ile süsledigi, küfürden sonra Islâm'a soktugu, Kur'ân'i diger sözlere tercîh eden kimse felâh bulup kurtulmustur.
Allah'in sevdigini seviniz. Allah'i bütün kalbinizle (can ve gönülden) seviniz. Allah Kelâmi Kur'an'dan ve zikrinden usanmayiniz.
Allah'in Kelâmina karsi kalbiniz katilasmasin.
Yalniz Allah'a kulluk edip ibâdetinizde O'na hiç bir seyi ortak yapmayiniz. O'ndan hakkiyla sakininiz. Yaptiginiz iyi seyleri dilinizle dogrulayiniz. Aranizda Allah'in rahmet ve merhametiyle sevisiniz. Allah'in selâm ve rahmeti üzerinize olsun.(140)
c) Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Medine'de Karsilanisi
Cuma namazindan sonra Rasûlullah (s.a.s.) Medine'ye hareket etti.(141) Medine, târihinin en önemli gününü yasiyordu. Halk bayram sevinci içinde, Kuba'dan itibâren yolu iki tarafli doldurmustu. Kadinlar siirler söylüyor, çocuklar "Rasûlullah geldi, Rasûlullah geldi" diye bagrisiyor, küçük kizlar def çalarak senlik yapiyorlardi. Medine halki, Rasûlullah (s.a.s.)'in gelisinden duydugu sevinci, hiç bir seyden duymamisti.
Herkes Peygamber Efendimizi kendi evinde misâfir etmek istiyor, "Ey Allah'in Rasûlü, bize buyurunuz... "diyerek deveyi durdurmak istiyorlardi. Rasûlullah (s.a.s.) ise, kimseyi gücendirmemek için devesini serbest birakmisti.
- "Siz deveyi kendi hâline birakiniz. O memurdur, emrolundugu yere gider," diyerek dâvet edenlerden izin istiyordu. Nihâyet deve, hâlen "Mescidü'n-Nebi"nin bulundugu bos arsada çöktü, Rasûlullah (s.a.s.) inmedi. Deve kalkarak bir kaç adim gittikten sonra geri dönüp ilk çöktügü yere yeniden çöktü, bir daha kalkmadi. Rasûlullah (s.a.s.) üzerinden inerek:
- "Akrabamizdan en yakin kimin evi?" diyerek etrâfindakilere sordu. Zeyd oglu Hâlid.(142)
- Iste evim, iste kapisi, buyurunuz Yâ Rasûlallâh... diyerek Rasûlullah (s.a.s.)'i dâvet etti. Peygamber Efendimiz böylece Hz. Hâlid'in misâfiri oldu. Bu misâfirlik "Mescidü'n-Nebî"nin insâati tamamlanincaya kadar 7 ay devam etti.(143)
--------------------------------------------------------------------------------
(136) el-Buhârî, 1/11; Tecrid Tercemesi, 2/306 (Hadis No: 270
(137) (Hicretin) ilk gününde, takva temeli üzerine kurulan (Kuba'daki)Mescidde namaz kilman daha uygundur. Bu mescidde temiz olmayi sevenler vardir. Allah da temiz olanlari sever. (et-Tevbe Sûresi, 108)
(138) Ibn Mâce, es-Sünen, 1/343, (Hadis No: 1081); Tecrid Tercemesi, 3/63, (Hadis No: 487'nin izâhi)
(139) Ibn Hisâm, 2/146; Serafettin Yaltkaya, Hatiplik ve Hutbeler, 22; Kisas-i Enbiyâ, 1/176; Asr-i Saâdet, 2/828
(140) Ibn Hisâm, 2/147; Hatiplik ve Hutbeler, 22, 24; Kisis-i Enbiyâ, 1/177; Asr-i Saâdet, 2/829
(141) Medine'nin eski adi Yesrib'ti. Rasûlüllah (s.a.s.) hicret edip yerlestikten sonra "Peygamber Sehri" anlaminda "Medinetü'n-Nebî" denildi. Daha sonra kisaltilarak sâdece Medinetü'l Münevvere denilmistir.
(142) Hâlid b. Zeyd Ebû Eyyûb el– Ensâri, Neccâr ogullarindan ve Peygamberimizin dedesi Abdülmuttalib'in annesi Selmâ Hatun'un âilesindendir. Müslüman Araplar tarafindan yapilan ilk Istanbul kusatmasinda bulunmus ve sehit düsmüstür. Fâtih, Istanbul'u fethedince Hz. Hâlid'in kabrini buldurmus, hâlen ziyâret edilmekte olan türbesini yaptirmistir. Istanbul'da türbenin bulundugu semt (Eyyüb), adini onun isminden almistir.
(143) Ibn Hisâm, 2/143
4- HICRETIN ISLÂM TARIHINDEKI ÖNEMI
Hicret, Müslümanlari müsriklerin zulüm ve baskilarindan kurtarmis, Islâm'a yayilma imkâni saglamis, böylece Islâm inkilâbinin baslangici olmustur. Bu itibârla olaydan 17 yil sonra, Hz. Ömer'in hilâfeti esnâsinda Hz. Peygamber (s.a.s.)'in hicret ettigi yilin 1 Muharrem'i olan 16 Temmuz 622 tarihi, Hicrî-Kamerî Takvim için "takvim basi" olarak kabûl edilmistir.
Rasûlullah (s.a.s.)'in hicreti Peygamberligin 13'üncü yilinda, 12 Rebiulevvel / 23 Eylül 622'de olmustur. Bu tarih ayni zamanda Peygamber Efendimizin 53'üncü dogum yildönümüdür.
Hicretle, 23 yil süren Peygamberlik devrinin 13 yillik Mekke Devri sona ermis, 10 yillik Medine devri baslamistir.
IKINCI BÖLÜM
MEDINE DEVRI
I- HICRETIN BIRINCI YILI (622-623 M.)
"Dogrusu inanip hicret edenler Allah Yolunda mallariyla, canlariyla cihâd edenler ve muhâcirleri barindirip onlara yardim edenler, iste bunlar birbirlerinin dostudurlar."
(el-Enfâl Sûresi, 72)
1- MEDINE'DE GENEL DURUM
Medine, Mekke'nin kuzeyinde, üç tarafi daglarla çevrili, güneyi ise ovalik bir sehirdir. Havasi güzel, topragi zirâate elverisli, hurmaliklari boldur.
Rasûlullah (s.a.s.)'in hicreti esnâsinda, Medine'de Evs ve Hazrec adli iki Arap kâbilesi ile, Kaynuka, Nadîr ve Kurayzaogullari adli üç Yahûdi kabîlesi vardi. Arap kabileleri buraya "Seylü'l-arim" denilen sel felâketinden sonra Yemen'den; Yahûdîler ise, Romalilarin Kudüs'ü isgal ve tahriplerinden sonra Kudüs'ten gelip yerlesmislerdi.
Baslangiçta, bir müddet Araplarla Yahûdîler iyi geçinmislerse de, Yahûdîlerin çikarci davranislari yüzünden zamanla aralari açilmis, Arablar Yahûdîleri yenerek Medine'de hâkim duruma gelmislerdi. Fakat çok geçmeden Yahûdîlerin entrikalari ile birbirlerine düstüler ve iki kardes kabîle uzun yillar birbirleriyle savastilar. Bu savaslarin en sonuncusu Buâs Harbi'dir. Hicretten yaklasik 5 yil önce sona eren ve bazi fâsilalarla tam 120 yil süren bu savasta her iki taraf da büyük kayip vererek zayif düsmüslerdir. Bu yüzden, Hicret esnâsinda Yahûdîler, özellikle iktisâdî yönden Medine'de hâkim durumda bulunuyorlardi.
Evs ve Hazrec kabîleleri, aralarindaki bu düsmanligin ancak Rasûlullah (s.a.s.)'in hakemligi, Islâm'in getirdigi adâlet, sevgi ve kaynasma ile ortadan kalkabilecegini anlayarak Müslümanliga simsiki baglandilar. Gerçekten Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Medîne'ye gelmesiyle, bu iki kardes kabile arasinda asirlarca sürmüs olan kin ve düsmanliktan eser kalmamistir.(144)
2- MESCID-I NEBÎ'NIN INSÂSI
Hicret esnâsinda Medîne'de câmi yoktu. Rasûlullah (s.a.s.) namaz vaktinde nerede bulunursa namazi orada kildirirdi. Ilk mescid, hicretin ilk günlerinde Kuba'da yapildi.
Hicret sirasinda, Rasûlullah (s.a.s.)'in devesinin çöktügü, Halid b. Zeyd'in evinin karsisindaki bos arsaya mescid yapilacakti. Neccârogullarindan iki yetim çocuga âit olan bu arsayi, Neccârogullari hibe etmek istedilerse de Peygamber (s.a.s.) Efendimiz kabûl etmedi. Bedeli olan 10 miskal (40.9 gr) altini Hz. Ebû Bekir ödedi.
Arsada müsrik kabirleri, yabâni hurmalar ve engebeler vardi. Kabirler baska yere nakledildi. Hurma agaçlari kesildi, çukurlar düzlendi. Mescid'in yapiminda bizzât Rasûlullah (s.a.s.)'de bir isçi gibi çalisti. Temeli tastan, duvarlari ker***ten, direkleri hurma agaçlarindan yapildi. Üzeri de hurma dallariyla örtüldü; zemini ise toprakti. Kiblesi Kudüs'e dogru olan bu mescid'in, biri mihrab'in karsisindaki ana kapi, biri Rasûlullah (s.a.s.)'in evine açilan kapi, digeri de "Bab-i Rahmet" denilen kapi olmak üzere üç kapisi vardi. Kible'nin degismesinden sonra, ana kapi ile mihrap yer degistirdiler.(145/1)
3- HÂNE-I SAÂDET'IN INSÂSI ve RASÛLÜLLAH (S.A.S.)'IN HZ. ÂISE ILE EVLENMESI
Insâsi 7 ay süren Mescid'in bir tarafina Rasûlullah (s.a.s.) ve âilesinin ikameti için odalar (hücreler) yapildi. Bu odalarin sayisi daha sonra dokuza çikmistir. Odalardan her birinin genisligi 3-3,5 arsin, uzunlugu 5 arsin, yüksekligi ise bir adam boyu kadardi. Hz. Aise, Safiyye ve Sevde'nin odalari Mescid'in güneyinde; Ümmü Seleme, Ümmü Habibe, Meymûne, Cüveyriye, Zeyneb bt. Cahs ve Zeyneb bt. Huzeyme'nin odalari ise Mescidin kuzeyinde bulunuyordu. Rasûlullah (s.a.s.)'in hâlen "Kabr-i Saâdet"inin bulundugu yer, Hz. Âise'ye tahsis edilen oda idi.
Mescid ve hücrelerin yapimi tamamlaninca, Hz. Peygamber (s.a.s.) misâfir kaldigi Halid b. Zeyd'in evinden buraya tasindi. Evlâtligi Zeyd b. Hârise ve Ebû Râfi'i Mekke'ye gönderip kendi âilesi ile Ebû Bekir'in âilesini de Medine'ye getirtti. Kendi âilesi, Hz. Hatice'nin vefâtindan sonra evlendigi Zem'a kizi Hz. Sevde ile kizlari Ümmü Gülsüm ve Fâtima idi. Kizlarindan Rukiyye daha önce esi Hz. Osman'la birlikte hicret etmisti. Diger kizi Zeyneb, kocasi henüz müsrik oldugu için gelemedi.(145/2) (Zeyneb, Bedir savasindan sonra hicret edebildi)
Ebû Bekir'in âilesi ise, karisi Ümmü Rumân ile çocuklari Abdullah, Esmâ ve Âise'den ibâretti. Bunlarla berâber Zeyd b. Hârise'nin esi Ümmü Eymen ile oglu Üsâme de Medine'ye geldiler.
Hz. Ebû Bekir'in kizi Âise ile Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) hicretten önce Mekke'de iken nisanlanmislardi. Hicretten 8 ay sonra, Sevval ayinda Medine'de evlendiler. Böylece, Rasûlullah (s.a.s.) ile Hz. Ebû Bekir arasindaki mânevi bag, akrabalik bagi ile daha da kuvvetlenmis oldu.
Hz. Âise son derece zeki, bilgili ve kültürlü bir hanimdi. Dinî hükümlerin, Müslüman kadinlara ögretilmesinde büyük gayreti yaninda, özellikle Rasûlullah (s.a.s.)'in ev ve âile hayatiyla ilgili bilgileri Müslümanlar O'ndan ögrenmislerdir. Kendisinden 2210 hadis rivâyet edilmistir.
4- SUFFE ASHÂBI (ASHÂB-I SUFFE)
Mescid'in bir tarafina da, etrâfi açik, üstü hurma dallariyla örtülü bir gölgelik, (çardak, suffe) yapildi. Evi ve âilesi olmayan fakir Müslümanlar burada kaldiklari için onlara "Ashâb-i Suffe" denilmistir.
Suffe ashâbi son derece fakirdi. Is bulduklari zaman çalisirlar, diger zamanlarda Mescidde ilim ve ibâdetle mesgul olurlardi. Burasi Islâm Târihinde ilk yatili ögretmen okulu durumundaydi. Bu okulun dershanesi mescid, yatakhanesi suffe, ögrencileri suffe ashâbi, ögretmenleri de bizzat Rasûlullah (s.a.s.) idi. Medine'nin disinda yeni Müslüman olan topluluklara Islâm'i ögretmek üzere bir ögretmen göndermek gerektiginde, bunlar arasindan gönderiliyordu. Sayilari 70 ile 400 arasinda degisen Suffe ashâbinin ihtiyaçlari, ashâbin zenginleri tarafindan karsilaniyordu. Rasûlullah (s.a.s.) her aksam bunlardan bir kismini kendi sofrasina alir, bir kismini da ashâb arasina dagitirdi. Getirilen sadakalari tamamen bunlara gönderir, kendisine gelen hediyelerden de suffe ashâbi için hisse ayirirdi.(146/1) Rasûlullah (s.a.s.)'den en çok hadis rivâyet etmis olan Ebû Hüreyre de suffe ashâbindandi.
5- FARZ NAMAZLARIN DÖRT REKAT OLMASI
Mirâctan önce Müslümanlar aksam ve sabah olmak üzere iki vakit namaz kiliyorlardi. Bes vakit namaz mirâcta farz kilindi. Ancak, Hicretten önce, aksam namazinin farzi üç rekât, diger vakitlerin hepsi de ikiser rekâtti, Hicretten sonra, ögle, ikindi ve yatsi namazlarinin farzlari dört rekâta çikarildi. Sefer zamanlarinda ise ilk farz kilindigi sayida birakildi.(146/2)
6- EZÂN'IN MESRÛIYETI
Mescid-i Nebi'nin insâsi bittikten sonra, namaz vakitlerinin Müslümanlara duyurulmasina ihtiyaç duyuldu. Çünkü, namaza erken gelenler vaktin girmesini bekleyip islerinden kaliyorlar; geç gelenler ise cemâate yetisemedikleri için üzülüyorlardi.
Rasûlullah (s.a.s.) vahiy gelmeyen konularda ashâbi ile istisâre ederdi.(147) Bu konuda yapilan istisâre esnâsinda, namaz vakitlerinin "çan veya boru çalinarak, ates yakilarak, yüksek bir yere bayrak çekilerek duyurulmasi" teklifleri yapildi. Rasûlullah (s.a.s.), "çan çalmak Hristiyanlarin, boru çalmak Yahûdîlerin, ates yakmak Mecûsîlerin âdetidir." diyerek kabûl etmedi. Bayrak çekme teklifi de begenilmedi. Istisâre sonunda hiç bir seye karar verilemedi.
Ensârdan Zeyd oglu Abdullah, rüyâsinda elinde nâkûs (çan) bulunan birini görmüs, namaz vakitlerini duyurmak için bu nâkûsu satin almak istemis, Rüyâsinda gördügü bu zât ona:
-"Ben sana daha güzelini ögreteyim" diyerek ezân lafizlarini söylemis. Abdullah uyaninca, Rasûlullah (s.a.s.)'e gelerek rüyasinda gördüklerini haber verdi. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.):
-"Insâllah hak rüyâdir. Bilâl'in sesi seninkinden gür. Gördügünü ona ögret. Namaz vaktinde ezâni o okusun", buyurdu. Bilâlin okudugu ezân, Medine'nin her tarafindan duyuldu. Ayni rüyâyi Hz. Ömer de görmüs, fakat Abdullah daha önce haber vermisti.(148) Daha sonra Bilâl, sabah ezânlarina "es-salâtü hayrun minen-nevm" (namaz uykudan hayirlidir.) cümlesini de eklemistir.
Ezân, seâir-i Islâmiye'dendir. Vâcib derecesinde kuvvetli bir sünnetdir. Yalniz rüyâ ile degil, Rasûlullah (s.a.s.)'in sünneti ve daha sonra inen âyetlerle de sâbittir.(149)
7- ENSÂR ILE MUHÂCIRLER ARASINDA KARDESLIK
Mekke'li Müslümanlar, dinleri ugrunda bütün servet ve varliklarini Mekke'de birakmislar, Medine'ye hicret ederek muhâcir olmuslardi. Medineli Müslümanlar, onlari kendi nefislerine bile tercih ederek, her türlü yardimi yapmislar, onlarin bütün ihtiyâçlarini karsilamislardi.(150) Fakat muhâcirler, ensâr'a yük oluyoruz, kendi kazancimiz yok, diye üzülüyorlardi.
Rasûlullah (s.a.s.) muhâcirlerin bu üzüntüsünü gidermek, aradaki sevgi ve samimiyeti güçlendirmek, herhangi ayrilik belirtisini önlemek için Hicretin 7'inci ayinda muhâcirlerle ensâri, Mâlik oglu Enes'in evinde topladi.(151) Burada, bir muhâciri, bir ensârla kardes yaparak 90 (veya 360 kisi asarinda kardeslik bagi kurdu.(152) Ensâr, muhâcir kardeslerini alip evlerine ***ürdüler Mallarina ortak ettiler. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)'e basvurarak:
-Ya Rasûlallah, hurmaliklarimizi, muhâcir kardeslerimizle aramizda paylastir... dediler. Rasûlullah (s.a.s.):
-Hayir, mülkiyet size âit. Muhâcir kardeslerinizle birlikte çalisacak, mahsûlü paylasacaksiniz... buyurdu.(153/1) Iki taraf buna râzi oldular. Kardesler birbirlerine o derece baglandilar ki, baslangiçta, zev'il-erhâmdan önce birbirlerine mirâsçi bile oldular.(153/2)
Ensâr'dan Reb'i oglu Sa'd, muhâcir Avf oglu Abdurrahman'a:
-Ben malca ensârin en zenginiyim. Rasûlullah (s.a.s.) ikimizi kardes yapti. Malimin yarisi senindir. Iki zevcem var, diledigini bosayacagim. Onu da nikâhlarsin... dedi. Abdurrahman:
-Allah malini da, zevceni de sana mübârek kilsin. Benim bunlara ihtiyâcim yok. Sen bana çarsiyi göster... dedi.(154)
Abdurrahman ticârete basladi, kisa zamanda zengin oldu. Muhâcirlerin büyük kismi ticâretle hayatlarini kazandilar.
Ensâr ve muhâcirlerden belirli kimseler arasinda Hz. Peygamber tarafindan yapilan kardeslik, daha sonra "Mü'minler ancak kardestirler"(el-Hucurât Sûresi, 10) âyet-i celîlesiyle genisledi. Fakat bu kardesligin, mirâsla ilgili hükmü, Bedir Savasi'ndan sonra "...Akraba olanlar (mîrâs hususunda) Allah'in Kitabinda mü'minlerden ve muhâcirlerden daha yakindir.." (el-Ahzâb Sûresi, 6) ve "Allah'in Kitâbinda (mirâs hususunda) hisimlar birbirlerine daha yakindir." (el-Enfâl Sûresi, 75) ayet-i kerimeleri ile kaldirildi.(155/1) Çünkü muhâcirler, çalisip ticâret yaparak ilk sikintili günlerinden kurtuldular. Bedir Savasi ganimetlerinden de yararlandiktan sonra, artik ensârin yardimina ihtiyaçlari kalmadi.
8- MÜSLÜMANLARLA YAHÛDÎLER ARASINDA VATANDASLIK ANLASMASI
Rasûlullah (s.a.s.) Mekkeli muhâcirlerle, Medineli ensâri kardes yaparak birbirlerine bagladiktan sonra, Medine'yi dis düsmanlara karsi müstereken savunmak üzere muhâcirler, ensâr ve Medine'deki Yahûdîler arasinda yazili bir "vatandaslik anlasmasi" yapti. Bu anlasmaya göre:
a) Diyet ve fidyelere ait kurallar, eskiden oldugu sekilde devam edecek:
b) Yahûdîler kendi dinlerinde serbest olacaklar;
c) Müslümanlarla Yahûdîler, baris içinde yasayacaklar,
d) Iki taraftan biri, üçünçü bir tarafla savasirsa, diger taraf yardimci olacak,
e) Taraflardan biri Kureysle dostluk kurmayacak ve onlari himâyesine almayacak,
f) Disardan bir tecâvüz olursa, Medine müstereken savunulacak,
g) Iki taraftan biri, üçüncü bir tarafla sulh yaparsa, diger taraf bu sulhü taniyacak,
h) Müslümanlarla Yahûdîler arasinda çikacak her türlü anlasmazlikta Hz. Peygamber (s.a.s.) hakem kabûl edilecekti. (155/2)
9- MEDINE'DE MÜSLÜMANLARIN DURUMU
Müslümanlar Medineye göç etmekle rahata kavusmus olmadilar. Bir bakima tehlike ve düsmanlari daha da çogaldi. Hicretten önce karsilarinda düsman olarak yalnizca Mekke müsrikleri vardi. Hicretten sonra puta tapici müsrikler, münâfiklar ve Yahûdîler olmak üzere üç sinif düsmanla karsi karsiya geldiler.
a) Puta tapici müsrik Arablar: Arabistan'in çesitli bölgelerinde Kâbe'yi ve putlarini ziyârete gelen Arab kabîleleri sâyesinde bol kazanç elde eden Mekkeliler, maddî çikarlarini putperestligin yasamasinda gördükleri için, Müslümanliga düsman olmuslar, Müslümanlari yok etmek için ellerinden gelen her seyi yapmislardi. Müslümanligin, Sam ticâret yolu üzerinde bulunan Medine'de yayilmasi da onlarin isine gelmedi. Bu sebeple hicretten sonra, Müslümanlarin pesini birakmadilar. Müslümanligi henüz kuvvetlenmeden yok edebilmek için her tedbire basvurdular.
b) Yahûdîler: Evs ve Hazrec kabîleleri arasindaki anlasmazligi körükleyerek onlari zayif düsürüp, Medine'de ekonomik yönden hâkim duruma gelen Yahûdîlerin de, Müslümanlik menfaatlerine uygun gelmemisti. Hz. peygember (s.a.s.) Efendimiz bunlardan gelecek tehlikeleri önlemek için Yahûdî kabîlelerinin her biriyle ayri ayri anlasmalar yapmisti. Fakat, bunlar anlasmalara sâdik kalmiyorlar, Kureys kabîlesi ve Müslümanlara düsman olan diger unsurlarla isbirligi yapiyorlardi.
c) Münâfiklar: Hicretten önce Hazrec kabîlesinin ileri gelenlerinden Übeyy oglu Abdullah'in (Abdullah b. Übeyy b. Selûl) Hazrec kabîlesine reis olmasi kararlastirilmisti. Taraftarlari ona süslü bir taç bile hazirlamislardi. Müslümanligin Medine'de süratle yayilmasi ve Rasûlullah (s.a.s.)'in hicret etmesi, Abdullah'in reisligine engel oldu. Bu yüzden Abdullah ve taraftarlari Müslümanliga düsman oldular. Fakat mücâdele ve bozgunculuklarini daha etkili yapabilmek için, imân etmedikleri halde Müslüman göründüler. Böylece bir de "Münafiklar zümresi" meydana geldi. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bunlari bilyor, fakat ayiplarini yüzlerine vurmuyordu.
Mekkeli müsrikler, Medine'deki Yahûdîlerle münâfiklari, Müslümanlara karsi el altindan devâmli tesvik ve tahrik ediyorlar, Medine etrafindaki müsrik Arab kabîleleriyle anlasmalar yaparak Medine'ye baskin yapmaga hazirlaniyorlardi. Münâfiklarin reisi Übeyy oglu Abdullah'a bir mektup yazarak:
"Siz Muhammed (s.a.s.)'in yurdunuzda barinmasina izin verdiniz. O'nu ya öldürmez veya bize teslim etmez, yahut da Medine'den çikarmazsaniz hepinizi öldürmek, esir etmek ve kadinlariniza tecâvüzde bulunmak üzere Medine'yi basacagiz" (156/1) diye münâfiklari bile tehdit etmislerdi. Medine'lilerin gözlerini korkutmak ve Müslümanlara yardimci olmaktan vazgeçirmek için bir defa da Câbir oglu Kürz komutasindaki bir çete ile Medine'lilerin mer'ada otlamakta olan hayvanlarini sürüp ***ürmüslerdi.
Görüldügü üzere Müslümanlar, Medine'ye hicretten sonra da güven içinde olmadilar. Bu yüzden Peygamber Efendimiz (s.a.s.) Medine'nin savunmasiyla ilgili bütün tedbirleri aldi. Medine'deki Yahûdîler ve Medine etrâfindaki müsrik Arab kabîleleri ile saldirmazlik anlasmalari yapti. Etrafa seriyyeler (küçük askeri birlikler) göndererek, düsmanin hareketlerini kontrol altina aldi. Mekkelilerin Sam ticâret yolunu kapatti. Müsriklerin gece baskini ihtimâline karsi geceleri Medine sokaklarinda ashâb nöbet tuttu. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bile ancak kapisinda nöbet beklendigi zamanlarda endisesiz uyuyabiliyordu.(156/2)
10- ILK NÜFUS SAYIMI
Savunma ile ilgili alinan tedbirler arasinda, Müslümanlarin sayisini bilmege de lüzûm görüldügünden, Rasûlullah (s.a.s.) "Bana Müslüman olduklarini söyleyenlerin isimlerini yaziniz," buyurmustur. Sayim sonunda Medine'de 1500 müslüman bulundugu anlasilmistir.(157)
11- ILK SERIYYELER
Rasûlullah (s.a.s.) düsmanin hareketini kontrol altinda tutmak, Medine'yi muhtemel bir tecâvüzden korumak için, civârdaki bazi bölgelere "kesif kollari" (seriyye) göndermis, fakat kendilerine silahli tecavüz olmadikça çarpisma izni vermemistir.
Hicretin ilk yilinda üç seriyye gönderilmistir. Ilk seriyye, Hz Peygamber (s.a.s.)'in amcasi. Hz. Hamza komutasindaki 30 kisilik seriyyedir. Islâm'da ilk sancak bu seriyyeye verilmistir.
2'inci seriyye, Rasûlullah (s.a.s.)'in amcalarindan Hâris'in oglu Ubeyde komutasinda; 3'üncüsü ise Sa'd b. Ebî Vakkas komutasinda gönderilmistir.
Bunlar Kureys kervanlarini takip için gönderilmislerdi. Ilk iki seriyyede karsilasma oldugu halde çarpisma olmamistir. Sadece Sa'd b. Ebî Vakkas, ikinci seriyye'de bir ok atmistir ki Islâm'da Allah yolunda atilan ilk ok budur.
Bu seriyyeler, hicretin 7-8 ve 9' uncu (Ramazan, Sevval ve Zilkade) aylarinda gönderilmistir.
Seriyye: Rasûlullah (s.a.s.)'in kendisinin bulunmadigi küçük harp müfrezesi demektir. Rasûlullah (s.a.s.)'in katildigi ve bizzât idare ettigi askeri harekâta ise "Gazve" denir. Seriyyeler, genellikle gece çikarilan ve sayilari 5-400 arasinda degisen askeri birliklerdir. Gazvelerin sayisi 19'dur. Seriyyelerin sayisi daha çoktur.
(144) "Hepiniz, toptan simsiki Allah'in ipine (Islâm Dini'ne ve Kur'ân-i Kerîm'e) sarilin. Allah'in üzerinizdeki nimetini hatirlayin. Hani siz birbirinizin düsmanlari idiniz de O, kalblerinizi birlestirmisti. Iste O'nun bu nimeti sâyesinde kardes olmustunuz. Siz bir ates çukurunun kenarinda iken sizi oradan da O kurtarmisti." (Âl-i Imrân Sûresi, 103)
(145/1) el-Buhârhi, 1/ 111; Tecrid Tercemesi, 2/306 (Hadis No: 270); Zâdü'l-Meâd, 2/145-146; Tarih-i Din-i Islâm, 3/21-26
(145/2) Târih-i Din-i Islâm, 3/14
(146/1) Tecrid Tercemesi, 12/202-207 (Hadis No: 2027);Târih-i Din-i Islâm, 3/26-27
(146/2) Bkz. el-Buhârî, 1/93; Tecrid Tercemesi, 2/233, (Hadis No: 228); Ibn Hisâm, 260
(147) Bkz. Âl-i Imrân Sûresi, 159
(148) Bkz. Ebû Dâvud, es-Sünen, 1/116 (Hadis No: 499), Misir, 1371/1952; Tecrid Tercemesi, 2/451, (Hadis No: 358);
(149) Bkz.el-Mâide Sûresi, 58; el-Cum'a Sûresi,9; Tecrid Tercemesi, 2/451 (358 No. lu hadisin açiklamasi)
(150) Daha önceden Medine'yi yurt edinmis ve gönüllerine imâni yerlestirmis olan kimseler (ensâr), kendilerine hicret eden muhâcirleri severler, onlara verilen seylerden dolayi, içlerinde bir çekememezlik duymazlar, zaruret içinde olsalar bile, muhacirleri kendilerine tercih ederler... (el-Hâsr Sûresi,9)
(151) Tecrid Tercemesi, 7/99 (Hadis No: 1035); Zâdü'l-Meâd, 2/146
(152) Kimin kime kardes oldugu için bkz. Ibn Hisâm, 2/150-153; Tecrid Tercemesi, 7/102-106
(153/1) Tecrid Tercemesi, 8/66-69, (Hadis No: 1145)
(153/2) Imân idip hicret eden ve Allah yolunda mallari ve canlariyla cihâd eden muhâcirlerle, bu muhâcirleri barindirip onlara yardimci olanlar (ensâr) bir birlerinin velisidir. (el-Enfâl Sûresi, 72)
(154) Bkz. el-Buhârî 3/3 Tecrid Tercemesi, 6/407, (Hadis No:958)
(155/1) Tecrid Tercemesi, 7/99-106 (1035 numarali hadisin izahi); Zâdü'l-Meâd, 2/146
(155/2) 47 maddelik bu yazili antlasmanin tam metni için bkz. Ibn Hisâm, es Sîretü'n-Nebeviyye, 2/147-150; Tug, Doç.Dr.Salih, Islâm Ülkelerinde Anayasa Hareketleri, 31-40, Ist., 1969; M. Hamîdullah, Islâm Peygamberi, 1/131-134, Ist., 1966
(156/1) Asri Saâdet, 1/327
(156/2) Bkz. el-Buhârî, 4/I; Tecrid Tercemesi, 8/372 (Hadis No: 1217)
(157) Bkz. el-Buhârî, 4/34; Tecrid Tercemesi, 8/483 (Hadis No: 1277)
--------------------------------------------------------------------------------
II- HICRETIN IKINCI YILI (623-624 M.)
"Sizinle savasanlara karsi, Allah yolunda siz de savasin. Asiri gitmeyin; dogrusu Allah asiri gidenleri sevmez"
(el- Bakara Sûresi, 190)
1- SAVASA IZIN VERILMESI
Islâm'da asil olan baristir. Savas, zulmün önlenmesi, hakkin kabûl ettirilmesi için mesrû kilinmistir. 13 seneye yaklasan Mekke Devri'nde ve Medine Devrinin ilk yilinda, müsriklerden gördükleri bunca zulüm, iskence ve haksizliga ragmen, mü'minlere sabirli olmalari, Allah'in dinini güzellikle teblige çalismalari emredilmis(158), savasa izin verilmemisti. Müslümanlardan:
-Ey Allah'in Rasûlü, nedir bu çektiklerimiz? Izin ver de sunlari gizli gizli öldürelim, diye izin istiyenlere Hz. Peygamber (s.a.s.):
-Henüz savas izni verilmedi, sabredin Allah'in yardimi yakindir, çektiginiz çilelerin mükâfâtini göreceksiniz, diye cevap vermisti.
Hicretten sonra Müslümanlar, giderek müsriklere karsi koyabilecek duruma geldiler. Üstelik Müslümanlarin düsmanlari çogaldi, sabir yolu ile barisi sürdürmek artik mümkün degildi. Bundan dolayi Hicretin 2'inci yili baslarinda Safer ayinda;
"Zulüm ve haksizliga ugratilarak, kendilerine savas açilan kimselere (mü'minlere) savas izni verildi. Allah onlara yardim etmege elbette Kâdirdir. Onlar, 'Rabbimiz Allah'tir' dediler diye, haksiz yere yurtlarindan (Mekke'den) çikarildilar..." (el-Hacc Sûresi, 39-40) anlamindaki âyet-i kerimelerle Müslümanlara, kendilerini savunmak üzere savas izni verildi.
2-ILK GAZVELER
Mekke müsrikleri, Medine'ye baskin hazirligi içindeydiler. Rasûlullah (s.a.s.) düsmanin hazirliklari hakkinda bilgi edinmek için zaman zaman seriyyeler gönderdigi gibi, Medine ile Mekke arasindaki kabîlelerle görüsüp anlasmalar yapmak, kureys'in planladigi yagmalari önlemek için bizzat kendisi de askerî yürüyüslere katildi. Rasûlullah (s.a.s.)'in katilip bizzât idâre ettigi askeri harekâta "Gazve" denir.
Rasûlullah (s.a.s.)'in ilk gazvesi, 60 kisilik müfreze ile Ebvâ Köyüne yapilan gazvedir.(159) Hicretin ikinci yili Safer ayi basinda yapilmistir. Ayni yil içinde sirasiyla Buvat, Useyre, Küçük Bedir ve Büyük Bedir Gazveleri olmustur. Ilk dördünde düsmanla karsilasma olmamis, kan dökülmemistir. Büyük Bedir Gazvesi, Müslümanlarin yaptigi ilk savas olmustur.
3- KIBLENIN DEGISMESI
Islâm'in ilk yillarinda namaz, Beyt-i Makdis'e (Kudüs'e) dogru kiliniyordu. Ancak, Hicret'ten önce Rasûlullah (s.a.s.) Mekke'de namaz kilarken, mümkün mertebe Kâbe'yi arkasina almaz; Kâbe, kendisiyle Beyt-i Makdis arasinda kalacak sekilde, Rükn-i Yemânî ile Rükn-i Hacer-i esved arasinda namaza dururdu. Böylece hem Kâbe'ye hem de Kudüsteki Mescid-i Aksa'ya yönelmis oluyordu. Hicretten sonra Medine'de Mescid-i Aksa'ya yöneldiginde Kâbe'nin arka tarafta kalmasindan Rasûlullah (s.a.s.) üzüntü duyuyor, kiblenin Kâbe'ye çevrilmesini içten arzu ediyordu.(160) Çünkü Kâbe, atasi Hz. Ibrahim'in kiblesiydi.
Hicretten 16-17 ay kadar sonra, Saban ayinin 15'inci günü Hz. Peygamber (sa.s.) Medine'de Selemeogullari Yurdu'nda ögle namazi kildirirken, ikinci rek'atin sonunda;(161)
"Yüzünü gök yüzüne çevirip durdugunu görüyoruz. Seni elbette hosnut oldugun kibleye çevirecegiz. Hemen yüzünü Mescid-i Harâm'a dogru çevir. (Ey mü'minler) siz de nerede olursaniz, (namazda) yüzlerinizi, onun tarafina çeviriniz..." (el-Bakara Sûresi, 144) anlamindaki âyet nâzil oldu. Hz. Peygamber yönünü hemen Kudüs'ten Mescid-i Harâm'a çevirdi. Cemâat da saflariyla birlikte döndüler. Kudüs'e dogru baslanilan namazin, son iki rek'ati, Kâbe'ye yönelinerek tamamlandi. Bu yüzden Selemeogullari Mescidine "Mescid-i Kibleteyn" (iki kibleli mescid) denilmistir
4- CAHS OGLU ABDULLAH SERIYYESI ve BATN-I NAHLE OLAYI
Medine'ye baskin hazirligi yapan Kureys'in harekâtindan haber almak üzere, Peygamber Efendimiz, Recep ayinin son günlerinde, Mekke tarafina halasinin oglu Cahs oglu Abdullah komutasinda, 8 kisilik bir seriyye gönderdi. Iki gün sonra açilmak üzere Abdullah'a bir de mektup vermisti. Mektupta, Mekke ile Tâif arasindaki Nahle Vâdisi'ne kadar gidilmesi, Kureys'in faâliyetleri konusunda bilgi toplanmasi isteniyordu.(162)
Nahle Vâdisinde, Kureys'in Tâif'ten dönmekte olan bir kervanina rastladilar. Kervanin reisi Hadramî oglu Amr'i öldürüp ele geçirdikleri iki esir ve zaptettikleri mallarla Medine'ye döndüler. Rasûlullah (s.a.s.) bu olayi hos karsilamadi. Çünkü kendilerine çarpisma izni verilmemisti. Üstelik bu olay, kan dökülmesi yasak sayilan "eshür-i hurum"dan Recep ayinda meydana gelmisti. Mekke müsrikleri bu olayda öldürülen Hadramî oglu Amr'in intikamini vesile ederek savas hazirliklarini hizlandirdilar. "Muhammed harâm aylara bile saygi göstermiyor, harâm aylarda kan döküyor, yagma yapiyor.." diye de yaygara kopardilar.(163)
5- BEDIR SAVASI (17 Ramazan 2 H/13 Mart 624 M.)
"Siz güçsüz bir durumda iken Allah size Bedir'de yardim etmisti".
(Âl-i Imran Sûresi, 123)
a) Kureys'in Gönderdigi Kervan
Kureys Medine'yi basip Rasûlullah (s.a.s.)'i öldürmek, Müslümanligi ortadan kaldirmak için hazirlaniyordu. Yapilacak savasin masraflarini karsilamak üzere, Ebû Süfyân'in baskanliginda büyük bir ticâret kervanini Medine yolu ile Sam'a göndermislerdi. Nahle Vâdisinde öldürülen Hadramî oglu Amr'in kardesi Âmir, Mekke sokaklarinda çirilçiplak:
-"Vâh Emrâh, vâh Amrâh..." diyerek dolasiyor, halki savasa ve intikama tesvik ediyordu. Kervan döner dönmez, Medine'ye hücûm edeceklerdi.
Gönderdigi seriyyeler (kesif birlikleri) vasitasiyla Hz. Peygamber (s.a.s.), Mekke'de olup bitenleri, yapilan hazirliklari tamâmen ögrenmisti. Ebû Süfyân'in idâresindeki ticâret kervanindan elde edilecek kazanç, Müslümanlarla yapilacak savas için kullanilacakti. Bu yüzden Rasûlullah (s.a.s.) Sam'a giderken engel olmak üzere "Useyre" denilen yere kadar bu kervani tâkip etmis fakat yetisememisti. Dönüsünü haber alinca, kervani ele geçirmek üzere, Ramazan'in 12'inci günü Abdullah b. Ümmi Mektûm'u imâm birakarak 313 kisi ile Medine'den çikti. Yolda ensârdan Ebû Lübâbe'yi Medineye muhâfiz tâyin ederek, geri çevirdi. 8 kisi de mâzeretleri sebebiyle izin aldiklarindan 64'ü muhâcir, digerleri de ensârdan omak üzere 305 kisi kaldilar. 6 zirh, 8 kiliç, 3 at, 70 develeri vardi. Binek yetismedigi için develere nöbetlese biniyorlardi.
Ebû Süfyan, dönüste Müslümanlarin kervana saldirma ihtimâline karsi Mekke'ye haberci göndererek korunmasi için yardim istemisti. Esâsen aylardan beri savas hazirligi içinde olan Mekkeliler kervani kurtarmak ve Müslümanlardan intikam almak üzere Ebû Cehil'in komutasinda 950-1000 kisilik bir ordu ile hareket ettiler. Ebû Leheb'den baska bütün Kureys ulularinin katildigi bu ordunun 200'ü atli, 700'ü develi, digerleri de yaya idi. Zirh, ok, mizrak, kiliç gibi her türlü savas âlet ve silahlari tamamdi. Ebû Leheb, hastaligi sebebiyle sefere katilamamis, yerine bedel göndermisti.
b) Iki Tâifeden Biri
Kervani arastirdigi esnâda, yolda Safrâ yakinlarinda Zefiran Vâdisi'nde Kureys'in büyük bir ordu ile kervani kurtarmak üzere Medine'ye dogru yürümekte oldugunu haber alan Rasûlüllah (s.a.s.) durumu Müslümanlara anlatarak:
-Kureys Mekke'den çikmis, üzerimize dogru geliyor. Kervani mi tâkip edelim, yoksa kureys ordusunu mu karsilayalim, diye istisârede bulundu. Medine'den savas hazirligi ile çikilmadigi için, çogunluk kervanin tâkibini istiyordu.(164)
Rasûlullah (s.a.s.)'in bu duruma üzüldügünü gören Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer sira ile ayaga kalkarak, Kureys ordusuna karsi çikmanin daha uygun olacagini savundular. Hz. Peygamber (s.a.s.) bu konuda ensâr'in düsüncesini ögrenmek istiyordu. Sonra ilk Müslümanlardan Mikdad b. Esved, Muhâcirler adina söz alarak:
-Biz, kavminin Hz. Musa'ya "Sen ve Rabbin gidin ve düsmana karsi savasin. Biz burada oturup bekleyelim,(165) dedikleri gibi demeyiz. Biz senin saginda, solunda, önünde arkanda çarpisiriz. Allah ve Rasûlünün emri ne ise ona itâat ederiz. Sen nereye gidersen oraya gideriz,(166) dedi. Ensar adina konusan Sa'd b. Muâz da:
-"Ey Allah'in Rasûlü, biz sana imân ettik. Getirdigin Kur'ân'in hakk olduguna sehâdet ettik, sözlerini dinlemege ve itâat etmege, düsmana karsi seni korumaga söz verdik. Sen nasil istersen öyle yap. Seni hak Peygamber gönderen Allah'a yemin ederim ki, sen bize denizi gösterip dalsan biz de dalariz, hiç birimiz geri dönmeyiz. Biz düsmanla savasmayi, harpte sebât göstermeyi biliriz. Allah'a güvenerek düsman ordusunun üzerine gidelim..." (167) dedi. Rasûlullah (s.a.s.) bu konusmadan son derece memnun oldu.
-Öyleyse haydi Allah'in bereketine yürüyünüz. Size müjdelerim ki, "Allah iki tâifeden birini (kervanin ele geçirilmesi veya Kureys ordusunun yenilgisini) bize vâdetti".(168) Zaferimiz kesindir. Ben simdiden Kureys reislerinin harp meydaninda yikilacaklari yerleri görüyor gibiyim, buyurdu. Sonra da Bedir'e dogru hareket etti.(169)
Bedir deve yürüyüsü ile Medine'ye 3; Mekke'ye ise 10 günlük (80 mil) mesâfede bir köydü. Her yil burada panayir kurulur, bu sebeple Suriye'ye giden kervanlar buradan geçerdi. Kureys ordusu buraya Müslümanlardan önce gelip, suyun basini tutmustu. Ebû Süfyân idâresindeki 50 kisilik Kureys kervani ise, henüz Müslümanlar Medine'den çiktiklari siralarda, sâhil yolunu izleyerek Medine'den uzaklasmis, Kureyslilere de geri dönmeleri için haber göndermisti. Fakat, ordusuna çok güvenen Ebû Cehil, mutlaka savasmak istiyordu. Bu yüzden Mekkeliler geri dönmeyip, Bedir'e kadar ilerlemisler ve burada karargâh kurmuslardi.
c) Iki tarafin durumu
17 Ramazan 2 H./13 Mart 624 M. Cuma sabahi iki ordu Bedir'de karsilasti. Araplar ötedenberi hep kabîlecilik gayretiyle savasmislardi. Bu savasta ise din ugrunda ayni kabîlenin insanlari birbirleriyle çarpisacak, kardes, amca, yegen, hatta, baba-ogul birbirlerini öldüreceklerdi.(170/1)
Müslümanlarin sancaktari Mus'ab b. Umeyr'in kardesi Ebû Azîz, Kureys'in bayraktariydi. Utbe b. Rabîa'nin ogullarindan Velîd kendi yaninda, ikinci oglu Ebû Huzeyfe mü'minlerin arasindaydi. Hz. Ebû Bekir'in bir oglu Abdullah kendisiyle beraber, diger oglu Abdurrahman ise müsrik saflarindaydi. Rasûlullah (s.a.s.)'in amcalarindan Hz. Hamza kendi yaninda, diger amcasi Abbâs ise karsi tarafta yer almisti. Hz. Peygamberi ömrü boyunca himâye etmis olan amcasi Ebû Tâlib'in bir oglu Hz. Ali Müslümanlar içinde, diger oglu (Ali'nin kardesi) Âkil ise müsrikler safinda bulunuyordu. Rasûlullah (s.a.s.)in ilk hanimi Hz. Hatice'nin kardesi Nevfel ile damadi (kizi Zeyneb'in esi) Ebu'l-Âs müsrikler içinde yer almislardi.(170/2)
Düsman ordusu sayi, silah, tecrübe ve maddi kuvvet bakimindan Müslümanlardan kat kat üstündü. Bulunduklari yer de savas için daha elverisliydi. Ancak, sabaha karsi yagan yagmur, üzerinde rahat yürünemeyen kumlu zemini sertlestirmis ve Müslümanlarin su ihtiyacini gidermisti. Böylece Müslümanlarin moralleri yükselmis, Allahin yardimina sonsuz güven duymaya baslamislardi. Kendileri için ölüm-kalim demek olan bu savasta, Islâm'in izzeti ve üstünlügü için Müslümanlar, Allah'a duâ ediyorlardi.
d) Savas Basliyor.
Kureys adim adim Müslümanlara yaklasiyordu. Manzara pek hazîndi. Bir avuç Müslüman, "Allah adini yüceltmek için", tepeden tirnaga silahli koca sirk ordusunun karsisina çikiyordu. Rasûlullah (s.a.s.) yanina Hz Ebû Bekir'i alarak, kendisi için hazirlanan gölgelige çekildi, ellerini semâya kaldirip:
-Yâ Rabb, iste Kureys bütün gurûr ve azametiyle senin dinini ortadan kaldirmak için geldi. Sana meydan okuyor, Peygamberini yalanliyor. Yâ Rabb, peygamberlerine yardim edecegine dâir ahdini, bana verdigin zafer va'dini lütfet. Su bir avuç mü'min telef olup yok olursa, bu günden sonra yeryüzünde sana ibadet ve kulluk edecek kimse kalmayacak.. "diye dua ediyordu.
Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) vecd içinde, kendinden geçerek, o kadar çok duâ etmis ve ellerini öylesine semâya kaldirmisti ki, sirtindan ridâsinin düstügünün farkina varmamisti. Hz. Ebû Bekir ridâsini örttü, elinden tutarak:
-Ey Allah'in Rasûlü, yetisir artik, duan arsi titretti, Allah va'dini yerine getirecektir, dedi. Rasûlullah (s.a.s.)'in bu hâlini gören müslümanlar heyecandan agliyorlardi. Nihâyet Rasul-i Ekrem (s.a.s.): "Tapluluklari bozulacak, arkalarini dönüp kaçacaklar" (el- Kamer Sûresi, 45) anlamindaki âyet-i kerîmeyi okuyarak çadirdan çikti.(171) Allah yardimini böylece müjdelemis, zaferin Müslümanlarin olacagini bildirmisti.(172)
Savasi Kureys baslatti. Batn-i Nahl'e de kardesi öldürülen Hadramî oglu Âmir'in attigi ok, Hz. Ömer'in azatlisi Mihca'a isâbet ederek sehit etti.
Savastan önce, her iki taraftan birer ikiser kisinin ortaya çikip çarpisarak taraflari kizistirmasi âdetti. Buna "mübâreze" denirdi. Kureys reislerinden Utbe b. Rabîa, kardesi Seybe ile oglu Velîd; birlikte ilerlediler. Müslümanlardan kendilerine karsi çikacak er dilediler. Bunlara karsi Hz. Peygamber (s.a.s.)'in emri ile Ubeyde, Hamza ve Ali çiktilar. Hamza Seybe'yi, Ali de Velîd'i birer hamlede öldürdüler. Sonra yarali Ubeyde'nin yardimina kosup Utbe'nin de isini bitirdiler.(173)
e) Sonuç: Hakk'in Bâtila Zaferi
Artik savas kizismisti, müsrikler saldiriya geçtiler, mü'minler kahramanca karsi koydular, Allah'in yardimi ile müsrik ordusunu bozguna ugrattilar.(174) Müsrikler savas alaninda 70 ölü, 70 esir birakarak kaçtilar. Öldürülenlerden 24'ü Müslümanlara en çok düsmanlik gösteren Kureys büyükleriydi. Savasin baskomutani Ebû Cehil de ölenler arasindaydi.(175/1) Müslümanlardan sehit düsenler ise 6'si muhâcirlerden, 8'i de ensârdan olmak üzere 14 kisiydi. (175/2)
Bedir Zaferi Medine'de bayram sevinci meydana getirdi. Mekke ise mâteme büründü. Ebû Leheb bir hafta sonra üzüntüsünden öldü. Fakat Kureysîler, Müslümanlar sevinmesinler diye yas tutmadilar.
Zaferden sora Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) Bedir'de üç gün daha kaldi. Sehitler defnedildi. Meydanda kalan müsrik ölüleri açilan bir çukura gömüldü.
Kureys esrâfindan 24 kisinin cesetleri ise pislik atilan susuz kuyulardan birine atildi. Rasûlullah (s.a.s.) Bedir'den ayrilacagi sirada bu kuyunun basina varip, içindeki cesetlerin herbirinin adini söyleyerek:
-Ey filân oglu filân, biz Rabb'imizin bize va'dettigi zaferi gerçek bulduk, siz de rabbinizin size va'dettigini gerçek buldunuz mu? diye seslendi. (176) Hz. Ömer:
-Ey Allah'in Rasûlü, ruhlari olmayan cesetlerle mi konusuyorsun? dediginde, Rasûlullah (s.a.s.):
-Allah'a yemin ederim ki, söylediklerimi siz onlardan daha iyi isitiyor degilsiniz, buyurdu.(177)
f) Bedir Esirleri
Hz. Peygamber (s.a.s.) yolda Safra denilen yerde, elde edilen ganimetleri gazîlere esit olarak paylastirdi. Mâzeretleri sebebiyle ordudan ayrilmis olan 8 kisiye de pay ayirdi. Esirlerle ilgili henüz bir hüküm inmemisti. Medine'ye gelince Rasûlullah (s.a.s.) bu konuyu ashâbiyla istisâre etti. Hz Ebû Bekir, fidye (kurtulus bedeli) karsiliginda serbest birakilmalarini; Hz. Ömer ise hepsinin boyunlari vurularak öldürülmelerini istedi. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) ve ashâbin çogunlugu Hz. Ebû Bekir'in teklifini uygun buldular.(178) Esirlerden fidyelerini ödeyenler, hemen serbest birakildi, ödeyemeyenler ise, her biri Medine'li 10 çocuga okuyup yazma ögretme karsiliginda hürriyetini kazandi.
Bu olay, dinimizin ilme ve okuyup yazmaga ne kadar çok önem verdigini; Rasûlullah (s.a.s.)'in, Müslümanlarin düsmani olan müsriklere bile ögretmenlik yaptirmakta sakinca görmedigini göstermektedir.
6- BENÎ KAYNUKA YAHÛDÎLERININ MEDINE'DEN ÇIKARIL-MASI (Sevval 2 H./Nisan 624 M.)
Hz. Peygamber (s.a.s.) Medine'de Yahûdîlerle anlasmalar yapmis, onlarla baris içinde olmak istemisti. Fakat Yahûdiler dâima düsmanca bir davranis içinde oldular. Her firsatta Evs ve Hazrec Kabîleleri arasindaki eski düsmanliklari hatirlatip, Müslümanlari birbirine düsürmege çalistilar. Kendileri ehl-i kitâb ve tek Allah inancinda olduklari halde, "müsrikler, mü'minlerden daha dogru yolda" (179) dediler. Sabahleyin Müslüman olmus görünüp, aksam dönerek(180), Müslümanlarla alay ettiler. Hz. Peygamber (s.a.s.) ve Müslümanlar aleyhine siirler yazdilar. Oysa, ellerinde bulunan Tevrat'taki bilgilerden Hz. Muhammed (s.a.s.)'in hak peygamber oldugunu da biliyorlar(181), buna ragmen düsmanlik ediyorlardi.
Müslümanlarla Medine'deki Yahûdî kabîleleri arasinda yapilan vatandaslik anlasmasini ilk bozan Kaynukaogullari oldu. (182)
Müslümanlardan bir kadin, Kaynuka yahûdilerinden bir kuyumcunun dükkaninda alis- veris ederken, bir Yahûdî, kadin duymadan örtüsünün etegini arkasina baglamis, kadin kalkip gitmek isteyince her tarafi açilivermisti. Kadinin feryâdi üzerine yetisen bir Müslüman bu Yahûdîyi öldürmüs, orada bulunan Yahûdîler de bu Müslümani öldürmüslerdi. Bu olay yüzünden Kaynukaogullari ile Müslümanlarin arasi açildi.(183) Rasûlullah (s.a.s.) Beni Kaynuka'ya muâhedeyi yenilemeyi teklif etti, onlar buna yanasmadilar.
-"Sen bizi, savas bilmeyen Mekkeliler mi saniyorsun? Biz savasa haziriz...." dediler.(184) Rasûlullah (s.a.s.) Ebû Lübâbe'yi Medine'de vekil birakarak Sevval ayi ortalarinda ordusu ile Benî Kaynuka'yi muhasara etti. Kusatma 15 gün sürdü. Kaynukaogullari diger Yahûdî kabîleleri ve münâfiklardan bekledikleri yardimi göremeyince, teslim olmaga mecbûr oldular. Muâhedeyi bozduklari, vatana ihânet ettikleri için öldürülmeleri gerekiyordu. Kaynukaogullari daha önce Hazrec kabîlesinin himâyesindeydi. Hazrec kabîlesi esrâfindan, münâfiklarin basi Ubeyy oglu Abdullah, bunu bahâne ederek bunlarin öldürülmemeleri için israr ettiginden, Rasûlullah (s.a.s.) Medine'den çikarilmalarini emretti. Böylece, 700 kisiden ibâret Kaynuka Yahûdîleri, Medine'den Sam tarafina sürüldüler.(185) Ele geçen ganimet mallarinin beste biri Beytü'l-mâle (Devlet hazinesine) ayrildi.(186) Geri kalani gazilere paylastirildi. Topraklari da, topraksiz Müslümanlara verildi. Böylece Müslümanlar, Yahûdîlerin en cesûru sayilan Kaynukaogullarinin kötülüklerinden kurtulmus oldular.
7-SEVIK GAZASI (Zilhicce 2 H./Mayis 624 M.2)
Bedir Savasinda Mekkelilerin ileri gelenleri ölmüs, Kureysin basina Ebû Süfyan geçmisti. Ebû Süfyan, Müslümanlarla savasip, Bedir yenilgisinin öcünü almadikça kadinlarina yaklasmayacagina, yikanmayacagina ve koku sürmeyecegine yemin etmisti. 200 atli ile Mekke'den çikarak Medine'ye bir saatlik mesâfede Urayz Köyü'ne gelmis, çift sürmekte olan ensârdan Sa'd b. Âmir ile hizmetçisini sehit edip bir kaç ev ve hurma agacini atese verdikten sonra, "yeminim yerine geldi", diyerek dönüp kaçmistir.
Hz. Peygamber (s.a.s.) bu durumu duyunca 80 süvâri, 120 yaya ile hemen tâkibe çikmis ise de Ebû süfyân sür'atle kaçtigi için yetisememistir. Mekkelilerin erzak olarak getirip, kaçarken agirlik olmasin diye biraktiklari çuvallar dolusu, kavrulmus un (sevik) Müslümanlarin eline geçtiginden bu gazveye Sevik (kavrulmus un, kavut) Gazasi denilmistir.(187)
8- HICRETIN IKINCI YILINDA DIGER OLAYLAR
Medine Devri'nin 2'nci yilinda, Bedir Savasi'ndan önce Saban ayinda Ramazan orucu farz kilindi. Zekât da hicretin 2'inci yilinda farz kilinmistir. Bazi Islâm bilginleri, zekâtin Mekke devride farz kilindigi, Medine Devrinde ise, zekâtin verilecegi yerlerin belirlendigi görüsündedir.(188) Gene bu yilda Ramazan ve Kurban bayramlari namazlari ile fitir sadakasi ve kurban kesmek mesrû kilinmistir.(189)
Rasûlullah (s.a.s.)'in kizi Hz. Osman'in zevcesi Rukiyye Bedir zaferi esnâsinda Medine'de vefât etmistir. Esinin hastaligi sebebiyle Hz. Osman Bedir Savasi'na katilamamistir.
Rasûlullah (s.a.s.)'e ilk vahyin geldigi yil dogmus olan en küçük kizi Hz. Fâtima ile Hz.Ali bu yilda evlenmislerdir. Evleninceye kadar Hz. Ali Rasûlullah (s.a.s.)'in yaninda kalmis ve O'nun elinde yetismisti. Evliliginden sonra ayri bir eve çiktilar. Rasûlullah (s.a.s.)'in en sevgili kizi Fâtima'ya çeyiz olarak verdigi esya, bir yatak, bir silte, (minder), bir su tulumu, bir el degirmeni, iki su ibrigi ve bir su kabindan ibârettir.
Bedir esirleri arasinda Hz. Paygamber (s.a.s.)'in damadi, Zeyneb'in esi Ebu'l-As da bulunuyordu. Zeyneb, esinin fidyesi (kurtulus bedeli) için kendisine annesi Hz. Hatice'nin dügün hediyesi olarak verdigi gerdanligi da göndermisti. Bu durumdan çok hislenen Rasûlullah (s.a.s.) ve ashâbi, Ebu'l-Âs'i fidye almadan serbest birakmislar, Zeyneb'in gerdanligini da geri göndermislerdir. Ancak Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) Ebu'l-Âs'dan müsrik oldugu için Zeyneb'in kendisine helâl olmadigini, bu yüzden hemen Medine'ye göndermesini istedi. Ebu'l-Âs sözünü yerine getirdi. Böylece Rasûlullah (s.a.s.)'in en büyük kizi Zeyneb de bu yil içinde Medine'ye hicret etmistir.(190)
--------------------------------------------------------------------------------
(158) "Rabbinin yoluna hikmet ve güzel ögütle çagir, onlarla en güzel sekilde tartis..." (en-Nahl Sûresi, 125)
(159) Ibn Hisâm, 2/241
(160) Zâdü'l-Meâd, 2/147
(161) Bkz. el-Buhârî, 1/15; Tecrid Tercemesi, 1/41 (Hadis No: 38); Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 3/252; Târih-i Din-i Islâm 3/65; Tahir Olgun, Ibâdet Tarihi, s. 80, Ist., 1946; M. Zihni Efendi, Kitabü's-Salât, s.75, Ist.,1326
(162) Ibn Hisâm, 2/252; Ibü'l-Esîr, a.g.e.,2/113
(163) Ibn Hisâm, 2/254; Yahûdîlerin ve Kureysin "Muhammed harâm aylara saygi göstermedi" yaygaralari üzrine inen âyet-i kerime'de söyle buyrulmustur.
"Sana harâm ayi ve o ayda yapilan savasi sorarlar. De ki: O ayda savasmak, büyük günah ise de, insanlari Allah yolundan alikoymak, O'nu inkâr etmek, Mescid'i Harâm'in ziyâretlerine engel olmak, halkini oradan çikarmak, Allah katinda daha büyük günahtir.." (el-Bakara Sûresi, 217)
(164) Bkz. el-Enfâl Sûresi, 5-6
(165) Mâide Sûresi, 24
(166) Bkz. El-Buhârî, 5/4; Tecrid Tercemesi, 10-146 (Hadis No: 1562); Ibn Hisâm 2/266; Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 2/120
(167) Ibn Hisâm, 2/267; Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 2/120; Müslim, 3/1403, (Hadis No: 1779) Kahire 1375/1955
(168) Enfâl Sûresi, 7
(169) Ibn Hisâm, 2/267; Zâdü'l-Meâd, 2/217; Tecrid Tercemesi, 10/148-149
(170/1) Karsi karsiya gelen iki toplulugun durumlarinda sizin için ibret vardir. Bunlardan biri Allah yolunda savasan topluluk, digeri ise onlari (müslümanlari) kendilerinin iki kati gören kâfir topluluk. Allah diledigini yardimiyla destekler. Bunda gerçegi görebilenler için ibret vardir. (Âl-i Imrân Sûresi,13)
(170/2) Bkz. Târih-i Din-i Islâm, 3/100-101
(171) Bkz. el-Buhârî, 3/230; Müslim, 3/1384, (Hadis No: 1763) Ibn Hisâm, 2/ 279; Ibn'ül-Esîr, a.g.e., 2/125; Tecrid Tercemesi, 8/385 (Hadis No:1228)
(172) "Rabbin meleklere 'Ben sizinleyim, mü'minleri destekleyin' diye vahyetti ve 'ben kâfirlerin kalplerine korku salacagim, artik onlarin boyunlarini vurun, parmaklarini dograyin' dedi" (el-Enfâl Sûresi, 12) " (Bedir'de) Rabbinizin yardimina siginiyordunuz. O, 'Ben size birbiri pesinden bin melekle yardim edecegim' diye cevap vermisti." (el-Enfâl Sûresi,9)
(173) Ibn Hisâm, 2/277; Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 2/125
(174) Siz Bedir'de düskün bir durumda iken, Allah size yardim etmisti. (Âl-i Imrân Sûresi, 123)
(175/1) Bkz. Tecrid Tercemesi, 8/ 507-509 (Hadis No:1298)
(175/2) Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 2/136
(176) el-Bûharî; 1/65; Tecrid Tercemesi, 1/161-164 (Hadis No: 177) ve 2/ 377-378 (Hadis No: 314)
(177) Bkz. el-Buhârî 5/8; Tecrid Tercemesi, 4/734, (Hadis No: 673) ve 10/160 (Hadis No: 1567); Ibn Hisâm, 2/292; Ibnü'l-Esîr, 2/129
(178) Ibnü'l-Esîr, 2/136 "Yeryüzünde düsmani yere sermeden esir almak, hiç bir peygambere yarasmaz. Siz dünya malini istiyorsunuz. Oysa Allah, âhireti kazanmanizi ister. Allah azizdir, hakîmdir. Eger Allah'in geçmis bir yazisi olmasaydi, aldiginiz fidyelerden dolayi size büyük bir azab dokunurdu" (el-Enfâl Sûresi, 67-68)
(179) Bkz. en-Nisâ Sûresi, 51
(180) Bkz. Âl–i Imrân Sûresi, 72
(181) Bkz. el–Bakara Sûresi, 146
(182) Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 2/137
(183) Ibn Hîsâm, 3/51; Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 2/138
(184) Ibn Hîsâm, 3/50; Ibnü'l-Esîr a.g.e., 2/137
(185) Zâdü'l-Meâd, 2/230
(186) Bkz. el-Enfâl Sûresi, 41; Ibnü'l-Esîr a.g.e., 2/138
(187) Ibn Hisâm, 3/47-48; Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 2/139-140; Zâdü'l-Meâd, 2/229
(188) Bkz. Yazir, M. Hamdi, Hak Dini Kur'an Dili, 7/5438, Ist.,1938
(189) Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 2/115 ve 2/138
(190) Ibn Hisâm, 2/306-308
1- UHUD SAVASI (11 Sevval 3 H./27 Mart 625 M.)
"Gevsemeyin, üzülmeyin, eger inan-missaniz üstün gelecek sizsiniz.
(Âl-i Imrân Sûresi, 139)
a) Savasin Sebebi
Bedir Savasinda Mekke müsriklerinden 70 kisi ölmüstü. Bunlar arasinda Ebû Cehil, Ukbe, Utbe, Seybe, Ümeyye, Âs b. Hisâm gibi Kureys'in önde gelen simâlari vardi. Bu yüzden Mekkeliler Bedir yenilgisini unutamiyorlar, intikam atesiyle yaniyorlardi.
Bedir'de,babalarini, kardeslerini, ogullarini ve diger yakinlarini kaybedenler. Mekke reisi Ebû Süfyân'a basvurdular. Dârun'-Nedve'de toplanarak, Sam kervaninin kazanci ile bir ordu toplayip Medine'yi basmaga ve Müslümanlardan öç almaga karar verdiler.(191)
Mekke disindaki müsrik Arap kabîlelerine, sâirler, hatipler gönderdiler. Bunlar, Bedir'de öldürülenler için, siirler, mersiyeler söyleyerek halki heyecâna getirdiler. 50 bin altin olan kervan kazancinin yarisi ile Mekke disindaki müsrik kabilelerden 2000 asker topladilar. Mekke'den katilanlarla, 700'ü zirhli, 200'ü atli omak üzere, Ebû Süfyan'in komutasinda 3000 kisilik mükemmel bir ordu ile Medine üzerine yürüdüler. Orduda ayrica 300 deve, sarab tulumlari, sarkici ve rakkase kadinlar vardi. Bunlardan Baska, basta Ebû Süfyân'in karisi Hind olmak üzere Kureys ileri gelenlerinden 14 tane evli kadin da kocalari ile birlikte bulunuyorlardi.
b) Abbâs'in Mektubu
Rasûlullah (s.a.s.)'in Mekke'deki amcasi Abbâs, Bedir'de esir düstükten sonra Müslüman olmus, fakat Müslümanligini gizlemisti. Bedir'de çok zarar gördügünü bahâne ederek, bu orduya katilmadi. Özel haberciyle bir mektup göndererek, durumdan Rasûlullah (s.a.s.)'i haberdar etti. Gönderilen kesif kollari da, Kureys ordusunun Medine'ye yaklastigini haber verdiler.
Vahiy gelmeyen konularda, karâr vermeden önce Rasûlullah (s.a.s.) ashâbla istisâre ederdi. Muhâcirleri ve ensâri toplayarak:
-Düsmani Medine disinda mi karsilayalim, yoksa sehir içinde savunma tedbirleri mi alalim? diye istisârede bulundu.
Peygamber Efendimiz, bir gece önce rüyâsinda, kilicinda bir gedik açildigini,yaninda bir sigirin bogazlandigini ve mübârek elini zirhi içinde muhâfaza ettigini görmüstü. Kilicinda açilan gedigi, ehl-i beytinden birinin sehid olmasi; sigirin bogazlanmasini, ashâbindan bazilarinin sehit düsmeleri; zirhi da Medine ile tâbir etmis, bu yüzden Medine disina çikilmayarak, sehirde savunma yapilmasini uygun görmüstü.(192) Hz. Ebû Bekir, Sa'd b. Muâz gibi ashâbin büyükleriyle münâfiklarin basi Übeyy oglu Abdullah da bu görüsteydiler. Fakat ashâbin çogunlugu, bilhassa Bedir savasi'nda bulunamamis olan genç Müslümanlarla Hz. Hamza:
- Biz böyle bir günü beklemekteydik, düsmanla Medine disinda savasalim, diye isrâr ettiler.(193) Rasûlullah (s.a.s.) çogunlugun arzusuna uyarak, birbiri üzerine iki zirh giyip, migferini basina geçirerek hâne-i saâdetinden çikti. Medine disinda savasilmasini isteyenler, Peygamber Efendimizin arzusuna aykiri davranmakla hata ettiklerini anlayarak fikirlerinden caydilar. Fakat Rasûlullah (s.a.s.):
c) Peygamber Zirhini Giydikten Sonra
-"Bir peygamber zirhini giydikten sonra, savasmadan onu çikarmaz."(194) Eger sabreder, görevinizi tam yaparsaniz, Allah'in yardimiyla zafer bizimdir, dedi.
Kureys ordusu, Medine'nin 5 km. kadar kuzeyindeki Uhud dagi eteklerinde karargâhini kurmustu. Rasûlullah (s.a.s.) Abdullah b. Ümmi Mektûm'u Medine'de vekil birakarak, 1000 kisilik kuvvetle, cuma namazindan sonra Medine'den çikti. O gün Uhud'a kadar ilerlemeyip geceyi "Seyheyn" denilen yerde geçirdi. Sabahleyin safakla beraber Uhud'a vardi, savas için en elverisli yeri seçti.
Yolda Übeyy oglu Abdullah, "Muhammed (s.a.s.) bizim gibi yasli ve tecrübelileri dinlemedi, çocuklarin sözüne uydu. Ben meydan savasini uygun görmemistim..." bahânesiyle, kendisine bagli 300 münâfikla, ordudan ayrildi. Böylece Müslümanlarin sayisi 700'e düstü.
d) Rasûlullah (s.a.s.)'in Savas Düzeni
Peygamber Efendimiz, ordusunun arkasini Uhud Dagi'na vererek Medine'ye karsi saf yapti. Solundaki Ayneyn tepesi'ne "Cübeyr oglu Abdullah" komutasinda 50 okçu yerlestirdi.
-Galip de gelsek maglup da olsak, benden emir gelmedikçe yerinizden ayilmayacaksiniz, Su vâdiden, düsman atlilari arkamiza dolasip bizi kusatabilirler. Oklarinizla onlari buradan geçirmeyin, çünkü at, oku yeyince ilerleyemez, dedi.(195) Müslümanlarin karsisinda savas durumu alan müsrik ordusu, sayica Müslümanlarin 4 katindan daha fazlaydi. Üstelik bunlardan 700'ü zirhli, 200'ü atliydi. Müslümanlarin ise 100 zirhi ve sadece 2 atlari vardi. Sag koluna Ukâse, sol koluna ise Ebû Mesleme memûr edilmisti. Rasûlullah (s.a.s.) ise ortada bulunuyordu.
Ebû Süfyân komutasindaki 3000 kisilik müsrik ordusunun sag kanadina Velid oglu Hâlid, sol kanadina Ebû Cehil'in oglu Ikrime, süvârilere Ümeyye oglu Safvân, okçulara ise Rabîa oglu Abdullah komuta ediyordu.
Kureysli kadinlar, Bedir'de ölenler için mersiyeler okuyorlar, defler çalip sarkilar söyleyerek askerler arasinda dolasiyorlar, onlari savasa tesvik ediyorlardi.
Savas, o devrin âdeti üzerine mübâreze ile (meydanda teke tek çarpisma ile) basladi. Kureys'in bayragini tasiyan Abdüddâr ogullarindan ortaya çikan 9 kisi birer birer Müslümanlar tarafindan öldürüldü.
Rasûlullah (s.a.s.) elindeki kilici göstererek:
-Hakkini ödemek sartiyla bu kilici kim ister? diye sordu. Ensârdan Ebû Dücâne:
-Bunun hakki nedir, Ya Rasûlallah? diye sordu. Rasûlullah (s.a.s.):
-Egilip bükülünceye kadar düsmanla savasmak, diye cevap verdi.
Ebû Dücâne bu sartla aldigi kiliçla düsman üzerine saldirdi, müsrik saflari arasina girdi.(196) Hamza, Ali, sa'd b. Ebî Vakkâs, Ebû Dücâne gibi kahramanlarin hücûmlariyla savasin ilk aninda 20'den fazla ölü veren Kureys, bozguna ugramis, sag ve sol kanat geri çekilmis, def çalarak Kureyslileri savasa tesvik eden kadinlar, feryadlar kopararak yüksek tepelere kaçmislardi. Iman kuvveti karsisinda sayi ve malzeme üstünlügü ise yaramamis, müsrikler kaçmaga baslamislardi.
e) Okçular Yerlerini terkedince
Böylece ilk safhada müslümanlar savasi kazandilar. Fakat kaçan düsmani sonuna kadar tâkib etmeden, savas alanina dagilarak, ganimet (düsmandan kalan mallari) toplamaga koyuldular. Ellerine geçen firsati yeterince degerlendiremediler. Ayneyn tepesinden durumu seyreden okçular da birbirlerine:
-Burada ne bekliyoruz, savas bitti, zafer kazanildi, biz de gidip ganimet toplayalim, dediler.(197) Abdullah b. Cübeyr:
-Arkadaslar, Rasûlullah (s.a.s.)'in emrini unuttunuz mu? O'ndan emir almadikca yerimizden ayrilmayacagiz... diye isrâr ettiyse de dinlemediler.(198) Abdullah'in yaninda sadece 8 okçu kaldi.
Düsmanin sag kanat komutani Hâlid b. Velîd, Rasûlullah (s.a.s.)'in okçularla korudugu Ayneyn vâdîsinden geçerken Müslümanlari arkadan kusatmayi denemis, okçular bu geçidi bekledikleri için basaramamisti. Okçularin buradan ayrildigini görünce, emrindeki süvârilerle hücûma geçti. Cübeyr oglu Abdullah ile 8 sâdik arkadasini sehit edip, ganimet toplamakla mesgul Müslüman ordusunu arkadan çevirdi. Müsrikler, geri dönüp yeniden hücûma geçtiler. Tepelere çekilen kadinlar da def çalarak asagiya indiler. Müslümanlar, önden ve arkadan iki hücûmun arasinda sasirip kaldilar. Savasi kazanmisken kaybetmege basladilar. Birbirlerinden ayrilmis ve dagilmis bir durumda olduklari için, canlarini kurtarma sevdâsina düstüler. (199)
f) Hz. Hamza'nin Sehid Düsmesi
Bedir Savasi'nda babasi Utbe, kardesi Velîd ve amcasi Seybe'yi kaybetmis olan Ebû Süfyân'in karisi Hind, babasini öldüren Hamza'dan öç almak istiyordu. Hamza'nin karsisinda kimse duramadigi için, Cübeyr b. Mut'im'in kölesi ve iyi bir nisanci (atici) olan Habesli Vahsî'ye Hamza'yi öldürdügü takdirde, büyük menfaatler vâdetmis, efendisi Cübeyr de âzâd etmege söz vermisti.
Vahsî, Hamza'nin karsisina çikmaya cesâret edemedi. Bir tasin arkasina gizlenip, Hamza'nin önünden geçmesini bekledi.Hamza ise savas alaninda durmadan saga sola kosuyor, elinde kiliç önüne gelen müsrikleri tepeliyordu. O gün tam 8 müsrik öldürmüstü. Bunlardan Abdu'l-Uzza oglu-Sibah'i öldürdügü sirada, Vahsî'nin tam önünde bulunuyordu. Vahsî firsati kaçirmadi. Habeslilerin çok iyi kullandigi harbesini (kisa mizragini) gizlendigi yerden firlatti; kahraman Hamza'yi kasigindan vurarak sehit etti.(200) Hamza'nin ölümünü duyan Hind, kosarak geldi. Karnini yarip, cigerini çikararak disledi, fakat yutamadi. Vahsi'yi mükâfatlandirdi ve kölelikten kurtardi.
Savasin en siddetli aninda Hz. Hamza'nin sehit düsmesi, Müslümanlar için büyük kayip oldu. Esâsen, ansizin önden ve arkadan ugradiklari hücûm sebebiyle ne yapacaklarini sasirmislar, bir çok sehid vererek, suraya buraya dagilmislardi. Bir ara, Rasûlullah (s.a.s.)'in etrafinda sâdece, ikisi muhâcirlerden, yedisi ensârdan olmak üzere 9 kisi kalmis, bunlar da birer birer sehid düsmüslerdi.(201)
g) Rasûlullah (s.a.s.)'in Öldügü Sâyiasi
Ibni Kamie el-Leysi adli bir müsrik, Hz.Peygamber (s.a.s.)'e benzeterek, Islâm ordusunun sancaktari Mus'ab b. Umeyr'i sehit etmis ve Muhammed (s.a.s.)'i öldürdüm, diye ilân etmisti.(202) Bu sâyia üzerine Islâm ordusunda panik basladi. Rasûlullah (s.a.s.):
-Ey Allah'in kullari, bana geliniz,etrafimda toplaniniz, diye sesleniyor, fakat kimse O'nu duymuyordu.
Müslümanlar birbirinden habersiz üç firka olmuslardi.
l) Rasûlullah sehid olduysa, Allah bâkidir. O'nun yolunda biz de sehit oluruz, diyerek savasa devâm edenler. Enes b. Nadr (Enes b. Mâlik'in amcasi) bunlardandi.Yetmisten fazla yara aldiktan sonra sehid düsmüstür.
2) Rasûlullah (s.a.s.)'in etrâfini çevirip, vücûdlariyla O'na siper olan, O'nu düsman saldirisina karsi koruyanlar. Bunlar "14" kisi kadardi. Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali, Abdurrahman b. Avf, Talha, Zübeyr, Sa'd b. Ebî Vakkas, Ebû Dücâne bunlardandir.
3) Rasûlullah sehid olduktan sonra, burada durmanin manasi yok, diyerek, savas alanindan ayrilanlar.(203) Bunlardan bir kismi daglara çekilmisler, bazilari ise Medine'ye dönmüslerdi.
Müslümanlarin bu daginik durumlarindan yararlanan müsrikler, Rasûlullah (s.a.s.)'in yanina kadar sokuldular. Atilan bir tasla Peygamber Efendimizin dudagi yarildi, disi kirildi ve Ibni Kamie'nin kiliç darbesiyle yere yikildi. Zirhindan kopan iki halka yanagina battigindan yüzünden de yaralandi.(204)
Ashâb-i kirâm, savas alaninda Rasûlullah (s.a.s.)'i bir türlü bulamiyordu. Halbuki, Rasûlullah(s.a.s.) bulundugu yerden hiç ayrilmamisti. Nihâyet Hz. Peygamber Efendimizi Ka'b b. Mâlik gördü ve:
-Ey mü'minler, Rasûlullah (s.a.s.) burada, diye haykirdi. Ka'b'in sesini duyan Müslümanlar, hemen Rasûlullah (s.a.s.)'in etrâfinda toplanarak, müsriklerin saldirilarini durdurdular.(205)
h) Ebû Süfyân'la Hz.Ömer Arasinda Geçen Muhâvere
Müsriklerin saldirilari yavaslayinca, Peygamber Efendimiz etrâfinda toplanmis olan Müslümanlarla Uhud Dagi tepelerinden birine çekildi. Müslümanlarin bir tepede toplandigini gören Ebû Süfyân da, onlarin karsisinda baska bir tepeyi isgal etti. Ebû Süfyân, Peygamberimizin sag olup olmadigini kesinlike ögrenemediginden merak içindeydi. Bu sebeple yüksek sesle üç defa:
-Içinizde Muhammed (s.a.s.) var mi? Ebû Bekir varmi? Ömer var mi? diye seslendi. Rasûlullah (s.a.s.) cevap verilmemesini emretmisti. Kimseden ses çikmayinca, müsriklere dönerek:
-"Görüyorsunuz, hepsi de ölmüs. Artik is bitmistir, diye söylendi. Hz. Ömer dayanamadi.
-"Yalan söylüyorsun ey Allah düsmani, sorduklarinin hepsi sag, hepside burada, diye cevap verdi. Ebû Süfyân:
-Savasta üstünlük nöbetledir, bugün biz Bedir'in öcünü aldik, üstünlük bizde... diye gururlandi. Ömer:
-Bizden ölenler Cennet'de, sizinkiler ise Cehennem'de diye cevâp verdi.
-Ya Ömer, Allah askina gerçegi söyle. Biz Muhammed (s.a.s.) 'i öldürdük mü?
-Rasûlullah (s.a.s.) sag ve senin bu sözlerini de isitiyor.
-Ya Ömer, ben senin sözlerine Ibni Kamie'nin sözünden daha çok inanirim. Ölülerinize yapilan fenâliklari ben emretmedim(206), fakat çirkin de görmedim. Gelecek yil Bedir'de bulusalim, dedi. Hz. Ömer de:
-"Insallah, diye cevap verdi.(207) Hz. Ömer'le Ebû Süfyân arasinda yapilan bu konusmadan sonra, müsrikler Uhud'dan ayrildilar. Onlar, Hz. Muhammed (s.a.s.)'i öldürmek, Medine'yi basip müslümanlari imhâ etmek, müslümanligi ortadan kaldirmak için Mekke'den gelmislerdi. Fakat Allah kalblerine korku saldi. Üstünlük kendilerinde oldugu ve Rasûlullah (s.a.s.)'in de sag bulundugunu ögrendikleri halde, savasa devam etmege cesâret edemediler. Tek bir esir bile alamadan, geri döndüler.
l) Uhud Savasi'ndan Üç Safha
Uhud Savasi'nda üç safha yasandi:
Ilk safhada Müslümanlar üstün geldiler, 20'den çok düsman öldürerek, müsrikleri bozguna ugrattilar.
Ikinci safhada, kaçan müsrikleri kovalamayi birakip, kesin sonuç almadan ganimet toplamaya koyulmalari ve Rasûlullah (s.a.s.)'in yerlerinden ayrilmamalarini emrettigi okçu birliginin görevlerini terketmeleri yüzünden, Müslümanlar 70 sehit vererek maglup duruma düstüler.
Üçüncü safhada ise, dagilmis olan Müslümanlar, Rasûlullah (s.a.s.)'in etrâfinda toplanip, karsi hücûma geçerek, düsman hücûmunu durdurdular.
Müsriklerin Uhud'dan ayrilmasindan sonra Rasûlullah (s.a.s.) sehitleri yikanmadan, kanli elbiseleriyle, ikiser üçer defnettirdi.(208) Cenâze namazlarini ise, bu târihten 8 sene sonra kildi.(209)
2- HAMRÂÜ'L-ESED GAZVESI
Müsrikler, elde ettikleri üstünlükten yararlanip Müslümanlari imhâ etmeden savas alanindan ayrildiklarina pismân oldular. Aralarinda, geri dönüp Medine'yi basmayi konustular. Rasûlullah (s.a.s.) bu durumdan haberdar olunca, Medineye dönüsünden bir gün sonra, Uhud Savasi'na katilmis olan ashâbini toplayarak Medine'den 16 km. kadar uzakta "Hamrâ'ü'l-Esed" denilen yere kadar müsrikleri takibetti. Gece olunca, burada 500 kadar ates yaktirdi. Müsrikler, takib edildiklerini ögrenince, korktular; Medine'yi basma düsüncesinden vazgeçerek, süratle Mekke'ye döndüler.(210/1)
3- HICRETIN ÜÇÜNCÜ YILINDA DIGER OLAYLAR
a) Rasûlullah (s.a.s.)'in Hz. Hafsa ve Huzeyme Kizi Zeyneb'le Evlenmesi.
Hz. Ömer'in kizi Hafsa'nin ilk esi Huneys b. Huzâfe, Kureys ileri gelenlerinden ve Habesistan'a hicret eden ilk Müslümanlardandi. Sonra Medine'ye hicret etmis, Bedir ve Uhud Savaslarina katilmisti. Uhud Savasinda aldigi bir yaradan, Medine'de vefât etti.
Hz. Ömer, Rasûlullah (s.a.s.) ile kizi Hafsa'nin evlenmesini söyle anlatmistir:
-Hafsa dul kalinca, Osman'a onunla evlenmesini teklif ettim. Hele bir düsüneyim, diye cevap verdi. Sonra kasilastigimizda, su sirada evlenmeyi uygun görmüyorum, dedi. Bunun üzerine Ebû Bekir'e istersen Hafsa'yi sana vereyim, dedim. Ebû Bekir sustu. Müsbet veya menfi cevap vermedi. Ebû Bekir'in susmasina Osman'in teklifimi geri çevirmesinden daha çok üzüldüm. Keyfiyeti Rasûlullah (s.a.s.)'e arzedince:
-Üzülme yâ Ömer, Hafsa'yi Osman'dan hayirlisi alacak; Osman da Hafsa'dan daha iyisi ile evlenecek(210/2), buyurarak, Hafsa'nin izdivâcina tâlip oldu; Osman'i da kizi Ümmü Gülsüm'le evlendirdi. Sonra Ebû Bekir bana rastladiginda:
-Saniyorum, Hafsa'yi bana teklif ettiginde cevap vermedigime gücenmistin. Ben Hafsa'yi Rasûlullah(s.a.s.)'in alacagini biliyordum. (Bana bunu söylemisti.) Rasûlullah (s.a.s.)'in sirrini ifsâ etmeyi uygun bulmadagim için sana cevap vermedim. Eger böyle olmasaydi, teklifini kabûl ederdim, dedi.(211)
Rasûlullah (s.a.s.) Hz. Hafsa ile evlenerek, hem en yakin arkadaslarindan Hz.Ömer'in üzüntüsünü giderdi, hem de Hz. Ebû Bekir gibi Hz. Ömer'i de akrabalik bagi ile kendisine baglamis oldu. (Saban 3 H / Ocak 625 M)
Hilâlogullarindan Huzeyme kizi Zeyneb, ilk kocasindan ayrilmis; Rasûlullah (s.a.s.)'in halasinin oglu olan ikinci kocasi Cahsoglu Abdullah ise, Uhud Savasi'nda sehid düsmüstü. Zeyneb genç ve güzel degildi, orta yasli ve merhametli bir hanimdi. Fakirleri, yoksullari, kimsesizleri gözettigi için, kendisine "Ümmü'l-mesâkin" ünvâni verilmisti.
Esinin sehit düsmesiyle himayeye muhtaç kalan bu sefkatli hanimi Rasûlullah (s.a.s.) nikâhladi. Fakat Zeyneb çok yasamadi, evlenmesinden üç ay kadar sonra vefât etti.
Rasûlullah (s.a.s.)'in torunu Hz. Hasan da bu yil Ramazan ortalarinda dogmustur.(212)
b) Rasûlullah (s.a.s.)'in kizi Ümmü Gülsüm'ün Hz. Osmanla Evlenmesi
Hz. Osman, Rasûlullah (s.a.s.)'in ikinci kizi Rukiyye ile evliydi. Rukiyye, Bedir Savasi esnâsinda vefât etmisti. Bir yil sonra, Rasûlullah (s.a.s.) Hz. Osman'i üçüncü kizi Ümmü Gülsüm'le evlendirdi. Rasûlullah (s.a.s.)'in iki kizi ile evlenmis oldugu için Hz. Osman'a "Zi'n-nûreyn" (iki nûr sâhibi) denilmistir.
(191) Ibnü'l-Esîr, 2/148-149
(192) Ibn Hisâm, 3/66-67; Ibnü'l-Esîr, 2/150; Zâdü'l-Meâd, 2/232
(193) Ibn Hisâm, 3/67
(194) Zâdü'l-Meâd, 2/231; Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 2/150
(195) Bkz. el.Buhârî, 4/26 ve 5/29; Tecrid Tercemesi, 8/457 (Hadis No: 1269); Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 2/152
(196) Riyâzü's-Salihin Tercemesi, 1/128, (Hadis No: 91); Ibnü'l-Esîr, 2/152
(197) Bkz. Âl-i Imrân Sûresi, 152
(198) el-Buhârî, 4/26-27 ve 5/29-30; Tecrid Tercemesi, 8/457-460 (Hadis No: 1269)
(199) Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 2/154
(200) el-Buhârî, 5/36,37; Tecrid Tercemesi, 10/216-221 (Hadis No: 1585); Ibn Hisâm, 3/75
(201) Müslim, 3/1415, (Hadis No: 1789)
(202) Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 2/155; Ibn Hisâm, 3/77
(203) "Muhammed ancak bir peygamberdir. O'ndan önce de bir çok peygamberler gelip geçti. Sâyet o ölseydi veya öldürülseydi, siz topuklariniz üzerinde gerisin geriye mi dönecektiniz?..." (Âl-i Imran Sûresi, 144)
(204) el-Buhârî, 5/35; Müslim, 3/ 1416 (Hadis No: 1790); Ibn Hisâm, 3/84; Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 2/154; Zâdü'l-Meâd, 2/234
(205) Ibnü'l-Esîr, 2/157; Ibn Hîsâm, 3/88; Zâdü'l-Meâd, 2/235
(206) Kureysli kadinlar savas alaninin tenhaligindan yararlanarak, Bedir'de öldürülen yakinlarinin öçlerini almak için sehitlerin kulak ve burunlarini kesmisler, karinlarini yararak cigerlerini çikarmislardi.
(207) Bkz. el-Buhârî, 4/26 ve 5/30; Tecrid Tercemesi, 8/457 (Hadis No: 1269) Zâdü'l-Meâd, 2/236-238
(208) Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 2/162; Zâdü'l-Meâd, 2/246
(209) el-Buhârî, 2/94; Tecrid Tercemesi, 4/655 (Hadis No: 661)
(210/1) Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 2/164
(210/2) Ibn Sa'd, Tabakat, 8/82-83; Ibn Hacer, el-Isâbe, 8/51, Kahire, 1972; Ibn Abdi'l-Berr el-Istîab, 4/1811, Kahire, 1960
(211) el-Buhârî, 6/130; Tecrid Tercemesi, 10/166 (Hadis No: 1571) ve 11/338- 339 (1803 No. lu hadisin izâhi); Riyâzü's-sâlihin, 2/98 (Hadis No: 689)
(212) Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 2/166
--------------------------------------------------------------------------------
IV-HiCRETIN DÖRDÜNCÜ YILI
(625-626 M.)
1- RACI' OLAYI (Safer 4 H./ Temmuz 625 m.)
Uhud savasi'ndan sonra müsriklerin cesâretleri arttigi için Medine'de Müslümanlarin güvenligi genis ölçüde sarsildi. Rasûlullah (s.a.s.) bir taraftan gerekli savunma tedbirleri aliyor, bir taraftan da Islâm'i yaymak için her firsattan yararlanmaga çalisiyordu. Müslümanligi kabûl edip, dinin hükümlerini ve Kur'an-i Kerim'i ögrenmek isteyen kabîlelere mürsitler gönderiyordu.
Adal ve Kare kabîlelerinden bir hey'et, Rasûlullah (s.a.s.)'e basvurarak, kabîlelerine Müslümanligi ve Kur'an-i Kerim'i ögretecek mürsidler gönderilmesini istediler. Rasûlullah (s.a.s.) bunlara Sâbit oglu Âsim baskanliginda, 10 kisi gönderdi. Yolda, Usfan ile Mekke arasinda Raci' suyu yakinlarinda Hüzeyl kabîlesi'nden 100 kisilik bir çetenin hücûmuna ugradilar. Mürsitlerden 8'i çarpisarak sehid oldu, 2'si teslim oldu. Zeyd b. Desine ve Hubeyb b. Adiy adlarindaki bu iki zâti Hüzeyl'liler Mekke'ye ***ürüp sattilar.(213)
Zeyd'i, Bedir Savasi'nda öldürülen babasi Ümeyye'nin öcünü almak için, Ümeyye oglu Safvan satin almis, öldürülmesini seyretmek üzere bütün Mekke ileri gelenlerini dâvet etmisti. Ebû Süfyân Zeyd'e yaklasarak:
-Dogru söyle, hayâtinin kurtarilmasi için, senin yerine Muhammed (s.a.s.)'in öldürülmesini istemez miydin? demisti.
Zeyd hiç tereddüt göstermeden:
-Asla, Rasûlullah (s.a.s.)'in hayâti yaninda, benim hayâtim hiçtir. Benim kurtulmam için degil O'nun öldürülmesini, Medine'de ayagina bir diken batmasini bile istemem, diye cevap verdi. Bu kuvvetli iman karsisinda Ebû Süfyân:
-Gerçek su ki,hiç kimse, arkadaslari tarafindan Muhammed (s.a.s.) kadar sevilmemistir, demekten kendini alamadi.
Hubeyb, Uhud Savasi'nda Âmir oglu Hâris'i öldürmüstü. Babasinin intikamini almak üzere onu da Haris'in kizi satin almisti. Hubeyb öldürüldügü esnâda hiç metânetini kaybetmedi. Izin alarak, 2 rek'at namaz kildi. Ölümden korktu da uzatti, demeyesiniz diye kisa kestim, dedi.(214) O zamandan beri idâm edilen müslümanlarin, infâzdan önce namaz kilmalari âdet olmustur.(215)
Dininden dönersen, serbest birakacagiz, dedikleri zaman:
-Benim için, Müslüman olarak öldürülmek, dinimden dönmekten daha hayirlidir, diye cevap verdi. Müsrikler tarafindan bir direge asilarak sehid edildi.
Olay. Medine'de duyulunca, Rasûlullah (s.a.s.) ve Müslümanlar son derece üzüldüler. Medine'li Sâir Hassân, Zeyd ve Hubeyb için mersiyeler yazdi. Rasûlullah (s.a.s.)'de:
-"Allah lâyik olduklari cezâyi versin" diyerek, cânileri Allah'a havâle etti.
2- MEÛNE KUYUSU FÂCIASI (Safer 4 H./ Temmuz 625 M.)
Necid Seyhi Ebû Berâ Mâlikoglu Âmir, Medine'ye gelerek Rasûlullah (s.a.s.)'e:
-Eger Necid Bölgesine bir irsât hey'eti gönderirseniz, büyük bir kisminin Müslüman olacagini ümüd ediyorum, dedi. Rasûlullah (s.a.s.):
Necid Bölgesi halkina güvenemiyorum, diye cevap verdi. Ebû Berâ, mürsitlerin hayati için kabîlesi adina kesin teminât verdiginden, Rasûlullah (s.a.s) Ebû Berâ'nin kardesinin oglu Âmir b. Tufeyl'e bir mektup yazdirarak, Münzir b. Amr'in baskanliginda 70 kisilik bir hey'eti Necid Bölgesine gönderdi. Bunlarin hepsi de Suffe ashâbindandi. Kafile Medine'den 4 konak uzaklikta Meûne Kuyusu (Bi'r-i Meûne) denilen yere varinca, içlerinden Harâm b. Milhân ile Rasûlullah (s.a.s.)'in mektubunu Âmir b. Tufey'le gönderdiler. Âmir mektubu bile okumadan Harâm'i sehid etti. Hey'etin tamamini öldürmek üzere kabîlesini (Âmirogullarin'i) tesvik ettiyse de onlar "Biz Ebû Berâ'nin emân ve sözünü ayaklar altina alamayiz", diyerek ona uymadilar. Âmir b. Tufeyl Süleym Kabîlesi'ne mensûp Usayye, Ri'l, Zekvân ve Lihyânogulari ile Harâm b. Milhân'in dönmesini beklemekte olan mürsitler üzerine hücum etti. Hepsi sehid oldu. Içlerinden yalnizca Ka'b b. Zeyd yarali olarak kurtulmustu. O da Hendek Savasi'nda sehid oldu.
Rasûlullah (s.a.s.)'i, Cibrîl bu fâciadan haberdar etti. Seriyyedeki bütün ashâbin Rablarina kavustular, Allah onlardan râzi oldu... diye bildirdi. Rasûlullah (s.a.s.) bu fâciadan son derece elem duydu. Tam 40 sabah Ri'l, Zekvân, Usayye ve Lihyanogullari için bedduâ etti.(216)
Amr b. Ümeyye ise, olay esnâsinda develeri otlatmakla görevli oldugu için esir düsmüs, sonra kurtulmustu. Medine'ye dönerken, iki Necidliye rastladi. Sehid edilen arkadaslarinin öcünü almak için bunlari uyurken öldürdü. Halbuki bunlar, müslümanlarin himâyesinde olan Âmir ogullarindandi. Bu sebeple bunlarin âilelerine diyetleri (kan bedelleri) ödendi.
3- NADÎROGULLARI GAZVESI (Rabiulevvel 4 H./Agustos 625 M.)
Benî Nadîr Yahûdîleri Medine'ye iki saatlik bir mesâfede oturuyorlardi. Aralarindaki anlasma geregince, Müslümanlarin ödedikleri diyete, Yahudî kabîlelerinin de katilmasi gerekiyordu. Âmir ogullarindan, Amr b. Ümeyye'nin yanlislikla öldürdügü iki kisinin diyeti ödenecekti. Rasûlullah (s.a.s.) yanina ashâbindan 10 kisi alarak, diyetten paylarina düseni istemek üzere Nadîrogullari yurduna gitti. Yahudîler, Rasûlullah (s.a.s.)'in teklifini kabul etmis göründüler, fakat ayaklarina kadar gelisini firsat sayarak, Rasûlullah (s.a.s.)'e sû-i kast yapmayi planladilar.
Bir evin gölgesinde oturmakta olan Hz. Peygamber (s.a.s.)'in üzerine, evin saçagindan birakacaklari büyük bir tasla O'nu öldürmek istediler.(217)
Cenâb-i Hakk, peygamberini Yahûdîlerin hazirligindan haberdar etti. Rasûlullah (s.a.s.) oradan ayrilip Medine'ye döndü. Yahûdîlerin tuzagini ashâbina bildirdi. Bu davranislariyla Nadîrogullari anlasmayi bozmuslardi. Rasûlullah (s.a.s.), Muhammed b. Mesleme'yi bunlara göndererek 10 gün içinde Medine'yi terk etmelerini, 10 günden sonra kim kalirsa boynunu vuracagini kendilerine bildirdi. Yahûdîler yol hazirligina basladilar. Fakat, münafiklarin basi Übeyyoglu Abdullah:
-"Medine'den çikmayin, biz size yardim ederiz, Kurayzaogullari da yardim edecek, diye gizlice haber gönderdi. (218) Bu sebeple Nadîrogullari yol hazirligindan vazgeçip kendilerini savunmaya karar verdiler.
Rasûlullah (s.a.s.) Rabiulevvel'de Nadîrogullari yurdunu kusatti. Nadîrogullari bir yillik yiyeceklerini depo ettikleri kalelerinin saglamligina güveniyorlard.(219) Kusatma, 15-20 gün sürdü. Savas sokaktan sokaga, evden eve atlayarak devâm etti. Rasûlullah (s.a.s.) Yahûdîlere siper olan, savasi zorlastiran hurma agaçlarini kestirdi.(220)
Nadîrogullari, münâfiklardan da, Kurayzaogullarindan da bekledikleri yardimi görmediler. Muhâsaranin kaldirilmasi için emân dilediler. Berâberlerinde ***ürebildikleri kadar mal ile Medine'den çikmalarina izin verildi. 600 deve yükü esya ile Medine'den ayrildilar. Bir kismi Sam'a, bir kismi Filistin'e göç etti. Selâm, Kinâne ve Huyey ismindeki reisleri ise Hayber'e sigindilar. Üzüntülerini belli etmemek için, sarkilar söyleyip, defler çalarak Medine'den ayrildilar. Bunlar daha sonra Hendek Savasi'ni hazirladilar.
50 zirh, 50 migfer, 340 kiliç ve diger bazi mallar ganimet olarak Müslümanlara kaldi. Rasûlullah (s.a.s.) bu ganimetleri muhâcirlere ve yoksullara dagitti.(221)
Uhud Savasi'ndan sonra Müslümanlarin itibâri sarsilmisti. Nadîrogullari'nin Medine'den çikarilmasiyla, Medine civârindaki müsrik kabîleleri arasinda Rasûlullah (s.a.s.) 'in nüfûzu tekrar kuvvetlenmis oldu.
4- RASÛLULLAH (S.A.S.)'IN HZ. ÜMMÜ SELEME ILE EVLENMESI
Asil adi Hind olan Ümmü Seleme, Ebû Ümeyye el-Mahzûmî'nin kizidir. Ilk kocasi Ebû Seleme Abdullah b. Abdülesed, Abdülmüttalib'in kizi Berre'nin oglu olup, Rasûlullah (s.a.s.)'in halazâdesi idi. Kocasi ile birlikte Habesistan'a hicret etmis, ilk çocugu Seleme orada dogmustu.
Ümmü Seleme'nin ilk esi Ebû Seleme, Uhud Savasi'nda aldigi yara sebebiyle vefât etti. Rasûlullah (s.a.s.) Ebû Seleme'yi çok severdi. Vefâtindan sonra dört çocugu ile kimsesiz ve himâyesiz kalan esi Ümmü Seleme'yi nikâhlayarak himâyesi altina aldi. Ümmü Seleme, fazilet ve olgunluk yönünden Hz. Aise'den sonra Ezvâc-i tâhirâtin en üstünüydü. Ezvâc-i tâhirât içinde en son vefât eden, Ümmü Seleme olmustur. Hicretin 59'uncu yili 84 yasinda vefat etmis, Baki kabristanina defnedilmistir.
5-IÇKI VE KUMARIN HARAM KILINMASI
Mekke devrinde içki ve kumar yasaklanmis degildi. Müslümanlardan da içki içen ve kumar oynayanlar vardi. Rasûlullah (s.a.s.) bunlara ses çikarmiyordu. Içki ve kumarin yasaklanmasi birden bire degil, tedricen olmustur.
Içki ile ilgili Kur'ân-i Kerîm'de 4 âyet vardir. Mekke'de inen ilk âyetde:
"Hurma ve üzüm agaçlarinin meyvelerinden içki yapar, güzel bir rizik edinirsiniz", (en-Nahl Sûresi, 67) buyrulmus, içki yasaklanmamistir. Medine devrinde Hz Ömer ve Muâz gibi bazi sahâbe:
-Ey Allah'in Rasûlü, içki hakkinda bize yol göster, çünkü sarab akli gideriyor, diye Rasûlullah (s.a.s.)'e bas vurdular: Hicretin 4'üncü yili Sevvâl ayinda:
"Sana içki ve kumari soruyorlar. De ki: Bunlar da hem büyük günah, hem de insanlara bazi yararlar var, fakat günahlari menfaatlerinden daha büyük..." (el-Bakara Sûresi, 219) anlamindaki âyet indi. Içkiyi ilk yasaklayan âyet bu oldu. Fakat bu âyetle içki kesinlikle yasaklanmadigindan, "günahi var" diye birakanlar oldugu gibi, "faydasi da var" diye eskisi gibi içenler de vardi.
Abdurrahman b. Avf'in verdigi bir ziyâfette dâvetliler içki de içmislerdi. Aksam namazinda cemâte imâm olan zât "el-Kâfirûn Sûresi"ni sarhosluk sebebiyle yanlis okudu. Âyetlerin anlamlari degisti. Bunun üzerine:
"Ey inananlar, ne söylediginizi bilecek duruma gelmedikçe, sarhos iken namaza yaklasmayin," (en-Nisâ Sûresi, 43) anlamindaki âyet indi.
Bir müddet sonra Ensardan Mâlik oglu Itbâ'nin ziyâfetinde dâvetliler sarhos oldular. Sa'd b. Ebî Vakkas bir siir okuyarak kendi soyunu övdü, ensâri ise yerdi. Ensârdan bir zât da, sofrada yedikleri devenin çene kemigini Sa'd'a vurup basini yardi. Sa'd, Hz. Peygamber (s.a.s)'e sikâyette bulundu. O zaman:
"Ey Inananlar, içki, kumar, tapinilmak için dikilmis taslar (putlar), fal oklari, ancak seytanin isinden birer pisliktir. Bunlardan uzak durun ki, kurtulusa eresiniz..." (el-Mâide Sûresi, 90) anlaminda inen âyetle içki ve kumar kesinlikle yasaklandi. Rasûlullah (s.a.s) bu yasagi hemen ilân ettirdi. Bütün Müslümanlar içkiyi biraktilar. Evlerinde, dükkânlarinda bulunan bütün içkileri sokaklara döktüler.
Rasûlullah (s.a.s) Efendimiz içkiyle ilgili olarak:
"Sarhos edici bütün içkiler haramdir." (Müslim,3/ 1575-1576; et-Tâc, 3/141).
"Çogu sarhosluk veren içkinin azi da haramdir" buyurmustur. (Ibn Mâce, es-Sünen, 2/l124 Hadis No: 3392;et-Tâc 3/142)
"Içki, bütün kötülüklerin anasidir." (Kesfü'l Hafâ, l/382 (Hadis No: 1225, Beyrut 1351) buyurmustur.
--------------------------------------------------------------------------------
(191) Ibnü'l-Esîr, 2/148-149
(192) Ibn Hisâm, 3/66-67; Ibnü'l-Esîr, 2/150; Zâdü'l-Meâd, 2/232
(193) Ibn Hisâm, 3/67
(194) Zâdü'l-Meâd, 2/231; Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 2/150
(195) Bkz. el.Buhârî, 4/26 ve 5/29; Tecrid Tercemesi, 8/457 (Hadis No: 1269); Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 2/152
(196) Riyâzü's-Salihin Tercemesi, 1/128, (Hadis No: 91); Ibnü'l-Esîr, 2/152
(197) Bkz. Âl-i Imrân Sûresi, 152
(198) el-Buhârî, 4/26-27 ve 5/29-30; Tecrid Tercemesi, 8/457-460 (Hadis No: 1269)
(199) Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 2/154
(200) el-Buhârî, 5/36,37; Tecrid Tercemesi, 10/216-221 (Hadis No: 1585); Ibn Hisâm, 3/75
(201) Müslim, 3/1415, (Hadis No: 1789)
(202) Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 2/155; Ibn Hisâm, 3/77
(203) "Muhammed ancak bir peygamberdir. O'ndan önce de bir çok peygamberler gelip geçti. Sâyet o ölseydi veya öldürülseydi, siz topuklariniz üzerinde gerisin geriye mi dönecektiniz?..." (Âl-i Imran Sûresi, 144)
(204) el-Buhârî, 5/35; Müslim, 3/ 1416 (Hadis No: 1790); Ibn Hisâm, 3/84; Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 2/154; Zâdü'l-Meâd, 2/234
(205) Ibnü'l-Esîr, 2/157; Ibn Hîsâm, 3/88; Zâdü'l-Meâd, 2/235
(206) Kureysli kadinlar savas alaninin tenhaligindan yararlanarak, Bedir'de öldürülen yakinlarinin öçlerini almak için sehitlerin kulak ve burunlarini kesmisler, karinlarini yararak cigerlerini çikarmislardi.
(207) Bkz. el-Buhârî, 4/26 ve 5/30; Tecrid Tercemesi, 8/457 (Hadis No: 1269) Zâdü'l-Meâd, 2/236-238
(208) Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 2/162; Zâdü'l-Meâd, 2/246
(209) el-Buhârî, 2/94; Tecrid Tercemesi, 4/655 (Hadis No: 661)
(210/1) Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 2/164
(210/2) Ibn Sa'd, Tabakat, 8/82-83; Ibn Hacer, el-Isâbe, 8/51, Kahire, 1972; Ibn Abdi'l-Berr el-Istîab, 4/1811, Kahire, 1960
(211) el-Buhârî, 6/130; Tecrid Tercemesi, 10/166 (Hadis No: 1571) ve 11/338- 339 (1803 No. lu hadisin izâhi); Riyâzü's-sâlihin, 2/98 (Hadis No: 689)
(212) Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 2/166
(213) Bkz-el-Buhârî, 5/40; Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 2/167
(214) Bkz. el-Buhârî, 5/41
(215) Ibn'ül-Esîr, a.g.e., 2/168; Tafsilât için bkz. Riyâzü's-Salih'in, 3/97-101, (Hadis No: 1538)
(216) el-Buhârî, 3/204 ve 5/41-42; Tecrid Tercemesi, 8/305, (Hadis No : 1183)
(217) Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 2/173
(218) Bkz. el-Hasr Sûresi, 11
(219) Bkz. el-Hasr Sûresi, 2
(220) Bkz. el-Hasr Sûresi, 5; el-Buhârî, 5/ 23; Tecrid Tercemesi, 10/175 (Hadis No: 1576)
(221) Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 2/174; Târih-i Din-i Islâm, 3/215
--------------------------------------------------------------------------------
V-HICRETIN BESINCI YILI
(626-627 M.)
1- BENÎ MUSTALIK GAZÂSI (MÜREYSI' SAVASI)
(2 Sabân 5 H./17 Aralik 626 M.)
Mustalikogullari Huzâa kabilesindendir. Necid bölgesinde, Medine'ye 9 günlük bir yerde yerlesmislerdi. Müslümanlarla iyi geçiniyorlardi. Fakat, Kureyslilerin tesvikiyle kabîle reisi Ebû Dirâr oglu Hâris çevrede yasayan bedevi kabîlelerle birleserek Medine'ye baskin için hazirliga basladi. Rasûlullah (s.a.s) durumu ögrenince, Medine'de Zeyd b. Hârise'yi kaymakam birakti. 30'u atli, 1000 kisilik bir kuvvetle Benî Mustalik üzerine yürüdü. (2 Sabân 5 H./17 Aralik 626 M.)
Bedevîler, Müslümanlarin üzerlerine geldigini duyunca, korkup dagildilar. Hâris'in etrafinda sâdece kendi kabilesi kaldi.
Benî Mustalik Müreysi' suyu yaninda toplanmis henüz hazirliklarini tamamlayamamisti. Müslüman olmalari teklif edildi, kabûl etmediler. Fakat Müslümanlarin düzenli hücûmlarina karsi duramayip bir saat içinde dagildilar.
Savas sonunda, Müslümanlardan bir kisi sehid oldu, müsrikler ise 10 ölü verdiler. Ayrica, Müslümanlar ganimet olarak 700 esir, 5000 koyun, 2000 deve ele geçirdiler.
2- RASÛLULLAH (S.A.S.)'IN CÜVEYRIYE ILE EVLENMESI
Esirler arasinda, kabile reisi Hâris'in kizi Cüveyriye de vardi. Kocasi Safvan oglu Müsâfî savasta ölmüs, kendisi de esir düsmüstü. Ganimetlerin taksiminde, Sâbit b. Kays'in payina ayrilmisti. Babasi Hâris, Peygamber (s.a.s)'e basvurarak kizinin serefinin korunmasini istedi.
Hz. Peygamber (s.a.s), Cüveyriye'nin bedelini Sâbit b. Kays'a ödeyerek onu serbest birakti. Cüveyriye kabîlesine dönmedi, kendi istegi ile Rasûlullah (s.a.s)'la evlendi. Bunun üzerine ashâb:
-"Rasûlullah (s.a.s)'in esinin yakinlari esir tutulmaz" diyerek ellerindeki bütün esirleri serbest biraktilar. Bu sebeple Hz.Âise:
-Kavmi için, Cüveyriye kadar hayirli baska bir kadin bilmiyorum, demistir.(222/1)
Görüldügü üzere Peygamber (s.a.s) Efendimizin Cüveyriye ile evlenmesinin amaci siyâsî idi. Bu evlilik sebebiyle,bütün esirler fidye ödemeden serbest birakildilar. Mustalikdgullari daha sonra toptan Müslüman oldu.
3- TEYEMMÜMÜN MESRÛ KILINMASI
Rasûlullah (s.a.s) her sefere çikisinda, aralarinda kur'a çekerek hanimlarindan birini yaninda ***ürürdü. Benî Mustalik Gazâsinda, Hz. Âise'yi ***ürmüstü. Dönüste, bir gece konak yerinden hareket edilecegi sira Hz. Âise'nin gerdanliginin kayboldugu anlasildi. Rasûlullah (s.a.s), aranmasini emretti, bu yüzden hareket gecikti. Derken sabah namazi vakti oldu. Oysa abdest için yanlarinda yeterli su yoktu. Zamaninda hareket edilebilseydi, su basina yetisilecekti. Namaz vakti çikacak, diye herkes telâs içindeydi. Hz. Ebû Bekir, bu hâle sebep olan kizi Âise'yi azarlamis hatta hirpalamisti. Iste Müslümanlar böyle bir sikinti içindeyken, su bulunmadiginda temiz toprakla teyemmüm yapilacagini bildiren âyet indi.(222/2) Müslümanlar son derece sevindiler, hemen teyemmüm yaparak namazlarini kildilar.
Hareket edilecegi sirada, gerdanlik bulundu. Hz.Âise'nin çökmüs olan devesinin altinda kalmisti.(223)
4- IFK (IFTIRA) OLAYI (224)
Mureysi' Savasi dönüsünde, bir konaklama sirasinda Hz Âise kazâ-i hâcet için mahfesinden* çikarak, konaklama yerinden uzaklasmisti. Bu sirada Yemen boncugundan yapilmis gerdanligi düsmüs, onu ararken gecikmisti. Dönüsünde, kafileyi yerinde bulamadi. O'nu mahfesinde sandiklari için, beklemeyip hareket etmislerdi.
Hz. Aise, -mahfede olmadigim anlasilinca,- beni ararlar, diye oldugu yerde beklerken, arkadan askerin biraktigi seyleri toplamakla görevlendirilen Safvân b. Muattal geldi. Hz. Âise'yi görünce, devesini çöktürdü; Hz.Âise bindi. Safvân deveyi önünden çekerek ilerledi. Ögle sicaginda baska bir konak yerinde kafileye yetistiler.
Münâfiklar bu olayi firsat bildiler. Hz. Âise tamâmen örtülü oldugu ve Safvân ile aralarinda konusma bile geçmedigi halde, Hz. Âise'nin iffetine iftirâ etmekten çekinmediler. Rasûlullah (s.a.s) son derece üzüldü. Hz. Âise kederinden hastalandi. Sonunda masûm oldugu âyetle bildirildi.(225) Iftirâcilara da "hadd-i kazf"(iffetli kimselere iftira cezâsi) uygulandi. Her birine 80'er deynek vuruldu.(226)
5- HENDEK SAVASI (Sevval 5 H./ Subat 627 M.)
Mü'minler, müttefik düsman birliklerini
gördüklerinde, "Iste Allah ve Rasûlünün
bize vâdettigi sey budur. Allah ve Peygamber dogru söylemistir" dediler. Bu, onlarin imân ve teslimiyetlerini artirmaktan baska bir sey yapmadi."
(el-Ahzâb Sûresi, 22)
Bir taraftan karsi tarafa geçmeyi engelleyen derin ve uzun çukara"hendek" denir. Medine'yi savunmak üzere, çevresine hendek kazildigi için bu savasa, "Hendek Gazvesi" denildigi gibi, bir çok müsrik ve Yahûdî kabîlesi, Müslümanlara karsi birlestigi için" Ahzâb Harbi" de denilmistir.
"Ahzâb", "hizb" kelimesinin çoguludur. Hizb, ayni düsünce, inanç ve kanaati paylasan insan toplulugu demektir.
a) Yahûdîlerin Müsriklerle Isbirligi
Medine'den sürülen Benî Nadîr Yahûdîlerinin reisleri, Hayber'e saginmislari. Müslümanlardan öc almak istiyorlardi. Basta Ahtaboglu Huyey olmak üzere, 20 kadar Yahûdî lideri 70 kisilik bir hey'et ile Mekke'ye gittiler.
-Müslümanlar gün geçtikçe kuvvetleniyor. Onlara kirsi birlikte hareket etmeliyiz. Biz savas için haziriz. Medine'deki Benî Kurayzali kardeslerimiz de savasta Müslümanlari arkadan vuracak... diye müsriklere isbirligi teklif ettiler. Kendileri "ehl-i kitab" ve tek tanri inancinda olduklari halde, putperest müsriklere hos görünmek için:
-"Sizin tuttugunuz yol, (sizin dininiz) Müslümanlarinkinden daha dogru..."(227) dediler. Daha sonra Mekke disindaki Gatafan, Esed, Kinâne, Süleym, Fezâre, Mürre, Esca ve Eslem... gibi bedevi Arap kabileleriyle görüstüler. Hayber'in bir yillik hurma mahsûlünü vermegi va'd ederek, onlarin da savasa katilmalarini sagladilar.
Mekke'liler 300'ü atli, 1500'ü develi 4000 kisilik bir kuvvet hazirladilar. Mekke disindaki bedevî kabîlelerin katilmasiyla ordunun sayisi 10 bine ulasti. Simdiye kadar böyle bir kuvvet toplanmamisti. Medine'yi basip Müslümanligi yok edeceklerdi. Ordunun baskomutani Ebû Süfyân idi.
b) Medine Çevresine Hendek Kazilmasi
Rasûlullah (s.a.s.) Mekke'deki hazirliklari, Kureys ordusu henüz hareket etmeden haber aldi. Ashâbini toplayarak, bu korkunç saldiriya nasil karsi koyacaklarini istisâre etti. Müzâkere sirasinda, aslen Iranli olan Selmân (Selmân-i Fârisî):
-Yâ Rasûlallah, Iran'da düsman saldirisindan korunmak için, sehrin etrâfina, hendek kazarlar. Biz de öyle yapalim, dedi.
Esâsen Medine'nin üç tarafi, evlerin yüksek dis duvarlari, yalçin kayaliklar ve sik hurmaliklarla çevrilmisti. Düsman saldirisina karsi, sadece kuzey yönü açikti. Bu tarafa da, düsmanin geçemeyecegi derinlikte bir hendek kazilirsa, savunma kolaylasirdi.
Arablarca bilinmeyen bu savunma sekli uygun görüldü. Saldiriya elverisli olan kuzey tarafda hendek kazilacak yer isâretlendi.
Rasûlullah (s.a.s.), ashâbini 10'ar kisilik gruplara ayirdi. Her grubun kazacagi kismi belirledi. Mevsim kis, hava soguktu. Esen rüzgâr, hendekte çalisanlarin ellerini ayaklarini âdeta donduruyordu. Medine'de kitlik vardi. Müslümanlar üç gün bir sey yemeden aç çalistilar.* Rasûlullah (s.a.s.) bile açliktan karni üzerine tas baglamisti.(228) Ashâbla birlikte Hz. Peygamber (s.a.s.) bizzât toprak kaziyor, açliga, soguga, yorgunluga karsi gayretlerini artirici sözler söylüyordu. Bir ara, sert bir kaya çikmis, kimse parçalayamamisti. Rasûlullah (s.a.s.) hendege indi, ilk vurusta, kayanin üçte biri koptu. Hz. Rasûlullah (s.a.s.):
-Allâhü Ekber, bana Sam'in anahtarlari verildi. Su anda Sam'in kirmizi kösklerini görmekteyim, dedi. Ikinci vurusta kayanin yarisi daha koptu. Rasûlullah (s.a.s.):
-Allâhü Ekber, bana Fars ülkesinin anahtarlari verildi. Su anda, Kisrânin beyaz kösklerini görmekteyim, buyurdu. Üçüncü darbede kaya, tamâmen parçalandi. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.):
-Allâhü Ekber, bana Yemenin anahtarlari verildi. Simdi ben San'a'a'nin kapilarini görüyorum, buyurarak bütün bu ülkelerin pek yakinda Müslümanlarin olacagini müjdeledi.(229) Münâfiklar, Rasûlullah (s.a.s.)'in bu müjdelerini, hayal sayiyorlardi.
"Münafiklar ve kablerinde hastalik olanlar: Allah ve Rasûlü bize sâdece kuru vaadlerde bulundular, diyorlardi." (Ahzâb Sûresi, 12)
Açliga, soguga ve her türlü sikintiya ragmen, yaklasik 5,5 km, uzunlukta bir atin karsiya siçrayamayacagi genislik ve derinlikte kazilan hendek, düsman gelmeden önce, iki hafta içinde tamamlandi.
c) Müsriklerin Medine'yi Kusatmasi
Müsrikler, Medine önünde, simdiye kadar benzerini görmedikleri derin bir hendekle karsilasinca, sasirdilar. Bir hamlede Medine'yi alt üst edip, Müslümanlari yok edeceklerini hayâl etmislerdi. Bunun kolay olmayacagini gördüler. Hendek boyunca, asagi-yukari ilerlediler, geçecek bir yer bulamadilar. Sonunda, Kureysliler hendegin bati kismina, Bedevî kabîleler de dogu kismina karargâh kurdular. Böylece Medine'yi kusattilar. (Sevvâl 5 H./Subat 627M.)
d) Sikintili Günler
10 bin kislik müsrik ordusu karsisinda, Müslümanlarin sayisi 3 bin kadardi.Yalnizca 36 atlari vardi. Önlerinde hendek, arkalarinda ise Sel‘ Dagi bulunuyordu. Ancak Benî Kurayza anlasmayi bozar da müsriklerle isbirligi yaparsa, Müslümanlar çok tehlikeli bir duruma düseceklerdi. Bu takdirde, Müslümanlar Hendek önünde düsmanla ugrasirken, Yahûdîlerin Medine'yi basip, kadinlari ve çocuklari kiliçtan geçirmeleri mümkündü.
Karsilikli ok ve taslarin atilmasiyla baslayan kusatma, araliksiz 27 gün sürdü. Müslümanlar açlik ve sefâlet içinde, zor ve sikintili günler geçirdiler. Savasin en tehlikeli bir âninda, Benî Nadir Reisi Ahtab oglu Huyey'in tesvikiyle Benî Kurayza Yahûdîleri de anlasmayi bozup, müsriklerle isbirligine basladilar. Rasûlullah (s.a.s.)'in nasihat için kendilerine gönderdigi Evs kabilesi Reisi Sa'd b. Muâz'i dinlemediler. Düsmanliklarini açikça bildirdiler.
Müslümanlar, hendek önünde 10 bin kisilik müsrik ordusuna karsi durmaga çalisirken, bir yandan da, Medine'yi Yahûdîlerin baskinindan korumak zorunda kaldilar. Böyle tehlikeli bir anda, münâfiklar da bozgunculuga basladilar. Hem savasi biraktilar, hem de askerin mâneviyâtini sarsici propaganda yaptilar.(230)
Kusatmanin uzayip gitmesi, müsrikleri de usandirdi. Mevsim kis, havalar soguktu. Esâsen onlar, böyle günlerce sürecek bir kusatma için degil, bir kaç saatte sonuca ulasilacak bir zafer için gelmislerdi. Isi bir an önce bitirmek için bütün güçleriyle genel bir hücûma geçtiler. Bir taraftan Müslümanlarin üzerine ok yagmuru yagdirirken içlerinden (Dirâr, Cübeyre, Nevfel, Amr b. Abdivedd gibi) bir kaç tanesi de, elverisli bir yerden atlariyla hendegi geçtiler. Bunlarin her biri, Araplar arasinda bin kisiye denk sayiliyordu. En meshûrlari olan Amr b. Abdivedd mübâreze sonuda Hz. Ali tarafindan öldürüldü; digerleri kaçtilar. Nevfel kaçarken hendege düstü ve Hz. Ali'nin kiliciyla can verdi.
Ertesi gün, savasin en çetin günü oldu. Bir taraftan müsrikler, diger taraftan Benî Kurayza Yahûdîleri hücûma geçtiler, araliksiz aksama kadar ok yagmurunu sürdürdüler. Rasûlullah (s.a.s.) ve Müslümanlar, o gün namaz kilmak için bile firsat bulamadilar. Ögle, ikindi ve aksam namazlarini, yatsidan önce, tek ezanla, tertip üzere kazâ ettiler.(231)
e) Harb Hiledir
Gatafan Kabilesinden Nuaym b. Mes'ûd, bu sirada müslüman olmustu. Bundan kimsenin haberi yoktu. Rasûlullah (s.a.s.)'la gizlice görüserek, müsriklerle Yahûdîlerin arasini açmak için izin istedi. Rasûlullah (s.a.s.):
-Harp hiledir*, yapabilirsen yap, buyurdu. Nuaym önce Benî Kurayza'ya gitti.
-Benim size olan dostlugumu bilirsiniz. Sizin için endise ediyorum. Mekkeliler bu isten usandi, birakip giderlerse, Müslümanlar karsisinda yapayalniz kalacaksiniz. O zaman hâliniz nice olur? Onlardan bir kaç rehin isteyin, aksi halde yardim etmeyin... dedi. Sonra Ebû Süfyân'a geldi:
-Duydun mu, Benî Kurayza anlasmayi bozduguna pisman olmus. Sizi birakip giderler diye, Müslümanlarla yeniden anlasmaya baslamis. Sizden rehin alip, onlara teslim etmegi vadetmis, dedi. Ebû Süfyân esâsen Yahûdîlere pek güvenemiyordu. Ertesi gün, denemek için Yahûdîlerden yardim istedi. Yahûdîler hemen rehin istediler. Ebû Süfyân isteklerini kabûl etmeyince, her iki taraf da:
-Nuaym dogru söylemis, dediler. Aralarinda güven kalmadi. (232)
f) Rasûlullah (s.a.s.)'in Duâsi ve Kusatmanin Sona Ermesi
Rasûlullah (s.a.s.), o sikintili gün:
-Allah'im, ey Kur'ân'i indiren ve hesâbi tez gören Rabbim; Su Arap kabîlelerini dagit, topluluklarini boz, iradelerini sars. (233) diye duâ etti. Duâsi bitince, Rasûlullah (s.a.s.)'in yüzünde sevinç eseri görüldü. Rabb'imin yardim va'dini size müjdelerim, buyurdu. Iste o aksam, âyet-i celîle ve hadis-i serifte bildirilen "sabâ rüzgâri" esmege basladi.(234) Firtina ve kasirga çadirlari söküp uçurdu, yemek kazanlari devrildi, ocaklar söndü, develer ve atlar birbirine karisti. Müsriklerin agizlari, burunlari, gözleri toz-toprakla doldu. Karargâhlari alt üst oldu. Ortaligi dehset kapladi. Neye ugradiklarini bilemediler.
Müsriklerin mâneviyâti iyice bozulmustu. Içlerine korku düstü. Uzun süren ve hiç bir sonuç alinamayan kusatmadan usanip bezmislerdi. Ebû Süfyân:
-"Ben dönüyorum, siz de gelin, diyerek devesine bindi. Mekke'nin yolunu tuttu. Digerleri de onu izlediler.
Panik pek âni ve suursuzca olmustu. Bu yüzden, müsrikler pek çok techizât, gida maddesi ve esyayi toplayamadan çekildiler. Sabah olunca, Müslümanlar düsmandan kalan esyâyi ve saga-sola dagilan develeri toplayip ordugâhlarina getirdiler. Ebû Süfyân'in Yahûdîlerden aldigi 20 deve yükü hurma da ele geçen ganimetler arasindaydi. Böylece, Müslümanlar hem kusatmadan, hem de açlik sikintisindan kurtuldular.
Kur'an-i Kerîm'de bu durum söle anlatilmaktadir:
"Ey inananlar, Allah'in size olan nimetlerini hatirlayin. Üzerinize ordular gelmisti, Biz de onlarin üzerine rüzgâr ve sizin göremediginiz ordular (Melekler) göndermistik." (el-Ahzâb Sûresi.9)
"Allah, kâfirleri hiçbir zafer elde edemeden, kin ve öfkeleriyle geri çevirdi. Savasta mü'minlere Allah'in yardimi yetti. Allah yegâne kuvvetli ve galib olandir." (el-Ahzâb Sûresi, 25)
Bu savasta, müsriklerden 4 kisi ölmüs, Müslümanlardan 5 kisi sehid düsmüstür. Savastan sonra Rasûlullah (s.a.s.):
-"Bundan sonra sira bizde. Müsrikler artik üzerimize gelemeyecek, biz onlarin üzerine gidecegiz." buyurdu.(235) Gerçekten de öyle oldu.
6- KURAYZAOGULLARI GAZVESI (Zilkade 5 H,/Mart 627 M.)
a) Savasin Sebebi
Rasûlullah (s.a.s.) Medine'deki Yahûdî kabîleleriyle ayri ayri anlasmalar yapmisti. Bunlardan Kaynuka ve Nadîrogullarinin, anlasma hükümlerine uymadiklari için Medine'den çikarildiklarini daha önce görmüstük. Kurayza ogullari ise, Uhud Savas'indan sonra anlasmayi yeniledikleri için yerlerinde kalmislardi.
Hendek Savasinda, Benî Kurayza Yahûdîleri önce anlasmaya bagli kaldilar. Hendek kazilirken, kazma, kürek gibi âletler vererek Müslümanlara yardimci oldular. Ancak, savasin en tehlikeli bir âninda, Benî Nadîr Reisi Huyey b. Ahtab'in tesvikiyle anlasmayi bozdular. Müslümanlarla birlikte Medine'yi savunmalari gerekirken, müsriklerle birlikte, Müslümanlara karsi savasa girdiler.(236) Böylece vatana ihânet suçu islediler. Rasûlullah (s.a.s.)'in nasihat için gönderdigi Evs Kabilesi Reisi Sa'd b. Muâz'in sözlerine de kulak asmadilar. Hz. Peygamber (s.a.s.) hakkinda çirkin sözler söyleyerek düsmanliklarini açikça ilân ettiler. Ancak, Benî Kurayza'dan yaptiklarinin hesâbi sorulacakti. Bu sebeple, Hendek Savasindan Medine'ye döner dönmez, Benî Kurayza üzerine sefer emri verildi.
Rasûlullah (s.a.s.) Hendek Savasi'ndan dönmüs silahlarini çikarmis, üzerindeki toz-topragi temizlemek için, gusletmek istemisti. Bu esnâda Cibrîl (a.s.) at üstünde ve toz-toprak içnde geldi:
-"Aa, silahini çikardin mi; vallâhi biz melekler çikarmadik. Haydi, sunlarin üzerine yürü", diye Kurayzaogullarini isâret etti. (237) Rasûlullah (s.a.s.) derhal Benî Kurayza'ya sefer ilân etti. Ashâbin sür'atle yola çikmalarini saglamak için,
-Hiç kimse ikindi namazini sakin baska yerde kilmasin, ancak Benî Kurayza yurdunda kilsin, buyurdu.
Ashâbin bir kismi bu emrin zâhirine uyarak, namazlarini Benî Kurayza yurduna varinca kildilar. Bir kismi da Peygamber (s.a.s.)'in maksadi, acele etmemizi saglamaktir, diyerek, vakit çikmadan yolda kildilar. Hz. Rasûlullah (s.a.s.) her iki zümrenin yaptigini da hos gördü.(238)
Müslümanlarin toplanmasi yatsiya kadar devâm etti sayilari 3 bini buldu. Müslümanlarin üzerlerine geldigini görünce sövüp-sayarak kalelerine çekilen Beni Kurayza'nin sayisi 900 kadardi.
b) Benî Kurayza'ya Verilen Cezâ
Kusatma 25 gün sürdü. Kurayzaogullari anlasmayi bozduklarina pisman oldular. Diger Yahudî kabileleri gibi Medine'den çikip gitmek için izin istediler. Fakat Hz. Rasûlullah (s.a.s.) kayitsiz sartsiz teslim olmalarini istedi. Reisleri Ka'b b. Esed'in baskanliginda toplandilar. Ka'b:
-"Tevratta bildirilen son peygamberin bu oldugu anlasildi. Müslüman olup kurtulalim, dedi Yahûdîler:
-Biz Tevrat üzerine baska kitab kabul etmeyiz, dediler, Ka'b:
-Öyleyse,kadinlari ve çocuklari öldürelim. Sonra kaleden çikip çarpisalim, belki basaririz, dedi. Onlar:
-Çoluk-cocugumuz öldükten sonra, yasamanin ne önemi var, diye cevâp verdiler. Ka'b:
-O halde, yarin cumartesi, Müslümanlar bizden emîndir. Ansizin hücûm edelim, onlari gafil avlayalim, dedi.
-Biz cumartesinin hürmetini bozamayiz, diye reddettiler. Sonunda kayitsiz sartsiz teslim oldular. Ancak haklarinda Evs Kabilesi Reisi Sa'd b. Muâz'in hüküm vermesini istediler.
Benî Kurayza, Evs kabilesinin himâyesindeydi. Bu yüzden, Sa'd b. Muâz'in hakemligini istiyorlardi. Sa'd, hastaydi. Hendek Savasi'nda kolundan okla yaralandigi için tedâvi görüyordu. Haberi alinca geldi.
-Kur'an-i Kerîm'e göre mi, yoksa kendi kanunlarina göre mi hüküm vermemi istiyorlar, diye sordu. Yâhudîler, kendi kanunlarina göre hüküm verilmesini istediler. Sa'd da Tevrât'a göre karar verdi.(239)
a) Savasabilecek durumdaki erkeklerin öldürülmesine,
b) Kadinlarin ve çocuklarin esir edilmesine,
c) Bütün mallarinin da zaptedilmesine hükmetti.
Rasûl-i Ekrem (s.a.s.):
"Ey Sa'd, Allah'in rizâsina uygun hükmettin" buyurdu. (240) Yahudiler de karârin Tevrât'a uygun oldugunu itirâf ettiler. Sa'd'in bu hükmü, Tevrât'in Tesniye kitabinin 20. Babinin 10-14 üncü âyetlerine uygun düsmüstü. Bu gün de vatana ihânet edenlere ölüm cezâsi verilmektedir.
Benî Kurayza hakkindaki hükmü Hz. Ali ve Hz. Zübeyr icrâ ettiler. Kazilan büyük bir hendegin kenarinda 600 kadar Yahûdînin birer birer boyunlarini vurup hendege attilar. Içlerinden 4 tanesi Müslüman olup hayatlarini kurtardilar. Benî Nadîr Reisi Huyey b. Ahtab ile Benî Kurayza Reisi Ka'b b. Esed de öldürülenler arasindaydi.
Benî Kurayza'nin mallari, mücâhidlere paylastirildi. Arâzisi ise, ensarin rizâsiyle muhâcirlere verildi.
"Allah, Ehl-i Kitab'dan müsrikleri destekleyen (Benî Kurayza Yahûdî)lerini kalelerinden indirmis, kalblerine korku salmisti. Onlarin kimini öldürüyor, kimini de esir aliyordunuz. Yerlerini yurtlarini, mallarini ve henüz ayaginizi bile basmadiginiz topraklari Allah size mirâs olarak verdi. Allah her seye kadirdir ". (el-Ahzâb Sûresi, 26-27)
7- RASÛLÜLLAH (S.A.S.)'IN CAHS KIZI ZEYNEB'LE EVLENMESI:
Zeyneb, Rasûlullah (s.a.s.)'in öz halasi Ümeyme'nin kizidir. Abdülmuttalib'in torunudur. Hz Peygamber (s.a.s.), Zeyneb'i azadlisi Zeyd b. Hârise'yle evlendirmisti. Dindar olmasina ragmen, azadli bir kölenin esi olmak Zeyneb'e agir geldi. Asâlet ve güzelligini ileri sürerek, dâima Zeyd'in kalbini kirdi. Bu yüzden, Rasûlullah (s.a.s.)'in:
-"Esini tut, Allah'tan kork" (241) emrine ragmen, sonunda Zeyd O'nu bosadi.
Esâsen gerek Zeyneb, gerek kardesi Abdullah bu evliligi baslangiçta istememisler, "halanizin kizini azadliniza mi lâyik görüyorsunuz?" demislerdi. Fakat:
-"Allah ve Rasûlü, bir seye hükmettigi zaman, mü'min erkek ve mü'min kadin için muhayyerlik yoktur." (el-Ahzâb Sûresi, 36) anlamindaki âyet inince, istemeyerek rizâ göstermislerdi. Çünkü Zeyneb, Kureys'in Hâsimî kolundandi. Soylu bir kadindi. Islâm'dan önceki Arap örfüne göre soylu bir kadin, azadli da olsa, bir köleyle evlenemezdi. Onlar, Zeyneb'in Rasûlullah (s.a.s.)'la evlenmesini istiyorlardi. Oysa Islâm Dini bütün insanlari, yaratilis bakimindan esit saymisti.(242)
Hz. Peygamber (s.a.s.), öz halasinin kizi Zeyneb'i azadlisi ve evlâdligi Zeyd ile evlendirerek, Araplarin yanlis anlayisini yikmis oldu.
Diger taraftan, Rasûlullah (s.a.s.), peygamberliginden önce Zeyd'i evlâd edinmisti. Arablarin örfüne göre, evlâdlik öz çocuk gibi sayilir, evlâd edinen kisinin mirâsçisi ve mahremi olurdu. Bu sebeple, evlâdligin bosadigi kadin, evlâd edinen kisiyle evlenemezdi. Kur'ân-i Kerîm Araplarin bu örfünü hükümsüz saymis, evlâdlik âdetini kaldirmistir.(243) Bu sebeple, evlâdligin dul kalan esiyle, babaligin evlenmesi helâldir.
Rasûlullah (s.a.s.)'in, Araplarin bu örfünü de yikmasi gerekiyordu. Bu sabeple Zeyd'den bosanan Zeyneb'i Allah'in emriyle nikâhladi.(244) Böylece hem Zeyneb'i hem de yakinlarini memnûn etmis oldu.
Görüldügü üzere, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in bu evliligi, dinî hükümlerin uygulanmasi ile ilgilidir.
(222/1) Ibn Hisâm, 3/308; Ibn Sâd, Tabakat, 8/ 177; Ibn Hacer, el-Isâbe, 7/565
(222/2) Bkz. en-Nisâ Sûresi, 43 ve el-Mâide Sûresi, 6
(223) Bkz. el-Buhârî, 1/86); Tecrid Tercemesi, 2/201-204 (Hadis No: I)
(224) Olay hakkinda genis bilgi için bkz. el-Buhârî, 3/154 Tecrid Tercemesi, 8/85-112 (Hadis No: 1151); Ibn Hisâm, 3/309-321; Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 2/195-199
(*) Mahfe: Deve ve fil gibi hayvanlarin üzerinde seyahat edenlerin içine oturduklari kafesli çadir veya sepet
(225) en-Nûr Sûresi, 11-13
(226) en-Nûr Sûresi, 40
(227) Bkz. en-Nisâ Sûresi, 51-52
* bk. Riyâzü's-Sâlihîn, 1/543-548 Hadis No: 522
(228) el-Buhârî, 5/45; Tecrid Tercemesi 10/227 (Hadis No: 1588)
(229) Ibn Hisâm, 3/230; Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 2/179; Târih-i Din-i Islâm, 3/258-259
(230) Içlerinden bir güruh (münâfiklar), Ey Medineliler, tutunacak yeriniz yok, hemen geri dönün, demislerdi. Bir kismi da Peygamber (s.a.s.)'den evlerimiz düsman saldirisina açik diye izin istemislerdi. Oysa evleri açik degildi, sadece savastan kaçmak istiyorlardi. (el-Ahzâb Sûresi, 13)
(231) Bu savastan baska, hiçbir olayda Rasûlüllah (s.a.s.)'in namazini geçirdigi nakledilmemistir. Burada üç vakit namazini kazaya birakmasi, Hendek savasinin ne derece sikintili ve mesakkatli geçtiginin en büyük delilidir. Bu yüzden Hz. Peygamber (s.a.s.):
- "Allah onlarin dünyada evlerini, âhirette kabirlerini atesle doldursun. Bize ikindiyi kilacak firsat vermediler, nihâyet günes batti" diye bedduâ etmistir. (el-Buhârî, 5/48 ve 3/233; Tecrid Tercemesi, 2/238 (Hadis No: 353) ve 8/396, (1233 numarali hadisin izâhi,)
* el-Buhârî, 4/24 (K. el-Cihad, B. 157)
(232) Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 2/182-184
(233) el-Buhârî, 3/234 ve 5/49; Tecrid Tercemes, 8/395 (Hadis No: 1233)
(234) Bkz. el-Buhârî, 5/47 "Ben sabâ rüzgariyle yardim olundum, Ad kavmi ise debur (lodos) rüzgâriyla helâk edildi." (bkz.el-Hakka Sûresi, 6)
(235) el-Buhârî, 5/48; Tecrid Tercemesi, 10/230 (Hadis No: 1589); Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 2/184
(236) el-Ahzâb Sûresi, 26
(237) el-Buhârî, 5/49-51; Tecrid Tercemesi, 8/ 325 (Hadis No: 1191)
(238) el-Buhârî, 5/50; Müslim, 3/1391 (Hadis No: 1770)
(239) Bkz. Tevrât, Tesniye Kitabi, Bab: 20, Ayet:10-14
(240) Bkz. el-Buhârî, 5/50; Tecrid Tercemesi, 10/ 245 (Hadis No: 1591)
(241) Bkz. el-Ahzâb Sûresi, 37
(242) "Allah katinda en üstününüz, O'na karsi gelmekten en çok sakinaninizdir". (Hucûrat Sûresi, 13) "Ey insanlar Rabb'iniz birdir, babaniz birdir. Arabin Acem'e (Arab olmayana), Acemin Arab'a, beyazin siyaha, siyahin beyaza veya kizilderiliye üstünlügü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir." (Müsned-i Ahmed b. Hanbel, 5/ 411; Mecmeu'z-Zevâid, 3/266 ve 8/84)
(243) "Allah evlâtliklarinizi, ogullariniz gibi tutmanizi mesrû kilmamistir". (el-Ahzâb Sûresi 4)
(244) "... Sonunda Zeyd, esiyle ilgisini kestiginde, onu seninle evlendirdik ki, evlâtliklari esleriyle ilgilerini kestiklerinde, onlarla evlenmek hususunda mü'minlere sorumluluk olmadigi bilinsin." (Ahzâb Sûresi, 37)
--------------------------------------------------------------------------------
VI- HICRETIN ALTINCI YILI
(627-628 M.)
l– HUDEYBIYE BARISI (Zilkade 6 H./Mart 628 M.)
"Ey Muhammed, Biz sana apaçik bir zafer sagladik."
(Fetih Sûresi, 1)
a) Müslümanlarin Kâbe'yi Ziyâret Arzusu
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.), Medine'ye hicret edeli 6 yil olmustu. Bu süre içinde Mekke müsrikleriyle, Medine'de bulunan Müslümanlar arasinda, sirasiyla Bedir, Uhud ve Hendek Savaslari oldu. Mekke müsrikleri Medine'yi basmak, Hz. Rasûlullah (s.a.s.)'i öldürmek, Müslümanligi yok etmek için her çâreye bas vurdular; bütün imkân ve güçlerini ortaya koydular; fakat amaçlarina ulasamadilar. Müslümanlarin günden güne güçlenmelerine, sayilarinin artmasina engel olamadilar.
Ancak Medine disindaki kabîleler, Müslümanligin ne oldugunu yeterince bilmiyorlardi. Kâbe'nin komsusu ve koruycusu oldugu için saygi duyduklari Kureys kabîlesi, kendi içlerinden çiktigi halde Hz. Muhammed (s.a.s.)'in peygamberligini kabûl etmemis,hatta O'nu yurdundan çikarmislardi. Bu yüzden, Müslümanligin Medine disindaki kabîlelere tanitilabilmesi ve genis ölçüde yayilmasinin saglanabilmesi için, Mekke'lilerle baris yapilmasina ihtiyaç vardi. Rasûlullah (s.a.s.), geçici de olsa Mekkelilerle baris yaparak, diger kabîlelerle serbestçe iliskiler kurmayi arzu ediyordu.
Diger taraftan, Mekkeli Müslümanlar, dogup büyüdükleri ve her seylerini birakip ayrildiklari yurtlarini çok özlemislerdi. Her namazda yöneldikleri kutsal Kâbe'yi 6 yildan beri ziyâret edemiyorlardi. Kâbe'yi ziyâret, bütün Müslümanlarin en büyük ortak özlemleri olumstu.
b) Rasûlullah (s.a.s.)'in Rüyâsi
Hicretin 6'inci yili, Rasûlullah (s.a.s.), gördügü bir rüyâ üzerine(245) hep birlikte Kâbe'yi ziyâret edeceklerini ashâbina müjdeledi.(246) Hazirliklar tamamlandi. Savas yapilmasi yasak olan aylardan Zilkade'nin ilk pazartesi günü (2 Zilkade 6 H./14 Mart 628 M.), yerine Mektûm oglu Abdullah'i vekil (kaymakam) birakarak, ashâbindan 1400 kisi ile(247) Medine'den ayrildi. Hanimlarindan Ümmü Seleme de berâberinde bulunuyordu. Maksadi savas olmayip, yalnizca Kâbe'yi ziyâret etmekti. Mekkelileri telâslandirmamak için, ashâbinin silah tasimalarina izin vermemis, sadece yolcu silâhi olarak birer kiliç almislardi. (248) Hac için Mekke'ye gelecek düsman kabîlelerle yolda karsilasmamak için, Kâbe ziyâretini hac günlerinden önce yapmayi uygun görmüstü. Yanlarindaki 70 kurbanlik deveyi kiladelediler ve Zülhuleyfe'de "umre" niyyetiyle ihrama girdiler.(249) Yol güvenligini saglamak için 20 kadar süvâriyi öncü olarak gönderdiler.
c) Mekkelilerin Tepkisi
Mekkeliler, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Kâbe'yi ziyâret için yola çiktigini duyunca telâslandilar. Müslümanlari Mekke'ye sokmamaga karar verdiler. Velîd oglu Hâlid ve Ebû Cehil'in oglu Ikrime'yi 200 süvâri ile öncü olarak gönderdiler.
Resûlullah (s.a.s.), Mekkelilerin bu kararini önden gönderdigi gözcüleri vasitasiyle ögrendi. Sag tarafa sapip, yol güzergâhini degistirerek, Hudeybiye'ye kadar ilerledi.(250) Rasûlullah (s.a.s.)'in bindigi "Kasvâ" adli deve burada çöktü, bütün gayretlere ragmen kalkmadi. Müslümanlar:
-Kasvâ harin oldu, çöktü kalkmiyor, diye söylenmege basladilar. Rasûlullah (s.a.s.):
-"Kasvâ harinlesmez, onun çökme huyu da yoktur. Fakat vaktiyle Fil'in Mekke'ye girmesine engel olan ilahi kudret, simdi de Kasvâ'yi ilerletmiyor. Allah'a yemin olsun ki, Kureys Cenâb-i Hakk'in kutsal kildigi seylere hürmet ve tâzim kasdiyle benden her ne isterse, ne kadar agir olursa olsun, istediklerini kabûl edecegim.. " buyurdu.(251)
d) Baris Müzakereleri
Bu sirada Huzâa kabîlesi reisi Büdeyl çikageldi. Kureysin, Müslümanlari Mekke'ye sokmamak için müsrik kabilelerle anlastigini ve savas hazirligi içinde olduklarini haber verdi.(252)
Rasûlullah (s.a.s.) savas maksadiyle degil, sâdece Kâbe'yi ziyâret için geldiklerini, daha önce yapilan savaslarda Kureys'in ugradigi kayiplari anlatti.
-Isterlerse belirli bir süre onlarla baris yapalim. Benimle diger kabîlelerin arasini serbest biraksinlar, (karismasinlar). Eger ben üstün gelirde, Araplar Islâmiyeti kabûl ederlerse, Mekkeliler de isterlerse bu dine girebilirler. Sayet Araplar bana üstün gelirlerse, Kureys savas külfeti çekmeden istedigini elde etmis olur. Aksi halde, Allah'a yemin ederim ki, O'nun yolunda ölünceye kadar onlarla savasirim, Allah da yardimini gerçeklestirir, dinini üstün kilar, buyurdu.(253)
Büdeyl, Rasûlullah (s.a.s.)'den duyduklarini Kureys'e iletti. Kureys ileri gelenleri de savasa taraftar degildi. Sakif kabilesi reisi Tâifli Mes'ûd oglu Urve'yi Hz. Peygamber (s.a.s.)'e gönderdiler. Rasûlullah (s.a.s.) Büdeyl'e söylediklerini Urve'ye de anlatti. Urve hem Rasul-i Ekrem (s.a.s.)'le konusuyor, hem de Müslümanlarin durumunu ve bütün davranislarini dikkatle tâkip ediyordu. Dönüsünde gördüklerini özetle söyle anlatti:
-Bilirsiniz ki ben birçok devlet baskanini ziyâret ettim, Rum Kayseri, Fars Kisrâsi, Habes Necâsi'sinin huzurunda elçi olarak bulundum. Yemin ederim ki, Müslümanlarin Muhammed (s.a.s.)'e gösterdikleri hürmet, sevgi ve bagliligi bunlarin hiçbirinin sarayinda görmedim... Sözlerini dikkatle dinliyorlar. Bir sey sorunca, alçak (hafif) sesle cevâp veriyorlar. Isteklerini derhal yerine getiriyorlar. Saygilarindan yüzüne dikkatle bakamiyorlar. Abdestinden artan suyu bile,-teberrük için-aralarinda paylasiyorlar... Madem ki, bize baris teklif ediyor, kabûl edelim, dedi.
Mekkeliler, Urve'nin sözlerinden hoslanmadilar. Bir iki elçi daha gidip geldi, fakat hiç bir sonuca varilamadi.
Rasûlullah (s.a.s.), Kureys'ten gelen eçilerle sonuca ulasilamadigini gördü. Kureys'le görüsmek üzere Hz.Ömer'i Mekke'ye göndermeyi düsündü. Ömer:
-Yâ Rasûlallah, Mekkeliler benim kendilerine olan düsmanligimi bilirler, himâyesine siginabilecegim bir yakinim da yok. Osman'in Mekke'de akrabasi çok, Ebû Süfyân ile amcazâde. Osman bu isi benden daha iyi basarir, dedi.
Hz. Osman Mekke'ye gitti. Ebû Süfyân ve diger Kureys ileri gelenleriyle görüstü. Maksatlarinin sâdece Kâbe'yi ziyâret oldugunu anlatti. Mekkeliler:
-Hepinizi Mekke'ye birakirsak, Araplar, "Kureys Müslümanlardan korktu," derler. Fakat istersen Kâbe'yi sen tavâf et, hepiniz birden olmaz, dediler. Hz. Osman, Kâbe'yi Müslümanlardan ayri olarak ziyâret etmegi kabûl etmedi.
-Rasûlullah (s.a.s.) tavâf etmedikce, ben de etmem, diyerek tekliflerini reddetti. O'nun bu davranisi Mekkelileri kizdirdi, göz hapsine aldilar ve dönmesine izin vermediler.
2- RIDVÂN BÎATI:
"Allah, mü'minlerden agacin altinda sana bîat ederlerken hosnud olmustur.Gönüllerindekini bilerek onlara güvenlik vermis, onlara yakin bir zafer ve ele geçirecekleri bol ganimetler bahsetmistir."
(el-Fetih Sûresi, 18-19)
Hz. Osman'in gecikmesi, Müslümanlari telâslandirdi. Öldürülecegine dâir söylentiler çikti. Böyle bir ihtimâle karsi Resûlullah (s.a.s.) gereken tedbirleri aldi. Müslümanlari Allah yolunda yapacaklari savasta, canlarini fedâ etmekten çekinmeyeceklerine dâir, kendisine bîat etmege çagirdi. "Artik bunlarla vurusmadan buradan ayrilamayiz," buyurdu.
Ilk biat eden Ebû Sinan el-Esedî oldu. "Rasûlullah (s.a.s.)'in gönlündeki muradi ne ise, onun gerçeklesmesi üzerine biat ediyorum." dedi.
Hudeybiye'de bodur bir agacin aldinda,(254) bütün Müslümanlar sirayla Rasûlullah (s.a.s.)in ellerini tutarak bîat ettiler. Allah yolunda ölünceye kadar savasmaga, düsmandan kaçmamaya söz verdiler. Hz. Peygamber (s.a.s.), Hz. Osman adina da bir elini digeriyle tuttu, onu da böylece bîata katti. Yalnizca Cedd b. Kays adli münâfik, devesinin arkasinda gizlendi, bîata katilmadi.
Cenâb-i Hak, Kur'an-i Kerîm'de, Hudeybiye'de Rasûlullah (s.a.s.)'e bîat eden mü'minlerden hosnud oldugunu bildirmistir. (255) Bu sebeple, Islâm Târihinde bu bîata "Ridvân Bîati" adi verilmistir.
Müslümanlarin kararliligini ve Rasûlullah (s.a.s.)'e bagliliklarini gösteren bu bîatin Mekkeliler üzerindeki etkisi büyük oldu. Derhal Hz. Osman'i serbest biraktilar ve Hz. Peygamber (s.a.s.)'le baris yapmak üzere Amr oglu Süheyl baskanliginda bir hey'et gönderdiler.
a) Baris Sartlari
Uzun müzâkere ve tartismalardan sonra kabûl edilen baris sartlari sunlardir:
1- Müslümanlar bu sene Kâbe'yi ziyâret etmeden dönecekler, bir yil sonra ziyâret edecekler.
2- Müslümanlar Kâbe'yi ziyâret için geldiklerinde, Mekke'de üç günden çok kalmayacaklar ve yanlarinda birer kiliçtan baska silah bulundurmayacaklar.
3- Müslümanlarin Mekke'de bulundugu günlerde, Kureysliler Mekke disina çikacaklar, Müslümanlarla temâs etmeyecekler.
4- Mekkelilerden biri Müslümanlara siginirsa, Müslüman bile olsa, geri verilecek; fakat Müslümanlardan Mekkelilere siginan olursa, geri istenmeyecek.
5- Kureys disinda kalan diger kabileler, iki taraftan istediklerinin himâyesine girmekte ve anlasma yapmakta serbest olacaklar.
6- Bu anlasma on yil geçerli olacak, bu müddet içinde iki taraf arasinda tecâvüz ve savas olmayacak.
b) Baris Anlasmasinin Yazilmasi
Baris sartlarini Rasûlullah (s.a.s) Hz. Ali'ye yazdirdi. "Bismi'llâhi'r-rahmâni'r-rahîm. Bu anlasma, Muhammed Rasûlullah ile Kureys elçisi Süheyl arasinda yapilmistir." diye yazilmasina Süheyl itiraz etti.
- "Rahmân" sözünü anlamiyoruz, ayrica senin Rasûlullah oldugunu kabûl etseydik, bu anlasmaya gerek yoktu "Bismike'llâhümme (Allah'im, senin adinla). Bu anlasma Abdullah'in oglu Muhammed ile Kureys elçisi Süheyl arasinda yapilmistir." diye yazilmasini istedi.(256/1)
-Rasûlullah (s.a.s) mutlaka barisi saglamak istiyordu. Daha isin basinda, "Allah'a yemin olsun ki Kureys benden Cenab-i Hakk'in kutsal kildigi seylere hürmet kasdiyle her ne isterse, ne kadar agir olursa olsun, isteklerini kabûl edecegim," buyurmustu. Bu sebeple, bütün bu agir sartlari kabûl etti.
Fakat müslümalar son derece üzgündüler. Büyük bir ümit ve heyecanla gelmislerdi. Oysa simdi Kâbe'yi ziyâret edemeden döneceklerdi.
Anlasmanin yazilmasi henüz bitmisti ki, Süheyl'in oglu Ebû Cendel, ayagindaki zinciri sürükleyerek çikageldi. Babasi onu Müslüman oldugu için, zincire vurarak hapsetmisti. Her nasilsa kurtulmus, bin bir güçlükle Mekke'den kaçmis, Müslümanlara siginmaga gelmisti.
Süheyl oglunun geri verilmesinde isrâr etti. Aksi halde anlasmayi imzalamadan dönecegini söyledi. Bütün çabalara ragmen, inadindan dönmedi. Barisin saglanabilmesi için, Ebû Cendel'in müsriklere teslimi gerekiyordu. Çektigi iskenceleri ve acikli hâlini anlatarak müsriklerin elinde birakilmamasini isteyen Ebû Cendel'i Rasûlullah (s.a.s):
-Ey Ebû Cendel, biraz daha sabret, pek yakinda Yüce Rabbim sana ve senin gibilere kurtulus yolunu açacaktir, diye teselli etti.
c) Ashâbin Üzüntüsü
Fakat bu son durum, artik Müslümanlarin üzüntülerini dayanilmaz hâle getirmisti. Hepsinin sinirleri gergindi. Hz. Ömer dayanamadi. Rasûlullah (s.a.s) 'in huzuruna gelerek:
-Sen Allah'in Peygamberi degil misin? Bizim dinimiz hak degil mi? Neden bu zilleti kabûl ediyoruz, neden? diye söylendi. Hz. Peygamber (s.a.s):
-Evet ben Allah'in Peygamberiyim. Bu yaptigim islerde Allah'a isyan etmis de degilim. O, benim yardimcimdir, diye cevap verdi. Fakat Ömer'in üzüntü ve öfkesi devâm ediyordu.
-Sen bize Kâbe'yi tavaf edecegiz., demedin mi? diye sordu. Rasûlullah (s.a.s):
-Evet, dedim. Fakat bu sene ziyâret edecegimizi söylemedim, Tekrâr ediyorum, Kâbe'yi hep beraber tavâf ve ziyaaret edecegiz, buyurdu.(256/2) Anlasmanin imzalanmasindan sonra Rasûlullah (s.a.s) ashâbina:
-Haydi, artik kurbanlarinizi kesiniz, sonra tiras olup ihramdan çikiniz, emrini üç defa tekrarladigi halde, hiç kimse yerinden kipirdamamisti.(257) Hz Peygamber (s.a.s), ashâbinin bu ilgisizligine üzülerek, esi Ümmü Seleme'nin yanina gitti. Ümmü Seleme:
-Yâ Rasûlallah, onlar üzüntülerinden ilgisiz görünüyorlar. Siz kimseyle konusmadan kendiniz kurbaninizi kesin, tiras olun. Onlar size uyacaklardir, dedi.
Ashâb, Hz. Peygamber (s.a.s) 'in kurbanini kesip tiras oldugunu görünce, hemen onlar da kurbanlarini kesip, birbirlerini tiras etmege basladilar.(258)
d) Hudeybiye Barisi Aslinda Zaferdi.
Hudeybiye Barisi'nin hemen bütün sartlari, Müslümanlarin aleyhine görünüyordu. Fakat barisin Müslümanlarin yararina ve sonucun lehlerine olacagini Rasûlullah (s.a.s) biliyordu. Bu sebeple,barisi saglamak için, aleyhlerinde görünen en agir sartlari kabûl etmisti.
Rasûlullah (s.a.s) baris anlasmasinin imzalanmasindan üç gün sonra Medine'ye döndü. Böylece Müslümanlar Hudeybiye'de 19-20 gün kalmis oldular.
Dönüste yolda "Fetih Sûresi" indi, Cenâb- Hakk Hudeybiye anlasmasinin Müslümanlar için zillet ve yenilgi degil, aksine zafer oldugunu bildiriyordu.(259)
Gerçekten Hudeybiye anlasmasi, Müslümanligin Medine disinda yayilmasina bir baslangiç oldu. Mekkeliler o zamana kadar müslümanlara, dagilip yok olmaga mahkûm, derme-çatma bir toplululk gözü ile bakiyorlardi. Bu anlasma ile Müslümanlari bir devlet olarak tanimis oldular.
Anlasmadan sonra Müslümanlarla müsrikler arasinda görüsme ve temâslar artti. Hz. Peygamber (s.a.s) Islâm'i serbestçe yaymaga basladi. Hudeybiye musâlahasindan Mekke'nin fethine kadar geçen 21 aylik devrede Müslüman olanlarin sayisi, Islâm'in dogusundan, Hudeybiye Barisina kadar geçen 19 yilda Müslüman olanlarin sayisindan kat kat fazla oldu. Hayber'in ve Mekke'nin fethi gibi zaferler, Hudeybiye musâlahasini takibetti. Dört yil sonra, Rasûlullah (s.a.s)'in vefâtinda Müslümanlik bütün Arab yarimadasina yayilmis bulunuyordu.
e) Baris Sartlarinin Müslümanlar Lehine Dönmesi
Hz. Peygamber (s.a.s.) anlasmaya bagli kaldi. Mekkeliler istemedikçe, hiç bir hükmünü tek tarafli kaldirmadi. Kisa bir süre sonra, Kureys'le aralarinda anlasma bulunan Sakîf kabîlesinden Ebû Basîr adinda biri, Medine'ye gelip Müslümanlara sigindi. Ebû Basîr de Ebû Cendel gibi iskence gören Müslümanlardandi. Mekkeliler, arkasindan hemen iki kisi gönderip Ebû Basîr'in iâdesini istediler. Rasûlullah (s.a.s):
-Ey Ebû Basîr, biliyorsun ki, biz Kureysle bir sözlesme yaptik, ahdimizi bozamayiz. Biraz daha sabret, Rabb'im yakinda bir kurtulus yolu açacaktir, diyerek Ebû Basîr'i Kureyslilere teslim etti.
Ebû Basîr, Mekke'ye ölüme ***ürüldügünü biliyordu. Bu sebeple, bu adamlarin elinden kurtulmasi gerekiyordu. Yolda, Zülhuleyfe'de(260) yemek için oturdular. Ebû Basîr, bunlara saf ve samîmî göründü. Bir ara:
-Kilicin ne kadar da güzelmis, bakmama müsaade eder misin? diyerek, birinin elinden kilici aldi, hemen üzerine atilip onu öldürdü; digeri ise kaçip kurtuldu.
Ebû Basîr öldürdügü Kureyslinin atina bindi, silahini kusandi, tekrar Medine'ye döndü. Rasûlullah (s.a.s)'in huzuruna çikip:
-"Ey Allah'in Rasûlü, siz sözünüzü yerine getirdiniz. Beni onlara teslim ettiniz. Fakat Allah beni kurtardi, dedi. Hz. Peygamber (s.a.s) ona anlasma sartlarina göre Medine'de kalmasinin mümkün olmadigini anlatti. Ebû Basîr Medine'den çikti. Mekke'ye dönemezdi. Medine'de kalamiyordu. Deniz kiyisinda, Mekke- Sam yolu üzerinde "Iys" denilen bir yere yerlesti. Mekke'de Müslümanliklarini gizleyenler ve iskence görenler, birer, ikiser kaçip, Ebû Basîr'in yaninda toplandilar. Ebû Cendel de kaçip buraya geldi. Kisa zamanda sayilari 70'e yükseldi, daha sonra 300 oldular. Mekkelilerin Sam ticâretini önleyecek bir kuvvet hâline geldiler.
Ebû Basîr'in yaninda toplananlar, Hudeybiye anlasmasi hükümlerine bagli degildiler. Kureysin Sam ticâret yolu tehlikeye girmisti. Mekkeliler telâslandilar. Anlasmanin, Medine'ye siginan Mekkelilerin geri verilmesiyle ilgili maddesini hükümsüz saymaktan baska çâre yoktu. Baski ile Müslümanligin önlenemeyecegini anladilar. Hemen, Hz Peygamber (s.a.s)'e Ebû Süfyan'i elçi olarak gönderip, bu maddenin kaldirilmasini ve Mekke'den kaçan bütün Müslümanlarin Medine'ye kabûlünü istediler. Anlasma yapilirken en çok israr gösterdikleri bu madde, gene onlarin istegiyle kaldirilmis oldu.
Peygamber (s.a.s.), Ebû Basîr ve arkadaslarini Medine'ye çagirdi. Bu sirada Ebû Basîr ölüm yataginda idi. Vefât edince orada defnettiler. Arkadaslarini Ebû Cendel toplayip Medine'ye ***ürdü. Böylece Kureysin Sam ticâret yolu açildi. Müslümanlar da anlasmanin en agir hükmünden kurtulmus oldular.
Hudeybiye Barisi 2 yil devâm etti. Anlasmayi Kureys bozdu. Iki yil sonra Mekke, Müslümanlar tarafindan fethedildi. (20 Ramazan 8 H./11 Ocak 630 M.)
3- RASÛLÜLLAH (S.A.S.)'IN ÜMMÜ HABÎBE'YLE EVLENMESI
Ümmü Habîbe Ebû Süfyân'in kizidir. Mekke Devrinde Müslüman olmus ve kocasi Ubeydullah b. Cahs'la birlikte Habesistan'a hicret eden ikinci kafileye katilmisti. Alkolik bir adam olan kocasi, Habesistan'da Hristiyan oldu. Ümmü Habîbe Müslümanlikta sebât edip kocasindan ayrildi. Bu yüzden, yabanci bir ülkede kimsesiz ve himâyesiz kaldi. Henüz müsrik olan babasinin yanina da dönemezdi.
Rasûlullah (s.a.s), Hicretin 6'inci yili Habesistan'a bir elçi gönderdi. Habes Necâsi'sini vekil yaparak Ümmü Habîbe'yi nikâhladi.(261) Nikâh merâsiminde Câfer Tayyar ve diger Müslümanlar da bulundu. Nikâhtan sonra Necâsi Ümmü Habîbe'yi Medine'ye gönderdi. Bu evlilikten önce su âyet inmisti:
"Allah'in, sizinle düsmanlik gösterdiginiz kimseler arasinda dostluk ve sevgi yaratmasi mümkündür." (el-Mümtehine Sûresi,7)
Gerçekten bu evlilikten sonra Ebû Süfyân'in, Hz. Peygamber (s.a.s)'e olan düsmanliginda bir yumusama baslamistir.
--------------------------------------------------------------------------------
(245) "Andolsun ki, Allah peygamberinin rüyasinin gerçek oldugunu tasdik etmistir. Allah dilerse, siz güven içinde baslarinizi tiras etmis ve saçlarinizi kisaltmis olarak, korkmadan, Mescid-i Haram'a gireceksiniz.." (el-Fetih Sûresi, 27)
(246) Medine civârindaki henüz Müslüman olmayan Müzeyne, Cüheyne, Gifâr, Eslem, Esca', gibi kabileler de birlikte Kâbe'yi ziyâret için dâvet edilmislerse de, bunlar Kureys'ten çekindikleri için, Müslümanlara katilmadilar. (Tecrid Tercemesi, 8/177, 1164 numarali hadisin izâhi)
(247) el-Buhârî, 5/62-63; Tecrid Tercemesi, 8/ 264 (Hadis No: 1599)
(248) O devirde, çölde yirtici hayvanlara ve çapulculara karsi her yolcunun bir kiliç bulundurmasi âdet ve zarûri idi.
(249) Umre, ihrâmli olarak Kâbe'yi tavâf ve ziyâret etmek, Safâ ile Merve arasinda Sa'y yaptiktan sonra tiras olarak ihramdan çikmaktan ibârettir. Umre için belirli bir zaman yoktur, her zaman yapilabilir. Hac ise belirli zamanda (ancak hac mevsiminde) yapilir.
(250) Hudeybiye, Medine'ye 9 konak, Mekke'ye ise 1 günlük mesâfede küçük bir köydür. Adini, buradaki ayni adi tasiyan bir kuyudan almistir. (Tecrid Tercemesi, 10/258)
(251) Bkz. el-Buhârî, 3/178; Tercid Tercemesi, 8/178 (Hadis No: 1164) Müslümanlarin indigi yerdeki "Samed" adli kuyuda çok az su vardi. Herkes almaya baslayinca, bir anda suyu tükeniverdi. Susuzluktan sikâyet basladi. Rasûlüllah (s.a.s.) ok torbasindan çikardigi bir oku, kuyunun dibine koymalarini emretti. Artik oradan ayrilincaya kadar su sikintisi çekmediler. (bkz. el-Buhârî 3/178 ve 5/62; Tecrid Ter. 8/179 Hadis No: 1164 ve 10/261 Hadis No:1598)
(252) Huzâa kabîlesiyle, Hâsimogullari arasinda câhiliyyet devrinde dostluk vardi. Huzâalilar bu dostlugu Islâmdan sonra da devâm ettirdiler. Müslüman olsun müsrik olsun, bütün Huzâalilar, Mekke'de olup biteni Rasûlüllah (s.a.s. )'den gizlemezler, gizlice O'na bildirirlerdi.
(253) Bkz. el-Buhârî, 3/79; Tecrid Tercemesi, 8/181 (Hadis No: 1164)
(254) Bu agaç, müslümanlar arasinda zamanla kutsal sayilabilir, düsüncesiyle halifeligi sirasinda Hz. Ömer'in emriyle kesilmistir. (Tecrid Ter., 10/260)
(255) el-Feth Sûresi, 18
(256/1) Bkz. Tecrid Tercemesi, 8/136-141 (Hadis No: 1158)
(256/2) Hz. Ömer, daha sonra Rasûlüllah (s.a.s.) 'e karsi saygisiz davrandim diye bu sözlerinden pismanlik duymustur. (el-Buhârî, 5/67; Tecrid Tercemesi, 10/267; Asr-i Saâdet, 1/427)
(257) Rasûlüllah (s.a.s.)'in emrini ashâbin hemen yerine getirmemesi, muhâlefet için degildi. Sartlari agir olan bu anlasmanin vahiy ile kaldirilacagini, böylece Kâbe'yi ziyâret edebileceklerini ümit ediyorlardi.
(258) Islâm bilginleri bu olaydan, fiilî sünnetin, kavlî (sözlü) sünnetden daha kuvvetli oldugu sonucuna varmislardir.
(259) (Ey Muhammed, Hudeybiye anlasmasiyla) Biz sana apaçik bir fetih (zafer) verdik. (el-Fetih Sûresi, 1)
(260) Zülhuleyfe Medine'ye bir konak, yaklasik 10 km. mesâfede bir yerdir. Medineliler ve Medine'ye ugrayarak hac veye umre için Mekke'ye gidenler ihrama burada girerler. Simdi bu yere "Abâr-i Ali" denilmektedir.
(261) Zâdü'l-Meâd, 2/120
--------------------------------------------------------------------------------
VII-HICRETIN YEDINCI YILI (628-629 M.)
1- ISLÂMA DAVET IÇIN ELÇILER GÖNDERILMESI
"Ya Muhamed! De ki; dogrusu ben, göklerin ve yerin yegâne mâliki, kendisinden baska ilâh olmayan; dirilten ve öldüren Allah'in hepiniz için gönderdigi peygamberiyim..."
(el-A'raf Sûresi, 158)
Hz. Muhammed (s.a.s), daha önceki peygamberler gibi, sâdece Araplarin veya belli bir toplumun peygamberi degildir. O'nun peygamberligi umûmîdir. Kiyâmete kadar gelecek bütün insanlara peygamber ve âlemlere rahmet olmak üzere gönderilmistir.(262) Bu sebeple Islâm'i her tarafa yaymasi, peygamberligini bütün dünyaya duyurmasi gerekiyordu. Fakat simdiye kadar Mekke müsrikleri buna imkân vermemislerdi.
Hudeybiye Anlasmasiyle iki taraf arasinda baris ve güvenlik saglandi. Artik, Müslümanligin yayilmasi için herkese ve her tarafa duyurma zamani gelmisti. Rasûlullah (s.a.s) Hudeybiye'den dönünce bu konuyu ashâbiyle istisâre etti. Büyük ve komsu devletlerin hükümdarlariyla bazi Arap beyliklerine mektup ve elçi gönderilmesi kararlastirildi. Kasinda "Muhammed Rasûlullah" yazili gümüs bir yüzük yaptirildi, mektuplar bununla mühürlendi.(263)
Elçiler ve Gönderildikleri Hükümdarlar
Bizans Kayser'i Hirakliyus'a, Halîfe oglu Dihyetü'l-Kelbî; Iran Kisrâ'si Hüsrev Perviz'e, Huzâfe oglu Abdullah; Habesistan Necâsisi Ashame'ye, Ümeyye oglu Amr; Misir (Iskenderiyye) Mukavkisi Çüreyc'e, Ebû Beltea oglu Hâtib; Gassan Emîri Hâris b. Ebî Semmer'e, Vehb oglu Suca'; Yemâme Emîri Hevze b.Ali'ye de Amr oglu Salît elçi olarak mektup ***ürdüler.(264)
2- HZ. PEYGAMBER (S.A.S.)'IN HÜKÜMDARLARA YAZDIRDIGI MEKTUPLAR
a) Bizans Kayseri'ne Gönderilen Mektûp
"Bismi'llâhi'r-rahmâni'r-rahim... Allah'in kulu ve Rasûlü Muhammed (s.a.s.)'den, Rum'un büyügü Hirakl'e. Hidâyet yoluna uyanlara selâm olsun. Bundan sonra: Ben seni Islâm'a ve onu yayma hizmetine dâvet ediyorum. Müslüman ol ki, selâmete eresin, Allah da sana ecrini iki kat versin. Eger kabûl etmezsen, halkinin vebâli senin boynundadir."
"Ey Ehl-i Kitab! Bizimle sizin aranizda müsterek bir kelimeye gelin: Ancak Allah'a kulluk edelim. O'na kullukta hiç bir seyi ortak yapmayalim. Allah'i birakip bir kisminiz diger kisminizi Rab edinmesin. Eger yüz cevirirlerse, 'sâhid olun, biz Müslümaniz' deyin" (Âl-i Imrân Sûresi, 64).(265)
Dihye, Rasûlullah (s.a.s.)'in mektubunu Hirakl'e ***ürdügü zaman Hirakl Kudüs'te bulunuyordu. Elçiyi iyi karsiladi. Rasûlullah (s.a.s) hakkinda bilgi edinmek için, bölgede bulunan Arap tâcirlerinin huzûruna getirilmesini emretti.
Mekke'den bir ticâret kafilesi o sirada bu bölgede bulunuyordu. Kafilede Kureys'in reisi Ebû Süfyân da vardi. Ebû Süfyan ve arkadaslari getirildiginde, Bizans'in ileri gelen din ve devlet adamlari, piskoposlar, papazlar Imparator Hirakl'in etrâfinda siralanmislardi. Kayser tercüman vâsitasiyle:
-Peygamberlik davasinda bulunan bu zâta, içinizde soyca en yakin olan kim? diye sordu. Ebû Süfyân:
-Burada nesebce O'na en yakin benim, diye ilerledi. Kayser Ebû Süfyân'i arkadaslarinin önüne oturttu. Sorularima dogru cevâp vermezse, siz düzeltin, dedi. Sonra Imparator ile Ebû Süfyân arasinda su konusma geçti:
-Içinizde Muhammed (s.a.s.)'in soyu nasildir?
-Asil bir soydandir.
-Memleketinizde ondan önce Peygamberlik davasinda bulunan oldu mu?
-Hayir.
-Sülâlesinde hükümdar var mi?
-Hayir.
-O'nun dinine girenler halkin esrâfi mi, zayiflari mi?
-Çogunlukla fakir ve zayif kimseler.
-O'na uyanlar gün geçtikce çogaliyor mu, azaliyor mu?
-Çogaliyor.
-Dinine girdikten sonra, begenmeyip ayrilanlar oldu mu?
-Olmadi.
-Daha önce yalan söyledigi olur muydu?
-Aslâ olmazdi.
-Hiç sözünde durmadigi oldu mu?
-Olmadi, ancak simdi biz onunla baris yaptik. Bu müddet içinde nasil davranacagini bilmiyoruz.
-O'nunla hiç savastiniz mi?
-Evet savastik.
-Netice ne oldu ?
-Bazan biz, bazan O kazandi.
-Size ne emrediyor?
-Yalniz Allah'a kuluk edin, O'na hiç bir seyi ortak yapmayin, dedelerinizin taptigi putlari birakin, diyor. Namaz kilmayi, dogru ve iffetli olmayi, akrabalik bagini kesmemeyi emrediyor.
Bundan sonra imparator sözlerine söyle devam etti:
Nesebce asîl oldugunu söylediniz. Peygamberler dâima asil soydan gelmistir. Içinizden daha önce böyle bir davada bulunan olmadigini anlattiniz. O'halde eski bir davanin pesinde bir kisi sayilamaz. Soyunda hükümdar yoktur, dediniz. Bu durumda servet ve saltanat pesinde oldugu da söylenemez. Daha önce kesinlikle yalan söylemedigine sehâdet ediyorsunuz. Insanlara yalan söylemeyen Allah'a karsi da yalan söylemez. O'na imân edenlerin çogunlukla fakir ve zayiflar oldugunu ifade ettiniz. Peygamberlere ilk uyanlar dâima böyle olmustur. O'na uyanlarin gün geçtikçe arttigini söylediniz. Hakk'a uyanlar azalmaz, dâima çagalir. Dinine girdikten sonra dönen hiç yok dediniz. Imân kalbde köklesince çikmaz. Sözünde durdugunu, kimseyi aldatmadigini itirâf ettiniz. Peygamberler kimseyi aldatmaz. Sizi ancak Allah'a kulluk etmege, O'na hiç bir seyi ortak kosmamaga dâvet ettigini açikladiniz. Eger bu söyledikleriniz dogru ise, ayaklarimin bastigi su topraklar, yakinda O'nun olacaktir. Ben bir peygamber gelecegini biliyordum ama, sizden çikacagini sanmazdim. Eger O'na ulasabilecegimi bilsem, her zahmete katlanirdim. Yaninda olsam, ayaklarini yikar, hizmet ederdim. dedi. Sonra mektûbu okuttu.
Imparatorun Ebû Süfyânla yaptigi konusma, papazlari kizdirmisti. Mektup okununca salonda gürültü çogaldi. Imparator isin kötüye varmasindan korktu. Elçinin ve Arap tâcirlerin çikmalarini istedi. Ben sizin dininize bagliliginizin derecesini anlamak istemistim, diyerek tutumunu degistirdi.(266)
Kayser Hirakl'in kalbinde iman kivilcimi belirmisti. Dünya hirsi ve saltanatini kaybetme korkusu, bu kivilcimi söndürdü. Fakat elçiye saygisiz davranmadi, hediyeler vererek nezâketle geri çevirdi.
b) Iran Kisrâ'sina Gönderilen Mektup
Bismi'llâhi'r-rahmâni'r-rahim. Allah'in kulu ve Peygamberi Muhammed (s.a.s.)'den Fars'in ulusu Kisrâ'ya. Hidâyete uyanlara, Allah ve Rasûlüne imân edenlere, Allah'tan baska hiç bir ilah olmayip O'nun bir tek olduguna, ortagi ve benzeri bulunmadigina, Muhammed (s.a.s.) 'in O'nun kulu ve rasûlü olduguna sehâdet edenlere selâm olsun. Ey Kisrâ! Seni Allah'in dinine dâvet ediyorum. Çünkü ben, dirileri (Allah'in azabiyla) uyarmak, kâfirler üzerine o söz (azab) hak olmak için, bütün insalara Peygamber gönderildim. Ey Kisrâ! müslüman ol ki selâmet bulasin. Eger olmazsan, mecûsîlerin günâhi boynuna olsun.(267)
Rasûlullah (s.a.s.), mektubun Kisrâ'ya verilmek üzere, Bahreyn emiri Münzir'e teslimini emretmisti. Bahreyn, o zaman Iran'a bagliydi. Münzir mektubu Kisrâ'ya ***ürdü. Kisrâ mektubu okuyunca yirtip parçaladi. Rasûlullah (s.a.s.) bundan haberdar olunca:
-Parça parça olsunlar, buyurdu.(268)
Çok geçmeden Kisrâ Hüsrev Perviz, oglu Sirvehy tarafindan karni desilerek öldürüldü. Hz. Ömer'in halifeligi sirasinda da Kisrâ'nin imparatorlugu parçalandi, Sâsâni Sülâlesi son buldu. Bütün Iran topraklari Müslümanlarin eline geçti.
c) Habesistan Necâsisi'ne Gönderilen Mektup
"Bismi'llâhi'r-rahmâni'r-rahîm. Allah'in Rasûlü Muhammed (s.a.s.)'den Habes Meliki Necâsî'ye. Ey Melik, Müslüman ol. Ben, kendisinden baska ilâh olmayan, Melik, Kuddûs, Selâm, Mü'min, Müheymin (gibi yüce sifatlarla muttasif) Allah'in sana olan nimetlerinden dolayi mesrûrum, senin adina hamdediyorum.
Sehâdet ederim ki, Meryem'in oglu Isâ, Allah'in ruhu ve kelimesidir. O'nu hiç evlenmemis, tertemiz ve çok iffetli bir hanim olan Meryem'e ilka etti. Böylece Meryem Isâ'ya hâmile oldu. Âdem'i (anasiz-babasiz) kudretiyle yarattigi gibi, Isâ'yi da (babasiz) olarak ruhundan ve nefhinden yaratti.
Ey Melik! Seni esi ve benzeri olmayan tek bir Allah'a itâata, bana uymaya ve bana Allah'tan gelene imâna dâvet ediyorum. Çünkü ben Allah'in Peygamberiyim. Seni ve askerlerini Allah'in dinine çagiriyorum. Ben size teblig ve nasihat ettim. Nasihatimi kabûl edin. Selâm hidâyete uyanlara.(269)
Habesistan'a hicret etmis olan müslümanlardan bir grup ile, Hz. Ali'nin agabeyi Câfer Tayyar hâlâ dönmemislerdi. Rasûlullah (s.a.s.) elçisi vâsitasiyle bunlarin gönderilmesini ve Ümmü Habîbe'nin de zât-i risâletlerine nikâh edilerek, gönlünün hos edilmesini istemisti.
Necâsi, Ümmü Habîbeyi Rasûlullah (s.a.s.)'e nikâhladi. Habesistan'da bulunan Müslüman muhâcirleri gemiye bindirip gönderdi. Rasûl-i Ekrem'e bir mektup yazarak Müslüman oldugunu da bildiridi.
Rasûlullah (s.a.s.)'e Habes Necâsi'sinin Mektubu
"Bismi'llâhi'r-rahmâni'r-rahîm, Allah'in Rasûlü Mahammed (s.a.s.)'e Necâsi Ashame tarafindan. Ey Allah'in Peygamberi, kendisinden baska ilâh olmayan Allah'in selâmi, rahmet ve bereketi üzerine olsun.
Ey Allah'in Rasûlü, Hz. Isâ hakkindaki açiklamayi hâvi mektubunuz bana ulasti. Göklerin ve yerin Rabbi olan Allah'a yemin ederim ki, Hz. Isa da, kendisiyle ilgili olarak, zikrettiginizden ziyâde birsey söylememistir. O'nun söyledikleri de, sizin buyurdugunuz gibidir. Bize teblig ettiginiz seyleri ögrendik. Amcaniz oglu (Câfer) ve arkadaslariyle tanistik. Ben sehâdet ederim ki sen, Allah'in geçmis Peygamberleri tasdik eden, sözünde sâdik Rasûlüsün. Sana bîat ettim, (daha önce) amcaniz ogluna bîat ederek, âlemlerin Rabb'i Allah Teâla'ya imân edip Müslüman olmustum.(270)
d) Misir Meliki Mukavkis'a Gönderilen Mektup
"Bismi'llâhi'r-rahmâni'r–rahîm. Allah'in kulu ve Rasûlü Muhammed (s.a.s.)'den Kibt milletinin büyügü Mukavkis'a. Selâm hidâyet yoluna uyanlara. Ben, seni Islâm Dini'ne dâvet ediyorum. Müslüman ol ki selâmete eresin, Allah da ecrini iki kat versin. Kabûl etmez, yüz çevirirsen, Kibt milletinin günâhi boynuna olsun." (Mektup, Âl-i Imrân Sûresi'nin 64'üncü âyetiyle son bulmaktadir.(271)
Misir Mukavkisi Cüreyc, Rasûlullah (s.a.s.)'in elçisine hürmet gösterdi, fakat Müslüman olmadi. Elçiye bir mektup verdi, hediyelerle geri çevirdi.
Rasûlullah (s.a.s.)'e Misir Mukavkisi'nin Mektubu
Bismi'llâhir'r-rahmâni'r-rahîm. Abdullah oglu Muhammed (s.a.s.)'e, Kibtin büyügü Mukavkis'tan, Selâm sana. Mektubunu okudum. Münderecâtini ve dâvetinizi anladim. Zuhûru beklenen bir peygamber kaldigini biliyordum. Fakat ben O'nun Sam'dan çikacagini sanirdim. Elçinize ikram ettim. Size Kibt milleti arasinda mevkii yüksek iki câriye ile bir elbise ve binmeniz için de bir ester hediye gönderiyorum. Selâm sana muhterem Peygamber.(272)
Bu câriyelerden Mâriye'yi Rasûlullah (s.a.s.) kendisi aldi. Ibrahim adindaki oglu bundan oldu. Kardesi Sirin'i ise sâiri, Hassan b. Sâbit'e verdi. Düldül adi verilen beyaz estere de bindi.
e)Yemâme Emiri Hevze'ye Gönderilen Mektup
"Bismi'llâhi'r-rahmâni'r–rahîm. Allah'in Rasûlu Muhammed (s.a.s.)'den Ali oglu Hevze'ye. Selâm hidâyet yolunda olanlara. Bil ki, Rabb'im benim dinimi yakin bir zamanda, dünyanin en uzak ufuklarinda parlatacak. Ey Hevze, Müslüman ol da selâmete er. Ben de idâren altindaki yerleri, senin idârende birakayim.(273)
Hristiyan olan Hevze, Müslüman olmadi. Rasûlullah (s.a.s.)'e yazdigi cevapta:
-Beni dâvet ettigin din çok güzel. Ancak Arablar benim yerime göz koymuslardir. Beni veliahd yaparsan, sana tâbi olurum, dedi. Rasûllüllah (s.a.s.)'a Hevze'nin cevâbi okununca:
-Bu adam ne söylüyor? Bu sartla O'na bir karis yerin idaresini bile birakmam, buyurdu.(274) Hevze, Mekkenin fethinden sonra öldü. Çok geçmeden bu bölge Müslüman oldu.
f) Gassân Emiri Hâris'e Gönderilen Mektup
"Bismi'llâhi'r-rahmâni'r–rahîm. Allah'in Rasûlü Muhammed (s.a.s.)'den Ebû Semmer oglu Hâris'e. Selâm hidâyete uyan, bana imân edip nübüvvetimi tasdik edenler üzerine olsun. Seni, esi ve benzeri olmayan tek bir Allah'a imân etmege dâvet ediyorum.Kabûl ettigin takdirde, yerinde hümükdar olarak kalacaksin.(275)
Hâris, Rasûlullah (s.a.s.)'in mektubunu küstahca yere atti. Elçiye saygisiz davrandi. Hatta, Bizans Imparatorundan Medine üzerine asker sevki istemis, fakat Kayser reddetmisti. Elçi Suca', Hâris'in davranisini arzedince Rasûl-i Ekrem (s.a.s.):
-Allah mülkünü elinden alsin, buyurdu.
Hâris, Mekke'nin fethi sirasinda öldü. Ülkesi Hz. Ömer'in halifeligi sirasinda Islâm sinirlari içine girdi.
3- HAYBER'IN FETHI (Muharrem 7 H./Mayis 628 M.)
a) Savasin Sebebi
Hayber Medine'nin kuzey-dogusunda, Suriye yolu üzerinde, Medine'ye 170 km. mesâfede büyük bir Yahûdî sehriydi. Yedi kalesi vardi. Hurmaliklariyla meshûr, münbit bir vâha'da kurulmustu.
Hayber, Müslümanlara karsi bir fesâd ocagi hâline gelmisti. Daha önce Medine'den çikarilmis olan Yahûdîler de oraya yerlesmislerdi. Müslümanlara karsi, müsrik bedevî Arablari harekete geçiren, Hendek Savasini hazirlayan bunlardi. Hendek Savasinda, Benî Kurayza Yahûdîlerine, düsmanla isbirligi yaptiranlar da bunlar olmustu.
Rasûlullah (s.a.s.) Hayber ahalisiyle baris yapmak istiyordu. Hudeybiye'den döndükten sonra, Ravâha oglu Abdullah'i Hayber'e gönderdi. Fakat Yahûdîler baris teklifini kabûl etmediler. Onlar, komsulari Gatafan kabilesiyle birlikte Medine'yi basmak için hazirlaniyorlardi. Hudeybiye Baris Anlasmasi'nin, Müslümanlarin aleyhine görünen maddeleri,onlara Müslümanlari kuvvetsiz göstermisti. Münâfiklar da onlari savasa tesvik ediyorlardi.
Gatafan kabîlesi, Müslümanlara karsi Yahûdîlerle birlikte hareket etmeyi kübûl etmisti. Düsman hazirligini tamamlamadan harekete geçmek gerekiyordu. Rasûlullah (s.a.s.), ashâbina:
-"Cihâdi isteyenler bizimle gelsin" diyerek Hayber üzerine yürünecegini ilan etti. Hicretin 7'inci yili Muharrem ayinda 2000 atli ve 1600 piyâde ile Medine'den çikti. Harekâtini düsmana sezdirmeden, üç günde Raci' Vâdisi'ne ulasti.(276) Burada ordugâhini kurdu. Böylece Gatafan kabîlesinden, Yahûdîlere gelecek yardimin yolunu kesmis oldu.
b) Hayber'in Kusatilmasi
Rasûlullah (s.a.s.) düsman üzerine gece vakti varirsa, hemen baskin yapmaz, sabahi beklerdi.(277) Bu sebeple geceyi Raci'de geçirdi. Sabah namazini kildiktan sonra, Hayber üzerine yürüdü.
Sabahleyin, kazma ve kürekleriyle islerine gitmek üzere evlerinden çikan Yahûdîler, karsilarinda Müslüman ordusunu görünce saskinlikla:
-Muhammed, vallâhi Muhammed ve askeri... diye bagristilar (278), geri dönüp kalelerine kapandilar.
Hayber'de hepsi de gayet saglam 7 kale vardi. En kuvvetlisi ise Kamûs kalesiydi. Hepsinde de bol miktarda silah ve yiyecek vardi. Yahûdîler savas için hazirlikliydilar. Bu yüzden Rasûlullah (s.a.s.)'in sulh teklifini kabûl etmediler.
c) Son Kale ve Fethin tamamlanmasi
Yirmi gün kadar devâm eden kusatma ve savas sonunda, bütün kaleler birer birer zaptedildi. Sadece Kamûs kalesi kaldi. Bu kalenin kumandanliginda, Arablarca bin cengâvere bedel sayilan meshûr Yahûdî pehlivani Merhab bulunuyordu. Her gün sira ile ashabin ileri gelenlerinin komutasinda yapilan hücumlardan bir sonuç alinamamisti. Nihâyet Rasûlullah (s.a.s.) bir gün:
-Yarin sancagi bir kisiye verecegim ki, Allah Hayber'in fethini O'nun eliyle müyesser kilacak. O kisi Allah ve Rasûlünü sever, Allah ve Rasûlü de onu sever, buyurdu. Bu yüce serefin kime nasib olacagi bilinmediginden, herkes o gece ümitle sabahlamisti. Hz. Ali'nin gözlerinde siddetli bir agri vardi. Bu yüzden hiç kimsenin hatirindan O geçmiyordu. Sabah olunca Hz. Peygamber (s.a.s.):
-Ali nerede? Bana O'nu çagirin, buyurdu.
-Yâ Rasûlallah, gözleri agriyor, dediler ve yederek huzuruna getirdiler.
Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) duâ edip üfledi. Hz. Ali'nin gözleri derhal iyilesti, sanki hiç agrimamis gibi oldu. Sonra sancagi O'na verdi.(279)
Hz. Ali, Yahûdîleri önce Islâm'a çagirdi; kabûl etmediler. Sulh teklifine de yanasmayip, savasa devâm ettiler.
Ilk önce Merhab kaleden çikti. Kahramanlik siirleri söyleyerek meydan okudu. Karsisina çikacak er diledi. O'na karsi bizzât Hz. Ali çikti, kahramanca dövüserek bu güçlü Yahûdîyi yere serdi. Merhab öldürülünce, Yahûdîler fazla dayanamadilar. Ümitsizlige düsüp kaleyi teslim ettiler. Böylece Hayber feth edildi; Hz. Ali de Hayber Fâtihi oldu. Savas sirasinda Yahûdîlerden 93 kisi ölmüstü, Müslümanlar ise 15 sehit vermislerdi.
d) Hayber Arâzisi
Savas sonunda Hayber arâzisi, Müslümanlarin eline geçti. Ancak Yahûdîler, bu topraklarda yarici olarak çalismak istediler; istekleri kabûl edildi. Bu sebeple Rasûlullah (s.a.s.) her yil mahsûl zamani Ravâhaoglu Abdullah'i Hayber'e gönderirdi. Abdullah da mahsûlü iki esit kisma böler, yarisini Yahûdîlere birakir, diger yarisini da Medine'ye ***ürürdü.
Yahûdîler, Hz. Ömer'in hilâfeti zamanina kadar yerlerinde kaldilar. Hz. Ömer'in hilâfetinde, Arabistan disina çikarildilar.
e) Hz. Peygamber (s.a.s.)'i Zehirleme Tesebbüsü
Hz. Peygamber (s.a.s.) fetihden sonra Hayber'de bir kaç gün daha kaldi. Yahûdîler gördükleri insânî muâmeleye ragmen, hâince davranislarindan vazgeçmediler. Rasûlullah (s.a.s)'e suikast yapmayi plânladilar.
Yahûdî reislerinden Hâris kizi Zeynep, bir ziyâfet hazirladi. Rasûlullah (s.a.s.)'i de bazi arkadaslariyla birlikte yemege dâvet etti. Fakat sofraya konulan koyun eti zehirliydi.
Hz. Peygamber (s.a.s.) durumu ilk lokmada anladi, çignedigi parçayi agzindan çikardi; ashâbina da yememelerini emretti. Fakat, Berâ oglu Bisr bir kaç lokma yemisti. Rasulüllah (s.a.s.) bunu niçin yaptiklarini Yahûdîlere sordugunda:
-Eger yalanci isen, senden kurtuluruz, sayet hak peygamber isen, sana zarar vermez.. diye düsündük, diye, güya akillica bir cevap verdiler.(280)
Zeynep de suçunu inkâr etmedi.
-Babam, amcam, kocam ve kardeslerim, hepsi savasta öldüler. Intikam için yaptim, dedi. Rasûlullah (s.a.s.) sahsina karsi islenen suçlari affederdi. Bu sebeple Zeynep'i cezâlandirmadi. Ancak çok geçmeden zehirli etten yiyen Bisr ölünce, Zeynep de kisâs edilerek öldürülmüstür.(281)
4- RASÛLÜLLAH (S.A.S.)'IN HZ. SAFIYYE ILE EVLENMESI
Hayber esirleri arasinda, Benî Nadîr reisi Ahtab oglu Huyey'in kizi Safiyye de vardi. Safiyye Hz. Harun'un neslinden olup, annesi de Benî Kurayza reisinin kiziydi. Hayber Yahûdîlerinin reisi Rabi' oglu Kinâne ile evlenmisti. Kocasi savasta ölmüs, kendisi esir düsmüstü. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) O'nu Dihyetü'l-Kelbî'ye vermisti. Ashâb bunu uygun bulmadilar:
-Hayber reisinin esi Benî Kurayza ve Benî Nadîr'in en serefli haniminin câriye olarak Dihye'ye verilmesi, Yahûdîler için son derece haysiyet kirici olur. Bu sebeple Safiyye'yi ancak sizin nikâhlamaniz uygun olur, dediler.
Rasulüllah (s.a.s.) Dihye'ye baska bir câriye verdi. Safiyye'yi azâd etti ve onunla evlendi.(282) Böylece O'nun haysiyet ve serefini korudu.
5- FEDEK VE VÂDI'L-KURÂ'NIN ALINMASI
Fedek, Medine'ye iki günlük mesâfede, akar sulari ve hurmaliklari bol, zengin bir Yahûdî köyü idi. Rasûlullah (s.a.s.), Hayber'in muhâsarasi devam ederken, Fedeklileri, Islâm'a dâvet için bir elçi gönderdi. Fedekliler, Müslümanligi kabûl etmediler. Topraklarimiz sizin olsun, biz burada Hayberliler gibi, yarici olarak çalisalim, dediler. Istekleri kabûl edildi.
Vâdi'l-Kurâ ise, Hayber'le Medine arasinda bir çok Yahûdî köyünün bulundugu bir vâdi idi. Buradaki Yahûdîler de çevredeki Arap kabîleleriyle anlasarak, Müslümanlarla savas için hazirlaniyorlardi. Rasûlullah (s.a.s.)
Hayberden dönerken buraya ugrayip onlari da Islâm'a dâvet etti, kabûl etmediler, Müslümanlara ok yagdirarak savasi baslattilar. Dört gün süren çarpisma sonrasinda yenik düstüler. Hayber gibi, elde edecekleri mahsûlün yarisi kendilerinin olmak üzere, yerlerinde birakildilar.
Devâmli Müslümanlara düsmanlik besleyen Yahûdîlerin isi böylece tamamlanmis oldu. Müslümanlar Safer ayinda Medine'ye döndüler.
Ele Geçen Arâzi
Müslümanlarin, düsmandan (kâfirlerden) savasarak aldiklari mallara "ganimet" denir. Ganimet mallarin, beste dördü savasa katilan mücâhidlere paylastirilir. Beste biri ise beytü'l-mâl'e (Devlet Hazinesine) birakilir.(283) Düsmandan (Kâfirlerden) savasmadan baris ve anlasma yolu ile elde edilen mallara ise "fey" adi verilir. Fey'in tamami beyt'ül mâl'e aittir. (284) Rasûlullah (s.a.s.) hayatta iken, Beytü'l-mâle âit mallarin tasarrufu O'na âitti.
Bu sebeple savassiz ele geçen Fedek arazisinin tamami ile Hayber ve Vâdi'l-Kurâ topraklarinin beste biri Rasûlullah (s.a.s.)'in emrine ayrildi. Beni Nadîr arâzisi de, daha önce böyle olmustu.(285) Hayber ve Vâdi'l-Kurâ'nin kalan arâzîsi, mücâhidlere verildi.
6- HABESISTAN GÖÇMENLERININ DÖNÜSÜ
Habesistan'a hicret etmis bulunan Müslümanlarin 16 kisilik son kafilesi de, Hayber'in fethi sirasinda döndü.(286) Baslarinda Hz. Ali'nin kardesi Câfer Tayyar vardi. Rasûlullah (s.a.s.) son derece memnun oldu.
-Hangisine sevinecegimi bilemiyorum, Hayber'in fethine mi, yoksa Câfer'in gelisine mi? buyurdu.(287) Ganimetlerden onlara da hisse ayirdi.(288)
7- KÂBE'YI ZIYARET (Umretü'l Kazâ)
(Zilkade 7 H./Mart 629 M.)
"Basladiginiz hac ve umreyi Allah için tamamlayin"
(el-Bakara Sûresi, 196)
Hudeybiye anlasmasina göre, Müslümanlar Kâbe'yi bir yil sonra ziyâret edebileceklerdi. Anlasma geregince üç günden fazla Mekke'de kalamayacaklardi. Mekkeliler de bu esnâda, sehrin disina çekileceklerdi.
a) Bir Yil Önce Edâ Edilemeyen Umre
Anlasma'dan bir yil sonra, Rasûlullah (s.a.s.), Hudeybiye'de bulunan Müslümanlarin, bir yil önce edâ edemedikleri Umre'yi kazâ etmek üzere hazirlanmalarini emretti. Hicretin 7'inci yili zilkade ayinda (Mart 629) Medine'den hareket edildi. Hudeybiye'de bulunmayanlardan da katilanlar oldugu için, Kâbe'yi ziyârete gidenlerin sayisi 2000'i geçti.
Müsrikler, Müslümanlarin geldigini duyunca Mekke'yi bosalttilar. Sehri çevreleyen yüksek tepelere kurduklari çadirlardan, Müslümanlari merakla izlediler.
Müslümanlarin Mekke'ye girisleri çok heyecanli oldu. Hz. Peygamber (s.a.s.) devesi Kasva üzerinde ilerliyor, hep birden yüksek sesle, "Lebbeyk, Allahümme lebbeyk...."(289) diye telbiye söylüyorlardi. Uzaktan Kâbe görülünce "Allâhü Ekber, Allâhü Ekber, Lâilâhe illallâhü vallâhü ekber..."(290) diye tekbir getirmege basladilar. Yillardan beri hasretini çektikleri Kâbe, iste simdi karsilarindaydi. Özellikle muhâcirler, yedi yillik bir ayrilistan sonra dogup büyüdükleri kutsal beldeye girerken ayri bir heyecân duyuyorlardi.
Kâbe, usûlüne göre tavâf edildi, etrafi yedi defa dolasildi. (291) Safâ ve Merve tepeleri arasinda sa'y yapildi.(292)
Müsriklerin ileri gelenleri, Dâru'n-nedve önünde toplanmislar, Müslümanlari seyrediyorlardi. Aralarinda:
-Medine'nin hummasi bunlari zayif düsürmüs.. diye konusuyorlardi.
Rasûlullah (s.a.s.)
Müslümanlarin zayif ve güçsüz olmadiklarini göstermek istedi. Sag kolunu ihramin disinda tutup bâzûsunu sisirdi. Tavafin ilk üç savtini kisa adimlarla kosarak yapti. Ashâbina da böyle yapmalarini emretti.(293) "Bu gün kendini onlara kuvvetli gösterene Allah rahmet etsin" buyurdu.
Ertesi gün peygamber (s.a.s.) Efendimiz Kâbe'ye girdi. Ögle vaktine kadar orada kaldi. Kâbe hâlâ putlarla doluydu. Habesli Bilal, Kâbe'nin damina çikarak ögle ezanini okudu. Mekke ufuklari "Allahü Ekber" sedâlariyla çinladi. Rasûlullah (s.a.s.)'in arkasinda, cemâatle namazlarini kildilar.
Daha sonra Müslümanlar tiras olarak ihramdan çiktilar. Bir sene önce eda edemedikleri umreyi kazâ etmis oldular Rasûlullah (s.a.s.)'in rüyâsi ve ashabina müjdesi de böylece gerçeklesmis oldu. Bu sebeple, Hicretten sonra, müslümanlarin bu ilk Kâbe ziyâretine "Umretü'l-Kazâ (Kazâ Umresi) adi verilmistir
b) Kazâ Umresi'nin Mekkeliler Üzerindeki Tesirleri
Müslümanlar, Hudeybiye Anlasmasi uyarinca üç gün Mekke'de kaldiktan sonra, Medine'ye döndüler. Bu esnâda, müsrikler, uzaktan uzaga Müslümanlarin bütün hallerini, davranislarini merakla ve dikkatle izlediler. Son derece kibâr ve nâzik,huzûr ve sükûn içinde kardesçe geçinen insanlar olduklarini gördüler. Ne içki içip sarhos olan, ne baskasina saygisiz davranan var. Hepsi edepli, tertemiz, üstün ahlâkli insanlar. Topluca ibâdet ediyorlar, oturup sohbet ediyorlar, birbirlerini sevip sayiyorlar, kimseye kötülük etmiyorlar, dâima Allah'a itâat içinde bulunuyorlar.. Evet, bunlar ne iyi insanlar.
Müslümanlarin üstün meziyetleri, örnek davranis ve yasayislari, Mekkeliler üzerinde büyük tesirler meydana getirdi. Müslümanlik hakkindaki düsünceleri degismeye basladi. Içlerinde Müslüman olma arzusu belirenler bile oldu. Kureys'in ileri gelenlerinden Velîd oglu Hâlid, Âs oglu Amr,Talha oglu Osman bunlardandi.
8- RASÛLÜLLAH (S.A.S.)'IN MEYMÛNE ILE EVLENMESI
Hz. Meymûne, Peygamber (s.a.s.) Efendimizin amcasi Abbâs'in esi Ümmü'l-Fadl'in kiz kardesidir. Hâris el-Hilâliye'nin kizidir. Önce Amr oglu Mes'ûd ile evlenmis, sonra Adüluzza oglu Ebû Rahm'in esi iken dul kalmisti. Rasûllüllah (s.a.s.)'in esleri arasinda bulunmak en büyük emeliydi. Bu yüzden, külfetsiz ve mehirsiz olarak Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)'in kendisini nikâhlamasini istiyordu.(294) Hz. Abbâs, dul baldizinin istegini Rasûlullah (s.a.s.)'a iletti. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz, seref ve asâletine hürmet ederek, Hz. Meymûne'nin teklifini kabûl buyurdu. Kaza Umresi esnâsinda ihramli iken nikah edip, ihrâmdan çiktiktan sonra zifâf oldu.(295)
Hz. Meymûne, Rasûlullah (s.a.s.)'in nikâhlandigi son esidir. Hicretin 51.'inci yili, hac dönüsünde, Mekke'ye 6 mil mesâfede "Serif" denilen yerde vefât etmistir.(296)
Teyze Anne Yerindedir
Hz. Hamza'nin küçük kizi Umâme, (veya Umâre) Mekke'de kalmisti. Kazâ Umresi'nden Medine'ye dönerken, "amca, amca" diye Rasûlullah (s.a.s.)'in pesinden kostu. Hz. Ali onu kucaklayip:
-Al, amcamizin kizi, diyerek esi Hz. Fâtima'ya verdi. Medine'ye varinca Hz. Ali, Hz. Câfer Tayyar ve Zeyd b. Harise hepsi de çocugun bakiminin kendilerine verilmesini istemislerdi. Câfer Tayyar'in esi Esmâ,Ümâme'nin teyzesiydi. Rasûlullah (s.a.s.):
-Teyze, anne yerindedir, buyurdu ve çocugun bakimini ona verdi.(297)
--------------------------------------------------------------------------------
(262) Bkz. el-Enbiyâ Sûresi, 107; Sebe' Sûresi, 28; el-A'raf Sûresi, 158; "Benden önceki peygamberler sadece kendi milletlerine gönderilmisti. Ben ise bütün insanlara, peygamber olarak gönderildim." (el-Buhârî, 1/86 ve 1/113; Tecrid Tercemesi, 2/204 Hadis No:223)
(263) el-Buhârî, 1/24; Tecrid Tercemesi, 1/62 (Hadis No: 59)
Bu yüzük, Rasûlüllah (s.a.s.)'in vefâtindan sonra, halifelikleri esnâsinda Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman tarafindan kullanildi. Hz. Osman'in parmagindan Medine'de Eris kuyusuna düstü. Kuyunun suyu tamamen bosaltildigi halde bulunamadi. (Abdurrahman Seref, Zübdetü'l-Kisas, 1/153, Ist. 1315)
(264) Zâdü'l-Meâd, 1/60-63; (O devirde Bizans Imparatorlarina "Kayser", Iran Sahinsah-larina "Kisrâ", Habes krallarina "Necâsi", Misir Meliklerine "Mukavkis", Türk hükümdarlarina da "Hâkan" denirdi.)
(265) el-Buhârî, 1/6; M. Hamîdullah, el-Vesâiku's-Siyâsiyye, 109; Tecrid Tercemesi, 1/16; (Hadis No: 7); ve 12/414; Zâdü'l-Meâd, 3/126
(266) Bkz. el-Buhârî, 1/5-7; Tecrid Tercemesi, 1/14-23 (Hadis No:7)
(267) Zâdü'l-Meâd, 3/127; el-Vesâiku's-Siyâsiyye, 140; Tecrid Tercemesi, 12/416; Ibnül-Esîr, a.g.e., 2/213
(268) el-Buhârî, 1/23,3/225 ve 5/136; Tecrid Tercemesi, 1/61-63 (Hadis No: 58) ve 10/487 ve 12/417
(269) Zâdü'l -Meâd, 3/127; el-Vesâiku's-Siyâsiyye, 100; Tecrid Tercemesi, 12/418-419
(270) Zâdü'l-Meâd, 3/128; el-Vesâiku's-Siyâsiyye, 104; Tecrid Tercemesi, 12/420
(271) Zâdü'l -Meâd, 3/128;el-Vesâiku's-Siyâsiyye,135; Tecrid Tercemesi, 12/422
(272) Zâdü'l -Meâd, 3/129; el-Vesâiku's-Siyâsiyye, 136; Tecrid Tercemesi 12/424
(273) Zâdü'l-Meâd, 3/132-133; el-Vesâiku's-Siyâsiyye, 156; Tecrid Tercemesi, 12/425
(274) Zâdü'l-Meâd, 3/133; Tecrid Tercemesi, 12/426
(275) Zâdü'l-Meâd, 3/ 133-134;el-Vesâiku's-Siyâsiyye, 126; Tecrid Tercemesi, 12/427
(276) Yolda giderken, ashâb, yüksek sesle tekbir getiriyorlardi. Rasûlüllah (s.a.s.): "Kendinize aciyin, siz ne sagira, ne de gaibe sesleniyorsunuz, sizi iyi isiten ve çok yakin olan Allah'a duâ ediyorsunuz. O her zaman sizinle beraberdir" buyurmustur. (Buhârî, 5/75; Tecrid Tercemesi, 10/285, (Hadis No: 1608)
(277) el-Buhârî, 5/73.
(278) el-Buhârî, 5/73; Müslim, 2/1044 (Hadis No: 1428)
(279) el-Buhârî, 5/76; Tecrid Tercemesi, 10/302-303, 1617 numarali hadisin izâhi.
(280) el-Buhârî, 4/ 66; Tecrid Tercemesi, 8/531 (Hadis No: 1310)
(281) Tecrid Tercemesi, 8/534; Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 2/219-220
(282) Bkz. el-Buhârî, 1/98 ve 2/1044; Tecrid Tercemesi, 2/248-257 (hadis No: 241) ve 10/272, 1612 numarali hadisin izahi; Müslim, 2/1044
(283) el-Enfâl Sûresi, 41
(284) el-Enfâl Sûresi, 1; el-Hasr Sûresi, 6-7
(285) Tecrid Tercemesi, 10/306 ve ll/412-413, 8/273 (Hadis No: 1173)
(286) el-Buhârî, 5/80; Tecrid Tercemesi, 10/295 (Hadis No: 1615)
(287) M. Zihni, el-Hakayik, 1/200; Ibn Hisam, 4/3
(288) el-Buhârî, 5/81; Tecrid Tercemesi, 10/301 (Hadis No: 1617)
(289) Rabbim, dâvetine sözüm ve özümle tekrar-tekrar icâbet ettim. Emrine boyun egdim. Rabb'im emrine uymak boynumun borcudur, senin esin ve ortagin yoktur. Rabb'im bütün varligimla sana yöneldim. Hamd senin, nimet senin, mülk de senin. Bütün bunlarla esin ve ortagin yoktur senin.
(290) Allah büyüktür, Allah büyüktür. Allah'tan baska kulluk edilecek hiç bir ilah yoktur. Allah büyüktür, Allah büyüktür. Hamd O'na mahsustur.
(291) Hacer-i Esved'in bulundugu köseden baslayarak, Kâbe'nin etrafini 7 defa dolasmaga "Tavâf" denir. Her bir devire "savt" adi verilir.
(292) Mescid-i Harâm'in dogusunda, Safa ve Merve adi verilen iki tepe arasinda 4'ü gidis 3'ü dönüs olmak üzere, 7 defa gidip gelmege "sa'y" denir.
(293) el-Buhârî, 5/86; Tecrid Tercemesi, 10/308
Tavâfin ilk üç savtinda, erkeklerin kisa adimlarla kosarak ve omuzlari silkerek çalimli ve sür'atli yürümelerine, "remel" denir.
Ihrâmli iken, ridâ denen örtünün bir ucunu sag koltugun altindan geçirip sol omuzun üzerine atarak sag omuz ve kolu, örtünün disinda birakmaga "Iztibâ" adi verilir. Iztibâ ve remel, pesinden sa'y yapilacak olan tavaflar da sünnettir.
(294) Nefsini hibe eden Müslüman hanimlari, mehirsiz olarak nikâhlamasi, Ahzâb Sûresi'nin 50'inci âyetiyle Rasûlüllah (s.a.s.)'e helâl kilinmistir.
(295) el-Buhârî, 5/86; Tecrid Tercemesi 10/309 (Hadis No: 1618)
(296) Tecrid Tercemesi 10/310
(297) el-Buhârî, 5/85; Tecrid Tercemesi, 8/136-139 (Hadis No: 1158); Riyâzüs-Sâlihîn
Tercemesi, 1/365 (Hadis No: 333); Zâdü'l-Meâd, 2/369
--------------------------------------------------------------------------------
VIII- HICRETIN SEKIZINCI YILI (629-630 M.)
1- MÛTE SAVASI (Cumâde'l-ûlâ 8 H./Eylül 629 M.)
a) Savasin Sebebi
Mûte Savasi, Müslümanlarla Hristiyanlar (Rumlar ve Hristiyan Araplar) arasinda yapilan ilk savastir. Sebebi, Rasûlüllah (s.a.s.)'in elçisinin öldürülmesidir.
Rasûlüllah (s.a.s.), Islâm'a dâvet için hükümdarlara elçilerle mektuplar gönderdigi sirada, Sûriye'de Busrâ (simdiki Havran) Emîri Sürahbil'e de Hâris b. Umeyr ile bir mektup göndermisti. Gassânî Araplarindan Sürahbil, Hristiyandi. Bizans'in himayesinde bulunuyordu.
Hâris, Sürahbil'e, Kudüs'ün iki konak güneyinde, bulunan Mûte kasabasinda rastladi. Elçi oldugunu söyleyerek Hz. Peygamber (s.a.s.)'in mektubunu verdi. Fakat, Sürahbil, devletler arasi hukuk kurallarini çignedi, Rasûlüllah (s.a.s.) elçisini öldürttü.
Simdiye kadar Hz. Peygamber (s.a.s.)'in elçilerinden hiçbiri öldürülmemisti. Bir elçinin öldürülmesi, tarih boyunca bütün toplumlarda insanliga ve hukuk kurallarina aykiri bir davranis sayildigi gibi, gönderene de en büyük hakaret ve meydan okuma demekti. Bu sebeple Rasûlullah (s.a.s.) üç bin kisilik bir kuvvet hazirlayarak, azadli kölesi Hârise oglu Zeyd'in komutasinda yola çikardi(298) Elçi Umeyr oglu Hâris'in sehid edildigi Mûte'ye kadar gidilmesini, Sürahbil ve maiyetinin Islâm'a dâvet edilmesini, kabûl etmezlerse savasilmasini emretti.(299) "Kadinlari, çocuklari, yaslilari öldürmeyin. Evleri yikip hârap etmeyin, agaçlari kesip, tahribâtta bulunmayin!" dedi. Orduyu "Seniyyetü'l-vedâ" denilen ayrilik tepesi'ne kadar ugurlayan Hz. Peygamber (s.a.s.):
- "Zeyd sehid olursa, komutanligi Câfer alsin; Câfer de sehit düserse, Ravâha oglu Abdullah komutan olsun." buyurdu.(300)
b) Iki Tarafin Durumu ve Aradaki Esitsizlik
Müslüman ordusunun hareketini Sürahbil duydu. Derhal Lahm, Cüzâm, Kayn, Belkin, Behrâ gibi Hristiyan Arap kabîlelerinden büyük bir kuvvet hazirladi. Ayrica durumu Bizans Imparatoruna bildirerek, ondan da yardim istedi. Böylece Sürahbil, 200 bin kisilik büyük bir ordu topladi. Bunun 100 bini Rumlardan, 100 bini de Hristiyan Araplardan meydana gelmisti. (301) Imparator Hirakl de isi önemseyerek, Belkadaki Meab sehrine kadar geldi.
Müslümanlar, ancak Sûriye topraklarina girdikten sonra düsmanin gücü ve hazirliklari hakkinda bilgi edinebildiler.
Iki taraf arasinda gerek sayi, gerek silah ve teçhizât bakimindan korkunç bir fark vardi. Tarihte, iki taraf arasinda böylesine ölçüsüz bir fark görülmemistir. 200 bin (bazi rivâyetlerde 100 bin) kisilik bir kuvvet karsisinda üç bin mücâhid ne yapabilirdi? Fakat, savasmadan geri dönülemezdi. Komutan Zeyd, Maan'da, Mücâhidlerin ileri gelenleriyle toplanip durumu istisâre etti. Acaba, durumu Rasûlüllah (s.a.s.)'e bildirip alinacak cevâba göre mi hareket edilmeliydi? Fakat, Ravâhaoglu Abdullah bütün tereddütleri giderdi.
- Arkadaslar, çekindigimiz sey, ele geçirmek için yola çiktigimiz seydir, yani sehid olmaktir. Dinimizi yüceltmek için savasalim. Yâ sehid, ya gazi olacagiz. Bunun ikisi de güzel degil mi ?(302) dedi.
Abdullah'in konusmasi mücâhitlerin maneviyâtini yükseltti. Hepsi de:
- Ravâhaoglu dogru söylüyor. Savasmaliyiz, dediler.
c) Komutanlar Sirayla Sehâdet Serbetini Içtiler
Iki ordu Mûte'de karsilasti. Zeyd, sancak elinde, ileri atildi. Kahramanca çarpisti, ölümden yilmadigini gösterdi. Fakat düsman mizraklarinin arasinda sehid düsdü.(303)
Zeyd sehid olunca, sancagi hemen Câfer aldi. Emsâlsiz kahramanliklar gösterdi. Önce sag eli kesildi, sancagi sol eliyle tuttu. Sol eli de kesilince, kollariyla sancaga sarildi. Pek çok yara aldigi halde son nefesine kadar sancagi birakmadi. Nihâyet o da sehid oldu.(304)
Câferden sonra sancagi Ravâhaoglu Abdullah aldi. O da siirler söyleyerek, kahramanca savasti. Vücudu delik desik oldu. Sonunda o da sehid oldu.
d) Hâlid b. Velîd'in Üstün Mahâreti
Râvâhaoglu da sehid olunca, asker komutansiz kaldi, umûmî bir panik basladi. Dagilan askerin kaçisini Velîdoglu Hâlid önledi. Mücâhidler, Hâlid'in etrâfinda yeniden toplandilar. Hâlid komutayi aldi, sancak elinde aksama kadar çarpisti. O gün elinde tam dokuz kiliç parçalandi.(305) Bu Müslüman olduktan sonra Hâlid'in katildigi ilk savasti.
Gece olunca, Hâlid askeri yeniden tertipledi. Öndekileri arkaya, arkadakileri öne, sagdakileri sola, soldakileri saga aldi. Böylece düsmana, yardim için yeni kuvvetler gelmis intibâini verdi. Sabah olunca da ansizin siddetli bir hücuma geçerek, düsmani bozguna ugratti. Bu firsattan yararlanarak, askerini ustalikla geri çekti. Büyük bir kayba ugramadan Medine'ye döndü. Islâm ordusunu korkunç bir felâketten kurtardi.
200 bin kisiye karsi yapilan bu çetin savasta, Müslümanlar sadece 12 sehid vermislerdi. Bu durum, komutanlarin savasi çok basarili idâre etmeleri ve canlarini fedâ etmekten çekinmemelerinin bir sonucuydu.
e) Rasûlüllah (s.a.s.)'in Medine'den Savasi Seyretmesi
Rasûlüllah (s.a.s.) savasin bütün safhalarini, Medine'ye henüz hiç bir haber ulasmadan, ashâbina bildirmisti.
Cenab-i Hakk, zaman, mekân ve mesâfe kavramlarini kaldirarak, sevgili Peygamberine savas meydanini oldugu gibi göstermisti. Mescid-i Nebî'de minber üzerine oturmus bulunan Allah Rasûlü (s.a.s.) gözlerinden yaslar akarak:
-Iste sancagi Zeyd aldi, Zeyd vuruldu, sehid düstü. Sonra Câfer aldi, O' da sehid oldu. Sonra Ravâhaoglu aldi, O 'da sehid oldu. En sonunda sancagi, Allah'in kiliçlarindan bir kiliç, Velîdoglu Hâlid aldi. Allah O'na fethi müyesser kildi, buyurdu. (306)
Rasûlüllah (s.a.s.), Zeyd, Câfer ve Abdullah'in sehid düstüklerini haber verdikçe, her biri için istigfâr etmis ve Cennete girdiklerini de müjdelemisti.(307) Sancagi Hâlid alinca ise:
-Allah'im, Hâlid senin kiliçlarindan bir kilçtir. Sen O'na nusret ihsan buyur, diye duâ etmisti.(308) Bundan sonra Hâlid'e "Seyfullah" (Allah'in kilici) denildi.(309)
Câferin sehâdet haberini duyunca, âilesi feryâda basladilar. Rasûlüllah (s.a.s.)'de son derece üzgündü. Çok sevdigi, en degerli arkadaslarini kaybetmisti. Câfer'in âilesini teselli etti. Acilidirlar, yemek yapamazlar, diye evine yemek gönderdi.
-Allah Câfer'e, Mûte'de kesilen iki koluna bedel, iki kanat verdi. O'nu Cennet'te meleklerle birlikte uçuyor gördüm, diye müjdeledi.(310) Bu sebeple Câfer, bundan sonra Câfer Tayyâr diye anildi.
2- ZÂTÜ'S-SELASÎL SAVASI (Cumâde'l-âhir 8 H./629 M.)
Kudâa kabîlesi'nin Uzre ve Belî kollari, Medine hayvanlarini yagmalamak üzere, Vâdi'l-Kurâ yakinlarinda toplanmislardi. Rasûlüllah (s.a.s.) durumdan haberdâr olunca, bunlarin üzerine Amr b. As (Âs oglu Amr) komutasinda 30'u atli 300 kisilik bir seriyye gönderdi. Bunlar arasinda Sa'd b. Ebî Vakkas, Üseyd b. Hudayr, Sa'd b. Ubâde, Sâid b. Zeyd, Âmir b. Rabîa.. gibi ensâr ve muhâcirlerden ileri gelen kimseler de vardi.
Amr b. Âs. ashâbin büyüklerinden degildi. Henüz bir yil kadar önce Müslüman olmustu. Fakat dedesi Vâil'in annesi Belî kabîlesinden oldugu için Amr'in bu kabîle ile ilgisi vardi. Amr, ayni zamanda savas usûlünü iyi bilen, son derece zekî bir kimse idi. Bu sebeple Rasûlüllah (s.a.s.), komutanliga O'nu seçmisti.
Amr, Vâdi'l-Kurâ civarinda Selâsil suyu'na varinca, düsmanin sayica üstün oldugunu ögrendi. Burada konaklayarak, bir haberci ile Rasûlüllah (s.a.s.)'den yardim istedi. Rasûlüllah (s.a.s.)'de Ebû Ubeyde b. Cerrâh komutasinda 200 kisilik ek kuvvet gönderdi. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer de bunlar arasindaydi. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) Ebû Ubeyde'yi gönderirken:
- Ayriliga düsmeyin, isbirligi yapin, buyurmustu. Amr b. Âs, Ebû Ubeyde'nin, askerlere imâm olarak namaz kildirmasina itirâz etti.
- Sen bana yardima geldin, kumandan benim, namazda ben imam olacagim, dedi.
Ebû Ubeyde yumusak tabiatli bir zâtti, hiç itirâz etmedi.
- Yâ Amr, Rasûlullah (s.a.s.) Efendimiz, ihtilâfa düsmememizi emretti. Sen bana uymazsan, ben sana uyarim, telâsa gerek yok, diye cevâp verdi. Amr bütün Müslümanlara sefer süresince imam olup namaz kildirdi. Böylece Hz. Ömer ve Hz. Ebûbekir de Amr'in idâresine girmis oldular. Oysa Rasûlüllah (s.a.s.) Amr'i ilk 300 kisiye; Ebû Ubeyde'yi de 200 kisiye kumandan tâyin etmisti. Ebû Ubeyde'yi Amr'in emrine degil, yardimina göndermist.(311)
Amr, düsmana yaklasinca gerekli tedbirleri aldi. Hava çok soguk ve sert oldugu halde, gece ates yakmayi yasakladi. "Kim ates yakarsa, onu yaktigi etesin içine atarim," diye tehdit etti. Asker, soguktan Ebû Bekir ve Ömer'e basvurdular. Hz. Ömer:
- Bu nasil sey, herkesi soguktan kiracak mi? diye Amr'a haber gönderdi. Amr b. Âs:
- Yâ Ömer, sen bana itâatle memûrsun, Isime karisma, diye , cevâp verdi. Hz. Ebû Bekir de:
Rasûlüllah (s.a.s.) O'nu savas usûlünü iyi bildigi için kumandan yapti. Madem ki kumandan O'dur, isine karismamak gerekir, dedi. Böylece gece sogukta geçirildi. Çünkü ates yakilsaydi, düsman Müslümanlarin azligini ögrenecekti.
Amr, plânini kimseye söylemedi. Sabaha karsi, alaca karanlikta ansizin düsman üzerine hücûma geçti ve savasi kazandi. Düsman pek çok ganimet birakarak kaçti. Ashâb, düsmanin pesini tâkibetmek istedilerse de Amr buna da izin vermedi. Bir kaç gün orada kalip etraftaki ganimet hayvan sürülerini topladiktan sonra, Medine'ye döndü.
Sefer esnâsinda Amr b. Âs ihtilâm olmus, hava soguk oldugu için gusletmeyerek teyemmümle namaz kildirmisti.(312) Dönüste ashâb, Rasûlüllah (s.a.s.)'e, Amr b. Âs'tan:
1- Hava çok soguk oldugu halde, gece ates yaktirmadi,
2- Galip geldigimiz halde düsmani tâkip ettirmedi,
3- Su bulundugu halde gusletmeyip, teyemmümle namaz kildirdi, diye sikâyette bulundular.
Amr bu sikâyetlere karsi:
1- Sayimizin az oldugunu düsman anlamasin diye ates yaktirmadim.
2- Yardim için kuvet gönderebilecegi düsüncesiyle düsmani tâkip ettirmedim.
3- Sogukta yikanmak tehlikeli oldugu ve Cenâb-i Hakk "Elinizle kendinizi tehlikeye atmayin." (ElBakara Sûresi, l95) "Kendinizi öldürmeyin. Süphesiz Allah size acimaktadir." (en-Nisâ Sûresi, 29) buyurdugu için gusletmeyip teyemmüm yaptim, diye cevâp verdi.
Rasûlüllah (s.a.s.) Amr'in cevâplarini tebessümle karsiladi. (313)
Amr b. Âs, henüz yeni müslüman oldugu halde, ashâbin büyüklerinin de bulundugu bir orduya kumandan tâyin edilmesinden dolayi gururlanmisti. Savasi da kazanarak dönünce, Rasûlüllah (s.a.s.)'in yanindaki derece ve itibârini ögrenmek istedi. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)'e:
- En çok kimi seversiniz? diye sordu. Rasûlüllah (s.a.s.)
Âise'yi diye cevâp verdi.
- Sonra kimi?
- Âise'nin babasini, Ebû Bekir'i.
- Sonra kimi?
- Ömer'i.
Amr, en sonraya kendisinin kalacagindan korkarak daha fazla sormaktan vazgeçti.(314)
--------------------------------------------------------------------------------
(298) Orduda ensâr ve muhâcirlerin ileri gelenleri de vardi. Azadli bir köle hepsine komutan olmustu. Bu olay Islâm'daki ehliyet ve esitlik uygulamasinin canli örneklerinden biridir.
(299) Tecrid Tercemesi, 10/312
(300) el-Buhârî, 5/87; Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 2/234; Tecrid Tercemesi, 10/313 (Hadis No: 1619)
(301) el-Buhârî, 5/87; Ibnü'l-Esîr a.g.e., 2/234-235; Tecrid Tercemesi, 4/541, (Hadis No: 644'ün izâhi).
(302) Zâdü'l-Meâd, 2/375; Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 2/235; Ibn Hisâm, 4/17
(303) Zeyd, ilk Müslümanlardandir. Rasûlüllah (s.a.s.) onu çok severdi. Bedir'den itibâren bütün savaslarda bulunmustu. Ashâbdan Kur'ân-i Kerim'de ismi geçen, sadece Zeyd'dir. (Ahzâb Sûresi, 37)
(304) Câfer, Rasûlüllah (s.a.s.)'in çok sevdigi hâmî amcasi Ebû Tâlib'in büyük ogludur. Hz. Ali'den 10 yas büyüktür. Ikinci Habesistan hicretinde, kafileye baskanlik etmis, Hayber'in fethedildigi gün Medine'ye dönmüstü. Savasta 90'dan çok yara almistir. Bunlardan 50'si ön tarafindaydi. (el-Buhârî, 5/86-87; Tecrid Tercemesi, 10/313; Hadis No:1619)
(305) el-Buhârî, 5/87; Tecrid Tercemesi, 4/394 ve 10/315
(306) el-Buhârî, 2/72 ve 5/87; Tecrid Tercemesi, 4/391 (Hadis No: 623) ve 10/315; Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 2/237
(307) Ibnü'l -Esîr a.g.e., 2/273; Tecrid Tercemesi, 4/393
(308) Tecrid Tercemesi, 10/315
(309) Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 2/238
(310) Ibnü'l-Esîr, a.g.e., 2/238; M. Zihni Efendi, el-Hakayik, 1/201, Ist. 1310
(311) Ibn Hisâm,4/272; Zâdü'l-Meâd, 2/378; Ibnü'l-Esir, a.g.e., 2/232
(312) Ebû Hanife ve Ebû Yûsuf'a göre abdest alan kimselerin teyemmüm yapana iktidâsi câizdir. Imâm Muhammed'e göre abdestlinin teyemmümlüye uymasi câiz degildir. Ihtilâf, halefiyyet su ile topraktan ibâret iki âlet arasinda midir? Yoksa Abdest ve teyemmümden ibâret iki temizlik arasinda midir? meselesinden dogmaktadir.
Ebû Hanîfe ve Ebû Yusuf'a göre, halefiyyet su ile toprak arasindadir.
Imâm Muhammed'e göre ise, iki temizlik (abdest ve teyemmüm) arasindadir. Abdestli teyemmümlüye uyarsa, kuvvetli zayifa binâ edilmis olur. Oysa imâm muktediden hâlen ednâ olmamalidir. Abdest aslî temizlik, teyemmüm ise zarûri temizliktir. Aslî tahâret yapmis olan kimse zarûri tahâret yapmis olandan hâlen daha kuvvetlidir. (Bkz. Mehmet Zihni Efendi, Kitabü's-Salat,210-211, Ist. 1326)
(313) Zâdü'l-Meâd, 2/379; Târih-i Din-i Islâm, 3/406
(314) el-Buhârî, 5/113; el-Câmiu's Sagîr Serhi Feyzü'l-Kadîr, 1/168 (Hadis No: 205); Târih-i Din-i Islâm, 3/407
3-MEKKE'NIN FETHI
(20 Ramazân 8 H./11 Ocak 630 M.)
"Biz sana apaçik bir fetih ve zafer sagladik.
(el-Feth Sûresi, 1)
a) Hudeybiye Muâhedesinin Bozulmasi
Hudeybiye Baris Anlasmasi, Müslümanlarla Kureys arasinda yapilmisti. Anlasma sartlarina göre, diger Arap kabîleleri, iki taraftan birinin himâyesine girmekte, anlasip birlesmekte serbesttiler. Buna göre, Huzâa kabîlesi, Müslümanlarin Benî Bekir (Bekir ogullari) kabîlesi de Kureys'in himâyesine girmisti.
Hicretin 8'inci yili Saban ayinda, Benî Bekir kabîlesi, Peygamberimizin himâyesinde bulunan Huzâa kabîlesine ansizin bir gece baskini yapti. Esâsen iki kabîle arasinda öteden beri düsmanlik vardi. Bu baskinda Benî Bekir, Kureysten yardim ve tesvik görmüs, hatta Ikrime, Safvân ve Süheyl.. gibi ileri gelen bir kisim Kureys gençleri baskinda bizzat bulunmuslardi. Baskin sonunda Huzâalilardan 23 kisi ölmüs, sag kalanlar Harem-i Serîf'e siginarak kurtulabilmislerdi.
Bu olay üzerine Huzâalilar, 40 kisilik bir heyetle Medine'ye geldiler. Rasûlüllah (s.a.s.)'a durumu anlatip yardimini istediler.
Huzâalilarla Müslümanlar arasinda ötedenberi dostluk vardi. Bu dostlugun temeli, Islâm'dan öncesine kadar uzaniyordu. Bu sebeple Huzâalilar, Müslümanlarla ilgili, Mekke'de olup biten her seyi Rasûlüllah (s.a.s.)'a gizlice bildirirlerdi. Hendek Savasi hazirligini da onlar haber vermislerdi.
Huzâa kabilesine yapilanlardan, Rasûlüllah (s.a.s.) son derece üzüldü. Kendilerine yardim edecegini va'detti. Kureys'e derhal bir elçi göndererek:
Öldürülen Huzâalilardan diyetlerinin ödenmesini, veya
Benî Bekir Kabîlesinin himâyesinden vazgeçilmesini istedi.
Iki sarttan biri kabûl edilmedigi takdirde, Hudeybiye Anlasmasinin bozulmus sayilacagini, bildirdi.
Kureysliler, ilk iki sarti kabûl etmeyip Hudeybiye anlasmasini bozduklarini bildirdiler. Daha önce fiilen bozduklari antlasmayi, böylece resmen de bozmus oldular.
b) Kureys'in Barisi Yenileme Tesebbüsü
Kureysliler, bir müddet sonra hatalarini anladilar. Alasmayi bozduklarina pismân oldular. Derhal anlasmayi yenilemek ve baris süresini uzatmak üzere Ebû Süfyân'i Medine'ye yolladilar.
Ebû Süfyân, Medine'de önce, Rasûlüllah (s.a.s.)'in zevcelerinden kizi Ümmü Habîbe'ye gitti. Oturacagi sirada, Ümmü Habîbe minderi topladi. Halbuki evde üzerine oturulacak baska bir sey yoktu. Ebû Süfyân sordu:
- Kizim, minderi mi benden esirgiyorsun, yoksa beni mi minderden? Kizi cevap verdi.:
- Bu, Rasûlüllah (s.a.s.)'e âittir. Sen ise müsriksin, pissin. Bu yüzden üzerine oturmani istemedim.(315)
Ebû Süfyân, daha sonra Rasûlüllah (s.a.s.)'e basvurdu. Olumlu bir sonuç alamadi. Basta Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer olmak üzere ashâbin ileri gelenleriyle bir bir görüstü, barisin yenilenmesi için desteklerini istedi. Hz. Fâtima'yi ziyâret ederek O'ndan yardim bekledi. Fakat bütün gayretleri bosa çikti; hiç bir netice elde edemedi. Eli bos dönmek istemiyordu. Hz. Ali'nin tavsiyesine uymaktan baska çâre yoktu. Mescide geldi:
- Ey nâs, ben her iki tarafi da himâyeme alarak, Hudeybiye barisini yeniliyorum. Sanirim, kimse benim ahdimi bozmaz.. dedi. Fakat, kimseden cevâp alamadi. Devesine bindi, ümitsiz olarak Mekke'nin yolunu tuttu. Bir isâretle bütün Mekke'yi harekete geçiren Ebû Süfyan, Medine'de kimseye sözünü dinletememis, öz kizina bile merâmini anlatamamisti.
Dönüsünde olup bitenleri oldugu gibi Mekkelilere anlatti. Onun sözlerini dinleyenler:
- Yazik, sen hiç bir sey yapmamissin. Bize baris haberi getirmedin ki, güven içinde olalim, Savas haberi getirmedin ki, hazirlanalim. Ali seninle alay etmis. Senin tek basina ilân ettigin baris neye yarar..., dediler.(316)
c) Fetih Hazirligi
Ebû Süfyan Mekke'ye döndükten sonra Rasûlüllah (s.a.s.)gizlice fetih hazirligina basladi. Ashâbina sefer için hazirlanmalarini emretti. Ayrica, Gifâr, Eslem, Esca' Müzeyne, Cüheyne, Süleym gibi, kendisine bagli kabîlelere haber salarak Ramazan'in ilk günlerinde Medine'de toplanmalarini istedi.
Rasûlüllah (s.a.s.),Mekke'nin kan dökülmeden fethedilmesini istiyordu. Kureys savunma için hazirlik yapar da karsi koyarsa, kan dökülürdü. Bu yüzden hazirliklar son derece gizli tutuldu. Mekke ile Medine arasindaki bütün yollar kesildi. Bu vazife Huzâa kabilesine verildi. Iki taraf arasinda sanki kus uçmuyordu. Bu arada dikkatlerin baska yöne çekilmesi için Necid tarafina bir de seriyye göndermisti.
d) Ebû Beltea oglu Hâtib'in Kureys'e Yazdigi Mektup
Ancak ashabtan Ebû Beltea oglu Hâtib, durumdan Kureys'i haberdar etmek istemis, bir mektup yazarak gizlice Mekke'ye göndermisti. Hz. Peygamber (s.a.s.), Ilâhî vahiy ile bunu ögrendi. Hemen Hz. Ali ile iki arkadasini görevlendirdi.
- Hah bostanina kadar gidin, orada, mahfe içinde yolcu bir kadin bulacaksiniz. Yaninda bir mektup var, onu alip getirin,buyurdu.
Kadin önce inkâr etti, fakat, "seni simdi çirilçiplak soyar, her tarafini arariz", deyince, çâresiz mektubu saçinin hotozu arasindan çikardi.(317)
Mektupta, Rasûlüllah (s.a.s.)'in önüne durulamaycak bir ordu ile Mekke üzerine yürüyecegi bildiriliyordu. Herkes sasirip kaldi, çünkü Hâtib'dan böyle bir seyi kimse beklemiyordu. Rasûlüllah (s.a.s.) bir hey'et önünde Hatib'i sorguya çekti.
- Ey Hâtib, bu ne is, niçin bunu yaptin, diye sordu. Hâtib:
- Ya Rasûlüllah hakkimda karar vermekte acele etmeyin. Ben Kureys'e anlasarak bagli bir kimseyim, fakat hiç bir zaman onlarin mahremi olmadim. Yaninizdaki muhacir kardeslerimin, Mekke'de âilesini ve mallarini koruyacak yakinlari var, benimse kimsem yok. Mekkelilerden nimetdârlar kazanarak âilemi korumak istemistim. Bu isi dinimden dönmek için yapmadim, ben Müslüman olduktan sonra, kat'iyyen küfre razi olmam, diye kendini savundu. Hz. Ömer, dayanamayip:
- Yâ Rasûlallah, izin ver de su münâfigin boynunu vurayim, demisti. Fakat, Rasûlüllah (s.a.s.) Hâtib'in suçunu bagisladi.
- Yâ Ömer, Hâtib Bedir Gazasi'nda bulundu, ne bilirsin belki de Cenâb-i Hak Bedir ehline: "Bundan böyle istediginizi yapin, sizi bagisladim" demis olabilir, buyurdu.
Fakat bu olayla ilgili olarak:
"Ey inananlar, benim de düsmanim, sizin de düsmaniniz olan kimseleri dost edinmeyin. Onlar, size gelen hakki tanimadiklari ve Rabbimiz olan Allah'a inandiginiz için peygamberi de sizi de (yurdunuzdan) çikardiklari halde onlara sevgi (mi) gösteriyorsunuz? Siz benim yolumda savasmak ve benim rizami kazanmak için (yurdunuzdan) çikmissaniz, ben sizin gizlediginizi de, açiga vurdugunuzu da bildigim halde, nasil olur da onlara sevgi gösterirsiniz. Içinizden her kim bunu yaparsa, dogru yoldan sapmis olur." (el-Mümtehine Sûresi, 1) anlamindaki âyet-i kerime indirilmistir.(318)
e) Mekke'ye Yürüyüs
Müslümanligin temeli, "Tevhid Inanci" dir. Tevhid Inanci'nin, yeryüzünde en büyük âbidesi, Mekke'deki Kâbe'dir. Ancak bu kutsal yer, putlarla doldurulmus, putperestligin merkezi hâline getirilmisti. Islâm günesi dogali 20 yil olmustu. Artik, Mekke'nin sirkten kurtulmasi, Kâbe'nin putlardan temizlenmesi gerekiyordu.
Rasûlüllah (s.a.s.), Hicretin 8'inci yili, Ramazan'in 10'uncu Pazartesi günü 10 bin kisilik muazzam bir ordu ile Medine'den çikti.(319) (1 Ocak 630) Yolda katilan birliklerle, ordunun sayisi daha sonra 12 bine yükselmisti.(320) O gün Rasûlüllah (s.a.s.) ve ashâbi oruçluydu. Yola çiktiktan sonra oruçlarini bozdular. (321)
Rasûlüllah (s.a.s.)'in amcasi Abbâs Müslüman olmus, fakat Müslümanligini gizliyerek Mekkede müsrikler arasinda kalmisti. Böylece Mekke'deki haberleri gizlice Rasûlüllah (s.a.s.)'e ulastiriyordu. Artik Mekke'de yapilacak is kalmamisti. Hîcret için Mekke'den çikti, fakat yari yolda Fetih Ordusuyla karsilasti. Esyâsini çocuklariyla Medine'ye gönderip O da orduya katildi. Rasûlüllah (s.a.s.) Abbâs'in gelisinden memnun oldu.
- Peygamberlerin sonuncusu ben oldum, muhâcirlerin sonuncusu da sen; diye iltifatta bulundu.
Mekke'ye bir konak (yaklasik 16 km.) mesâfede "Merru'z-zahrân" denilen yerde karargâh kuruldu. Rasûlüllah (s.a.s.), ortalik kararinca burada ordu mevcûdunun sayisinca ates yakilmasini emretti. Böylece, ordunun hasmetini Kureys'e göstermek istiyordu.
Yollar iyice tutuldugu için, Islâm ordusu Merru'zahrân'a gelinceye kadar Mekkeliler hiç bir haber alamamislardi. Müslümanlarin yaklastigini duyunca ne yapacaklarini sasirdilar. Ebû Süfyân durumu anlamak, Müslümanlar hakkinda bilgi edinmek istiyordu. Yanina bir kaç kisi alarak, Mekke'den çikti. Uzakta yanmakta olan atesler, hacilarin, Arafatta arefe gecesi yaktiklari ateslere benziyordu. Merakla ateslere dogru ilerledikleri sirada Rasûlüllah (s.a.s.)'in muhâfizlari tarafindan yakalanarak Peygamber Efendimizin huzûruna getirildiler, Rasûlüllah (s.a.s.)'a karsi en çok kin besleyen Mekke'nin resi Ebû Süfyân burada müslüman oldu. Artik Mekke fethedilmis demekti. Belki hiç mukavemet görülmeyecekti. Hz. Abbâs:
- Yâ Rasûlallah, Ebû Süfyân övünmeyi sever, iftihâr edebilecegi bir lütufta bulunsaniz, demisti. Rasûl-i Ekrem:
- Her kim Ebû Süfyân'in evine girerse, emniyettedir. Her kim kendi evine kapanir, ordumuza karsi koymazsa, emniyettedir. Her kim Harem-i Serîf'e girerse, emniyettedir. Ebû Süfyân bunu ilân etsin, buyurdu.(322) Daha dün, Islâm düsmanlarinin lideri olan kisi, bugün Rasûlüllah'in emirlerini teblig etmekle iftihâr edecek, seref kazanacakti.
Merru'z-zahrân'dan hareket edilecegi sira Rasûlüllah (s.a.s.) Hz. Abbas'a:
- Ebû Süfyân'i yolun dar bir yerine ***ür, Islâm ordusunun ihtisâmini görsün, diye emretti.
Hz. Abbâs, Ebû Süfyân'i, ordunun geçecegi dar bir geçit yerine oturttu. Mücâhidler sirayla alay alay Ebû Süfyân'in önünden geçtikçe Ebû Süfyân'in yüregi burkuluyor, geçen her kafilenin hangi kabîle oldugunu soruyordu. Hz. Abbâs:
- Bunlar Gifâr kabîlesi, sunlar Cüheyne.. diye geçen kabîleleri bir bir anlattikça Ebû Süfyân:
- Sasilacak sey, bunlarla benim aramda ne düsmanlik var ki , buraya kadar gelmisler, diye hayretini ifâde ediyordu. Bir ara:
- Yâ Abbâs, kardesinin oglunun saltanati ne kadar da büyümüs, dedi. Hz. Abbâs:
- Hayir, bu saltanat degil, nübüvvettir, diye cevâp verdi.
Nihâyet, Ebû Süfyân'in daha önce benzerini görmedigi bir birlik geçti. Bunlar, ensârdi. Baslarinda Sa'd b. Ubâde sancagi tasiyordu. Son gelen birlik, sayica hepsinden azdi. Bu birlikte Rasûlüllah (s.a.s.) ile ensar ve muhâcirlerden en yakin arkadaslari vardi. Rasûlüllah (s.a.s.)'in sancagini Avvâm oglu Zübeyr tasiyordu.
Ensâr alayi, Uhud ve Hendek Savaslari'nda müsrik ordusunun baskomutani Ebû Süfyân'in önünden geçerken Sa'd b. Ubâde:
- Ey Ebû Süfyân, bugün en büyük kital günüdür, bu gün Kâbe'de kan dökmenin helal kilindigi gündür, demisti. Ebû Süfyân Sa'd'in sözlerini Rasûlüllah (s.a.s.)'a nakletti. Hz. Rasûlüllah (s.a.s.):
- Sa'd yanlis söylemis, bugün Cenab-i Hakk'in Kâbe'yi yüceltecegi gündür. Bugün Kâbe'nin tevhid elbisesine bürünecegi gündür, buyurdu.(323) Sa'd'in kan dökmesinden endiselendigi için, hemen Hz. Ali'yi gönderdi, ensâr sancaginin Sa'd'dan alinip oglu Kays'a verilmesini emretti.(324)
Müslüman mücâhidlerin geçit resmini bastan sona seyreden Ebû Süfyân, Mekke'nin tesliminden baska çâre olmadigini anladi. Hz. Abbas'tan ayrilarak, hemen Mekke'ye döndü. Harem-i Serif'e vardi. Heyecân içinde kendisini bekleyen Mekkelilere yüksek sesle hitâbetti:
- Muhammed (s.a.s.) , karsi koymamiza imkân olmayan bir ordu ile geliyor:
1) Her kim Ebû Süfyan'in evine gelirse emniyettedir.
2) Her kim silahini birakir, evine kapanirsa emniyettedir.
3) Her kim, Harem-i Serîf'e siginirsa emniyettedir. Ey Kureys, Müslüman olunki, selâmet bulasiniz...
Ebu Süfyân'i dinleyenler, sasirip kaldilar. Her gün Müslümanligin aleyhinde bulunan bu adam, simdi herkese "müslüman olun", diyordu. Herkeste bir telâs basladi. Kimisi küfrediyor, kimisi bagirip çagiriyor, kimi de mukavemet için hazirlaniyordu. Çogunluk ise Ebû Süfyân'in sözlerine uyup evlerine çekildiler. Bir kismi da Harem-i Serîf'te ve Ebû Süfyân'in evinde toplandilar.
f) Mekke'ye Giris (20 Ramazan 8 H./11 Ocak 630 M.)
Rasûlüllah (s.a.s.), Mekke'ye girmeden önce, "Zî Tuvâ" denilen yerde durdu. Ordusunu dört kisma ayirip her birinin girecegi yerleri tâyin etti. "Sakin savasa girmeyin, saldiriya ugrayip mecbûr kalmadikça kan dökmeyin..." diye tenbihte bulundu.
Sekiz yil önce, yurdundan üç kisilik bir kafile ile nasil ayrilmisti, simdi nasil bir ihtisâmla dönüyordu. Rasûlüllah (s.a.s.) devesinin üstünde bütün bunlari düsünüyor, magrûr bir fâtih gibi degil, son derece mütevâzi bir halde, basi secde eder gibi, devenin boynuna yapismis, tesbih, tehlil ve duâ ile, Cenâb-i Hakk'in sonsuz lütuflarina sükrederek ilerliyordu.
Bütün birlikler, kan dökmeden Mekke'ye girdiler. Yalnizca Velîd oglu Hâlid'in komuta ettigi birlik tecâvüze ugradi. Kureys'in azililarindan Ümeyye oglu Safvân, Amr oglu Süheyl ve Ebû Cehil'in oglu Ikrime bir çete kurdular. Hâlid'in birliklerini Mekke'ye girerken ok yagmuruna tutarak iki müslümani sehid ettiler. Bu durumda Hâlid, saldirganlar üzerine hücûm ederek, bir hamlede onüç tanesini öldürdü, digerleri dagilip kaçtilar.
Rasûlüllah (s.a.s.) kan döküldügünü duyunca üzüldü. Fakat, tecâvüzün müsriklerden basladigini ögrenince:
- Ilahî takdir böyleymis, buyurdu.
Rasûlüllah (s.a.s.) çadirini Kinâneogullari yurdunda "Hacûn" denilen yerde kurdurdu. Mekke Devri'nin 7'inci yilinda, Kureys müsrikleriyle Kinâneogullari burada küfr üzerine anlasmislardi(325). Bu anlasma geregince müslümanlar üç yil muhasara altinda çok aci günler yasamislardi.
Rasûlüllah (s.a.s.) çadirinda gusledip 8 rek'at "duhâ namazi" kildi, sonra, devesine binerek, Kâbe'ye geldi. Yol boyunca Fetih Sûresi'ni okudugu isitiliyordu.(326) Deve üzerinde, ihrâmsiz olarak Kâbe'yi tavâf etti. Elindeki ucu egri degnekle hacer-i Esved'i istilâm etti.
g) Kâbe'nin Putlardan Temizlenmesi.
Kâbe etrâfinda 360 put vardi. Bunlarin en büyügü olan "Hubel", Kâbe'nin üstüne konulmustu. Digerleri Kâbe'nin etrafina ve içine yerlestirilmislerdi. Rasûlüllah (s.a.s.) degnekle bunlari itiyor, her birini bizzât deviriyordu. Putlar yikilirken:
"Hak geldi, bâtil yok oldu, esasen bâtil yok olmaga mahkûmdur."(327) "Hâk geldi, artik bâtil ne yeniden baslar, ne de geri gelir"(328) diyordu.(329)
Kâbe'ye girmek için Rasûlüllah (s.a.s.) anahtarini istedi. Talha oglu Osmân anahtari getirdi. "Emânettir Ya Rasûlallah", diyerek Hz. Peygamber (s.a.s.)'e teslim etti. Kâbe'nin içi de putlarla doluydu. Duvarlarina resimler asilmisti. Rasûlüllah (s.a.s.)'in emriyle Hz. Ömer bunlari disari atti. Müsrikler, ilah diye taptiklari putlarin parçalanisini saskin saskin seyrettiler. Dünkü mabûdlar bir anda moloz yigini haline gelmis, çöplüklere atilmisti. Sonra, Rasûlüllah (s.a.s.), yanina Üsâme, Bilal ve Talha oglu Osmân'i da alarak Kâbe'ye girdi, kapinin karsisindaki duvara dogru namaz kildi.(330) Beyt-i Serifi dolasip her tarafinda tekbir getirdi. Uzunca bir müddet içeride kaldi. Bu sirada bütün Kureys Hârem-i Serif'te toplanmis, sabirsizlikla, haklarinda verilecek hükmü bekliyorlardi.
h) Fetih Hutbesi ve Genel Af
Rasûlüllah (s.a.s.) Kâbe kapisinin esiginde durdu. Karsisinda siralanmis olan Mekkelilere bakti. 20 yil boyunca sahsina ve müslümanlara ellerinden gelen her kötülügü yapmaktan çekinmeyen bu adamlarin hayâti, simdi O'nun iki dudagi arasindan çikacak hükme bagliydi. Rasûlüllah (s.a.s.) 20 yil boyunca çektiklerini bir anda zihninden geçirdi, sonra söyle hitâbetti.
"Allah'tan baska ilâh yoktur, yalniz O vardir. O'nun esi ve ortagi yoktur. O va'dine bagli kaldi, sözünü yerine getirdi. kuluna yardim etti, tek basina bütün düsmanlari hezîmete ugratti.
Iyi bilinki bütün câhiliyet âdetleri, mal ve kan davalari bugün su iki ayagimin altindadir. Yalniz, Kâbe hizmetleriyle hacilara su dagitma isi (hicâbe ve ***aye hizmetleri) bu hükmün disinda birakilmistir.
Ey Kureys Cemâati! Allah sizden câhiliyet gururunu, babalarla, soylarla büyüklenmegi giderdi. Bütün insanlar, Âdem'dendir, (O'nun çocuklaridir.) Âdem de topraktan yaratilmistir."
Sonra su anlamdaki âyet-i kerîmeyi okudu.
"Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir disiden yarattik. Övünesiniz diye degil, kolaylikla tanisasiniz diye, sizi milletlere ve kabîlelere ayirdik. Allah katinda en degerliniz, Ona karsi gelmekten en çok sakinaninizdir. Allah her hâlinizi bilir, O her seyden haberdârdir." (Hucurât Sûresi, 13)
Rasûlüllah (s.a.s.) Mescid-i Harâm'in genis sâhasini dolduran kalabaligi mânâli bir bakisla süzdükten sonra:
- Ey Kureys cemaâti! Size simdi nasil bir muâmele yapacagimi saniyorsunuz? diye sordu. Mekkeliler hep bir agizdan:
- Hayir umuyoruz. Sen kerîm bir kardes, âlicenâb bir kardes oglusun, diye cevap verdiler. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.):
- Ben de size Yûsuf'un kardeslerine söyledigi gibi, "Bu gün size geçmisten dolayi azarlama yok." (Yûsuf Sûresi, 92) diyorum. Haydi gidiniz, hepiniz serbestsiniz (331), buyurdu.
Böylece Rasûlüllah (s.a.s.) hepsini affetmisti. Halbuki bunlar Hz. Peygamber (s.a.s.)'e neler yapmamislardi. Müslümanlari en korkunç iskencelere tâbi tutmuslar, akla hayâle gelmedik eziyetler yapmislardi. Simdi baskalari olsa ne yapardi; Hz. Peygamber (s.a.s.) ne yapmistir? Bu mukayese Rasûlüllah (s.a.s.)'in büyüklügünü ortaya koymaga kâfidir.
Bu hitâbesinden sonra Rasûlüllah (s.a.s.) Mescid-i Harâm'da oturdu. ***aye (hacilara su ve zemzem dagitma) hizmeti Abdülmuttalibogullarindaydi. Bu hizmeti Hz. Abbâs yapiyordu. Hicâbe (Kâbeyi açip-kapama ve anahtarini tasima) hizmetini ise Ebû Talha ogullari yapiyordu. Bu esnâda Hz. Ali bu iki hizmetin Abdülmuttalibogullari'nda birlestirilmesini istemisti. Fakat Rasûlüllah (s.a.s.) Osman b. Talha'yi çagirdi.
- Yâ Osmân, bugün iyilik ve ahde vefâ günüdür, al iste anahtarin, buyurdu (332).
Ögle vakti, Hz. Bilâl Kâbe'nin üstüne çikti. Güzel ve gür sesiyle ezana basladi. "Allâhü Ekber" nidâlari müsriklerin yüreklerini burkuyordu. Bu esnâda, Ebû Süfyân, Esîd oglu Attâb, Hisâm oglu Hâris gibi Kureysin ileri gelenlerinden birkaç kisi Kâbe'nin avlusunda bir köseye toplanmis konusuyorlardi. Içlerinden Attâb:
- Babam sansli adammis, daha önce öldü de su sesi isitmedi, dedi. Hâris de:
- Sunun hak oldugunu bilsem, vallâhi ben de icâbet ederdim, diye konustu. Ebû Süfyân ise:
- Ben bir sey söylemeyecegim. Bir sey konussam su çakillarin bile dile gelip O'na haber vereceginden korkuyorum, dedi.
Az sonra yanlarina Rasûlüllah (s.a.s.), aralarinda konustuklarini bir bir söyledi. Bunun üzerine:
- Konustuklarimizi kimse duymamisti. Biz sehâdet ederiz ki, sen Allah'in Rasûlüsün, diye sehâdet getirdiler.(333)
l) Mekke Halkinin Bîati
Ögle namazindan sonra, Rasûlüllah (s.a.s.) Safâ tepesinin yüksekce bir yerinde oturdu. Önce erkeklerden, sonra da kadinlardan bîat aldi. Erkekler, Islâm ve cihâd üzerine bîat ettiler(334). Kadinlar ise asagida meâli yazili âyet-i celîledeki esaslara uyacaklarina dâir bîat ettiler.
"Ey Peygamber, mü'min kadinlar Allah'a hiçbir es ortak kosmamak, hirsizlik yapmamak, zina etmemek, çocuklarini öldürmemek, elleriyle ayaklari arasinda bir bühtan uydurup getirmemek ve hiçbir güzel iste sana karsi gelmemek üzere sana biata geldiklerinde biâtlarini kabûl et, Onlara Allah'tan magfiret dile, Çünkü Allah çok yargilayici, çok esirgeyicidir." (el-Mümtehine Sûresi, 12)
Erkekler, Rasûlüllah (s.a.s.)'in elini tutup musâfaha ederek biât ettiler. Kadinlar ise sözle ve Rasûlüllah (s.a.s.)'in bulundugu su kabina ellerini batirarak bîat ettiler.(335) Rasûlüllah (s.a.s.) in eli, hiç bir zaman yabanci bir kadinin eline degmemistir. (336)
j) Rasûlüllah (s.a.s.)'in Ensâr'in Endisesini Gidermesi
Fetihten sonra ensâr kendi aralarinda :
- Cenâb-i Hakk, Rasûlüne dogup büyüdügü vataninin fethini müyesser kildi. Artik bizimle döner mi, yoksa buraya mi yerlesir, diye endiselerini belirtmislerdi. Rasûlüllah (s.a.s.) bunu duyunca:
- Böyle bir seyden Allah'a siginirim. Ben memleketinize hicret ettim. Hayatiniz, hayatim; ölümünüz ölümümdür, buyurdu. (337) Ensârin endiselerini giderdi.
4- HUNEYN GAZVESI (6 Sevval 8 H./ 27 Ocak 630 M.)
And olsunki, Allah size birçok yerlerde ve çoklugunuzun sizi böbürlendirdigi, fakat bir faydasi da olmadigi, yeryüzünün bütün genisligine ragmen size dar gelip de bozularak gerisin geriye döndügünüz Huneyn gününde yardim etmisti."
(et- Tevbe Sûresi, 25-26)
Huneyn, Mekke ile Tâif arasinda, Mekke'ye yaklasik 16 km. mesafede bir vâdidir. Câhiliyet devri Arap sâirlerinin siir müsabâkasi yaptiklari "Zü'l-mecâz" panayiri da bu vâdi kanarinda kurulurdu. Huneyn Savasi, Mekke'nin fethinden on alti gün sonra (6 Sevval Cumartesi) bu vâdide Hevâzin Kabîlesi ve müttefikleriyle yapildi.
a) Savasin Sebebi
Hevâzin, Arabistan'in en büyük kabîlelerinden biriydi. Mekke'nin güney-dogusundaki daglarda yasiyorlardi. Mekke müslümanlar tarafindan fethedilmis, Kâbe'deki bütün putlar kirilmisti. Hevâzin kabîlesi bu durumdan endiseye düstü. Tedbir alinmazsa, ayni hâl bir gün kendi baslarina gelebilirdi. Kabîle baskani genç sâir Avf oglu Mâlik'in tesvikiyle hemen savas hazirligina basladilar. Tâif'te bulunan Sakîf Kabîlesi de bunlarla birlesti. Bu iki büyük kabîle (Peygamber Efendimizin süt annesi Halîme'nin mensup oldugu) Sa'd Ogullari gibi bazi küçük kabîleleri de ittifaklari içine aldilar. Böylece 20 bin kisilik bir kuvvetle Huneyn Vâdisi'nde toplandilar. Bu harekâti, ölüm-kalim savasi sayiyorlardi. Bu sebeple kadinlarini, çocuklarini, bütün hayvanlarini ve kiymetli esyalarni da berâberlerinde getirdiler. Ya savasi kazanip, Müslümanligi ortadan kaldiracaklar, yahut da bu ugurda hepsi öleceklerdi.
b) Düsman Üzerine Yürüyüs
Rasûlüllah (s.a.s.) Mekke'de sehrin idâresini düzenlemekle mesguldü. Düsmanin Huneyn'de toplandigini ögrenince, Mekke'de Esîd oglu Attâb'i kaymakam birakarak, 12 bin kisilik bir kuvvetle derhal düsmana karsi harekete geçti. Bu kuvvetin l0 bini, Mekke'nin fethi için Medine'den gelen mücâhidler, 2 bini ise, Mekke'nin fethinden sonra müslüman olan Kureyslilerdendi. Ayrica bunlar arasinda 80 kadar da henüz müslüman olmamis Mekkeli müsrik vardi. Ümeyye oglu Safvân bunlardan biriydi.
Müslüman ordusu gerek sayi, gerek silâh ve teçhizat bakimindan mükemmeldi. Simdiye kadar hiç bu kadar mükemmel bir ordulari olmamisti. Bu durum müslümanlarin bir çogunu gururlandiriyor, "artik bu ordu yenilmez," diyorlardi.(338)
Iki ordu Huneyn vâdisinde karsilasti. Müslüman ordusu Huneyn'e sabah karanliginda ulasmis, vâdinin alçak kisimlarinda yer alabilmisti. Düsman kuvvetleri ise buraya önceden gelmisler, yüksek kisimlara ve en elverisli yerlere yerleserek pusu kurmuslardi.
c) Pusaya düsünce
Islam ordusunun öncü kuvveti, yeni müslüman olan Mekke'lilerle Süleym Ogullarindan meydana gelmisti. Velîd oglu Hâlid'in komutasinda sabah karanliginda pervasiz ve tedbirsizce ilerlerken, pusuya düsdüler. Ansizin karsilastiklari ok yagmuruyla dagilip geri çekildiler. Alaca karanlikta her taraftan düsman hücûma basladi. Öncü kuvvetlerdeki çekilme, gerideki birliklere de sirâyet etti. Müslümanlar daracik vâdide, yamaçlari tutmus olan düsmanin ok yagmuru altinda neye ugradiklarini anlayamadilar. Sasirip birbirlerine girdiler. Umûmî bir panik basladi. Böylece o yenilmez sanilan mükemmel ordu, daha savas baslamadan dagildi, herkes kaçmaga basladi.
Ancak Rasûlüllah (s.a.s.) bindigi katiri düsmana dogru sürüyordu. Saginda amcasi Abbâs, solunda amcazâdesi Hâris oglu Ebû Süfyân, katirin dizginlerini tutarak, ilerlemesine engel olmaga çalisiyorlardi(339). Rasûlullah (s.a.s. ) etrafinda, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali, Üsame...gibi, ashâbin ileri gelenlerinden ancak 80-100 kisi kalmisti.
Bu âni bozgun, yeni müslüman olanlardan, henüz imâni zayif kimselerin gerçek düsüncelerini ortaya çikarivermisti. Ebû Süfyan mânâli bir tebessümle:
- Artik bu bozgunun denize kadar önü alinamaz, demisti. Kelede:
- Bugün sihir bozuldu, diye haykirmis, henüz müsrik olan kardesi Safvân:
- Sus, agzin kurusun, bana Hevâzinden biri hâkim olacagina Kureys'den biri olsun, diyerek kardesini azarlamisti? Uhud Savasinda öldürülen Ebû Talha'nin oglu Seybe ise:
- Bugün Muhammed'den intikamim aliniyor, diyecek kadar ileri gitmisti. Mekke'de bile:
- Muhammed ölmüs, ordusu dagilmis, Arablar eski dinlerine dönecekler, diye söylentiler çikmis, Rasûlüllah (s.a.s. ) kaymakam biraktigi Attâb b. Esîd:
- Muhammed ölmüsse, Allah bâkidir, serîati duruyor, diye halki teskine çalismisti.
d) Rasûlüllah (s.a.s. )'in Metâneti ve Düsmanin Hezîmeti
Iste böylesine tehlikeli bir anda Hz. Peygamber (s.a.s.), metânetle yerinde durup, kaçip dagilan müslümanlara:
- Ey Allah'in kullari! Buraya geliniz. Ben Allah'in Peygamberiyim, bunda yalan yok! Ben Abdülmuttalib'in torunuyum, diyordu.(340)
Sonra Rasûlüllah (s.a.s. )'in emriyle Hz. Abbâs gür sesiyle haykirdi:
- "Ey Akabe'de bîat eden ensâr! Ey, Secere-i Ridvân altinda, geri dönmemek üzere bîat edip söz veren ashâb! Muhammed (s.a.s.) burada. O'na dogru gelin.
Abbâs'in sesini duyanlar,, derhal "Lebbeyk, lebbeyk" diyerek geri dönüp geldiler. Yâ Evs, Yâ Hazrec diye nidâ ederek bütün ensâr Rasûlüllah (s.a.s. )'in etrâfinda yeniden toplandilar. Savas bütün siddetiyle yeniden basladi.(341)
Hz. Peygamber (s.a.s.), Cenâb-i Hakk'a zafer ihsân etmesi için duâ ettikten sonra yerden bir avuç toprak alip düsman üzerine savurdu. Düsmanlardan bu topraktan gözüne isâbet etmeyen hiç kimse kalmadi.(342) Cenâb-i Hakk'in yardimiyla düsman hezimete ugradi. Darmadagin olup, kadinlarini, çocuklarini, hayvanlarini birakip kaçmaga basladilar. Müslümanlar arkalarindan kovalayip, yetisebildiklerini öldürdüler veya esir ettiler. Savasi kazanmak üzere olan düsman, maglup oldu; yenilmek üzere olan Müslümanlar ise galip geldi. Savasta müsriklerden ölenlerin sayisi 70'i buldu, müslümanlardan ise 4 sehid vardi.
Kur'ân-i Kerîm'de bu savas söyle anlatilmaktadir:
"(Ey mü'minler), süphesiz Allah size (Bedir, Hendek, Hudeybiye, Hayber ve Mekke gibi) bir çok yerlerde ve Huneyn gününde yardim etti. O gün Çoklugunuz size gurûr vermis, böbürlendirmisti. Fakat bu çoklugun hiç bir faydasi olmamis, yeryüzü bütün genisligi ile basiniza dar gelmisti. Sonra gerisin geriye dönüp kaçmistiniz. Bu hezîmetten sonra Allah, Peygamberine ve mü'minlere sükûnet veren rahmetini indirdi, görmediginiz askerler (melekler) gönderdi, inkâr edenleri azâba ugratti. Kâfirlerin cezâsi iste budur." (et-Tevbe Sûresi, 25-26)
5- EVTÂS SAVASI
Huneyn'de bozguna ugrayan düsmanin bir kismi, bu bölgedeki Evtâs Vâdisi'nde toplandi. Bunlarin basinda ihtiyar bir savasçi olan Düreyd b. Simme vardi. Bir kismi da Sakif kabîlesiyle birlikte Tâif'e çekildi. Bunlarin basinda ise Hevâzin reisi Avfoglu Mâlik bulunuyordu. Bunlar, hazirliklarini tamamlayip yeniden savasmak istiyorlardi. Bu sebeple Rasûlüllah (s.a.s. ) Evtâs üzerine Ebû Mûsa'l-Es'arî'nin amcasi "Ebû Âmir" komutasinda bir birlik gönderdi.
Yapilan savasta Düreyd öldürüldü. Ebû Âmir de sehid oldu. Ebû Âmir, yaralandigi zaman, kumandayi yegeni Ebû Mûsa'l-Es'arî'ye birakmisti. Ebû Mûsâ savasi kazandi. Birçok esir ve ganimetle geri döndü.(343)
Esirler arasinda Sa'd Ogullari Kabîlesi'nden Rasûlüllah (s.a.s. )'in süt kardesi "Seymâ" da vardi. "Ben Peygamberin süt kardesiyim" deyince, Hz. Peygamber (s.a.s.)'e ***ürdüler. Rasûl-i Ekrem Seymâ'yi görünce tanidi. Üzüntüsünden gözleri yasardi. Hemen hirkasini serip üzerine oturttu, hâl-hatir sorup ikrâmda bulundu. Bir köle, bir câriye, iki deve ve bir mikdâr koyun vererek, istegi üzerine kabilesine gönderdi.(344)
6- TÂIF MUHÂSARASI (Sevvâl 8 H./Subat 630 M.)
Huneyn hezîmetinden sonra Sakif Kabîlesi, memleketleri olan Tâif'e çekilmislerdi. Hevâzin Kabîlesinin reisi Avf oglu Mâlik de bunlarla berâberdi. Huneyn Savasi'nin kesin sonucunu almak için Tâif'te toplananlarin da takibi gerekiyordu.
Hz. Peygamber (s.a.s.), Hâlid b. Velîd'i bin kisilik öncü kuvvetle Tâif'i muhâsara için gönderdi. Huneyn ve Evtâs'ta ele geçen ganimet ve esirleri Mekke'ye yaklasik 16 km. mesâfede "Ci'râne" denilen yerde muhâfaza altina aldiktan sonra, kendisi de ordusuyla Tâif üzerine yürüdü.
Tâif, Mekke'nin güney dogusunda, etrâfi yüksek kale duvarlariyla çevrili eski bir sehirdi. Kale içinde bol miktarda erzâk ve silah depo edilmisti. Muhâsara yirmi günden fazla sürdü. Müslümanlar ilk defa bu muhâsarada, kale duvarlarini yikmak için mancinik ve debbâbe denilen savas âletlerini kullandilar.(345) Bu âletleri müslümanlara Sel-mân-i Fârisî ögretmisti. Fakat kale duvarlari çok saglamdi. Tâifliler, duvarlar üzerindeki siperlerden ok atarak kaleyi savunuyorlar, gedik açilmasina imkân vermiyorlardi. Hatta, atilan oklarla 12 kisi sehid olmustu. Bir ara Hâlid b. Velîd mubâreze için er diledi. Tâifliler:
- Sana karsi çikabilecek kimsemiz yok, erzâkimiz bitinceye kadar kaleyi savunacagiz. Sonra hep birlikte çikip ölünceye kadar çarpisacigiz, diye cevâp verdiler.
Tâiflilerin erzâklari tükenip teslim olmalari veya kaleden çikmalari uzun sürecekti. Rasûlüllah (s.a.s). durumu, ashabi ile istisâre etti. Nevfel b. Muâviye:
- Tilki inine kapandi. Uzun müddet sikistirilirsa, mecbûr olup çikar, böyle birakilsa da zarar gelmez, dedi.(346) Muhâsaranin uzamasinda yarar görülmedi. Rasûlüllah (s.a.s. ):
- Allah'im, Sakif'e hidâyet nasip et, onlari bize gönder, diye duâ etti.(347) Muhâsarayi kaldirip, ganimetleri mücâhidlere dagitmak üzere Ci'râne'ye döndü. Tâifliler bir sene sonra (Hicretin 9'uncu yilinda) Medine'ye bir hey'et gönderip Islâm Dini'ni kabûl ettiklerini bildirdiler.
(343) el-Buhârî, 5/101; Tecrid Tercemesi, 10/358 (Hadis No: 1629); Ibn Hisâm, 4/97
(344) Tecrid Tercemesi, 7/134; Ibn Hisâm, 100-101; Târih-i Din-i Islâm, 3/454
(345) Ibn Hisâm, 4/126; Zâdü'l-Meâd, 2/462
Mancinik: Topun icâdindan önce, kale duvarlarini dövmek için iri tas ve gülle atmakta kullanilan âlet.
Debbâbe: Tahtadan bir iskelet üzerine kalin deri gerilerek yapilan bir savas âleti. Içine kale duvarlarini delecek askerler girip yavas yavas kale duvari dibine kadar yaklasirlar ve bu siperin içinde duvari delerlerdi. Bu âlet, ilkel bir tank demekti.
(346) Zâdü'l-Meâd, 2/462; Tecrid Tercemesi, 10/365 (Hadis No: 163)
(347) Zâdü'l-Meâd, 2/463; Ibn Hisâm, 4/131
7- ESIRLER VE GANIMETLER
Huneyn ve Evtâs Savaslarinda, kadin erkek 6 bin esir, 24 bin deve, 40 bin okiyye (yaklasik 5 ton) altin ve gümüs ve pek çok kiymetli esyâ ele geçmis, bunlar Ci'râne'de toplanmisti. (348) O zamana kadar hiçbir savasta bu kadar çok esir ve ganimet ele geçmemisti. Özellikle yeni Müslüman olmus bedevî Araplar, Huneyn zaferinin ilk gününden itibâren, ganimet mallarini paylastirilmasini istemislerdi. Rasûlüllah (s.a.s.) ise bu mürâcaatlara:
- Tâif'ten döndügümüzde, diye cevâp vermisti.
a) Esirlerin Serbest Birakilmasi
Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) Tâif'ten Ci'râne'ye döndükten sonra esirleri ve ganimet mallarni hemen paylastirmadi. Esirleri kurtarmak üzere Hevâzinlilerin müracaatlarini bekledi.(349) Yeni müslüman olan bedevîler ise, kendilerine bir an önce ganimetlerin verilmesi için sabirsizlaniyorlardi.(350)
Nihâyet, Hevâzin Kabîlesinden 14 kisilik bir hey'et geldi. Bunlarin çogu bu esnâda müslüman olmuslardi. Aralarinda Rasûlüllah (s.a.s.)'in süt annesi Halîme'nin mensûb oldugu Sa'dogullari'nin temsilcileri de vardi.
- Yâ Rasûlallah, biz asâlet ve asîret sâhibi kimseliriz, basimiza geleni biliyorsunuz, dediler; esirlerin ve ganimet mallarinin geri verilmesini istediler. Içlerinden Hz. Peygamber (s.a.s.)'in süt amcasi Zübeyr:
- Ey Allâh'in Rasûlü, esir kadinlar arasinda süt halalariniz, süt teyzeleriniz de var. Onlar sana çocuklugunda hizmet ettiler. Sen ise yardim için basvurulacak insanlarin en hayirlisisin... dedi.(351) Rasûlüllah (s.a.s.) onlari dinledikten sonra:
- Ben sizi bugüne kadar bekledim. Siz çok geç kaldiniz. Halk etrâfimda, ganimetlerin paylastirilmasini bekliyor. Simdi siz ikisinden birini tercih edin. Kadinlarinizi ve çocuklarinizi mi istersiniz, yoksa mallarinizi mi? diye sordu. Hey'et:
- Elbette kadinlarimizi ve çocuklarimizi isteriz. Âile serefini hiç bir seyle degismeyiz, dediler. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.):
- Bana ve Abdülmuttalib ogullarinin payina düsen esirler serbesttir, onlari size bagisladim, buyurdu. Digerlerinin de serbest birakilmasi için, namazdan sonra, kendisini sefâatçi kilarak, müslamanlardan istemelerini söyledi. Hevâzin hey'eti, Rasûlüllah (s.a.s.) 'in ögrettigi gibi yaptilar: Ögle namazindan sonra ayaga kalkip:
- Biz, Rasûlüllah (s.a.s.)'i sefâtçi kilarak, Müslüman kardeslerimizden, kadinlarimizi ve çocuklarimizi bagislamalarini istiyoruz, dediler. Gönülleri costuracak sözler söylediler. Rasûlüllah (s.a.s.) Cenâb-i Hakk'a hamd ve sena ettikten sonra:
- Ashâbim, bana ve Abdülmuttalib ogullarinin payina düsen bütün esirleri ben serbest biraktim. Içinizden, kardeslerinizin gönlünü hos etmek, karsiligini Allah'dan almak isteyenler de böyle yapsin. Bedelsiz vermek istemeyenlere ise, Cenâb-i Hakk'in ihsân edecegi ilk ganimetten (her bir esir için 6 deve) verecegim, buyurdu.
Bütün müslümanlar:
- Biz de hissemize düseni, Rasûlüllah (s.a.s.)'a bagisladik, diye bagristilar. Böylece 6 bin esir bir anda kurtulmus oldu.(352) Insanlik târihinde bu olayin benzerini göstermek mümkün degildir. Bu büyüklük karsisinda Hevâzin Kabîlesi toptan Müslüman oldu.
Bu esnâda, kabîle reisi Mâlik Tâif'teydi. Hz. Peygamber (s.a.s.) Hevâzin heyetine:
- Eger Mâlik, gelir de Müslüman olursa,bütün âilesi ve mallarindan baska ayrica 100 de deve veririm, buyurdu. Mâlik bu heberi duyunca, gelip Müslüman oldu. Çocuklariyla birlikte, bütün mallarini ve 100 deveyi alarak kabîlesine döndü. Rasûlüllah (s.a.s.) onu kabîlesine âmil (zekât toplama memuru) tâyin etti.(353)
b) Ganimetlerin Taksimi
Esirlerin hürriyete kavusmasindan sonra sira ganimetlerin taksimine geldi. Esâsen Bedevîler:
- Artik bizim de deveden, davardan hakkimizi ver, diye taskinlik yapiyorlar, Rasûlüllah (s.a.s.) 'in pesini birakmiyorlardi. Rasûl-i Ekrem bunlara hitâben:
- Ey nâs! Ne diye sabirsizlaniyorsunuz? Ganimet davarlari, su vâdinin agaçlari sayisinca bile olsa, dagitacagim. Sonra yanindaki deveden aldigi bir tüyü parmaklarinin arasinda göstererek:
- Benim sizin ganimetlerinizle, degil bir deve, su tüy kadar bile ilgim yok. Aldigim beste bir hisse de gene size (fakirlerinize) sarfolunmaktadir. Igne-iplik bile olsa, aldiginiz her seyi teslim ediniz. Çünkü kiyâmet gününde en büyük ar ve azâb vesîlesidir, buyurdu.(354) Sonra ganimet mallarini dagitmaga basladi.
Ganimetler bese bölündü. Bir hisse Beytü'l-mâl için ayrildi, dördü mücâhitlere paylastirildi. Beytü'l-mâl hissesinin tasarrufu (harcama yetkisi) Rasûlüllah (s.a.s.) 'e âitti.(355)
c) Müellefe-i Kulûb
Rasûlüllah (s.a.s.) , Mekke'nin fethinden sonra müslüman olmus olan Kureys ileri gelenlerine ganimetten paylarina düsenden ayri olarak, Beytü'l-mâl hissesinden de bol mikdârda bagisda bulundu. Bunlar uzun yillar, Rasûlüllah (s.a.s.)'a düsmanlik hareketinin öncülügünü yapmislar, Mekke'nin fethinden sonra çâresiz müslüman olmuslardi. Ancak gönülleri Islâm'a isinmamisti. Bunca yil Islâm düsmanligi yaptiktan sonra, bir anda bütün kalbiyle Müslümanligi benimseyivermek kolay bir is degildi. Kur'ân-i Kerîm, bu gibilere "el-müellefetü kulûbühüm" adini vermekte, gönüllerinin kazanilmasi, Islâm'a isindirilmasi için bunlara zekât verilebilecegini bildirmektedir.(356) Rasûlüllah (s.a.s.) bunlari Islâm'a isindirmak istedi. Çünkü bunlar nüfûzlu ve itibârli kimselerdi, halk üzerindeki tesirleri büyüktü. Samîmî müslüman olduklari takdirde, kendilerinden faydali hizmetler beklenebilirdi.
"Müellefe-i kulûb" denilen bu kimselerin sayisi, 30 kadardi. Rasûlüllah (s.a.s.) bunlarin bir kismina 100'er deve ile münâsip miktâr gümüs verdi. Ebû Süfyân ile oglu Muâviye, Ebû Cehil'in oglu Ikrime, Amr oglu Süheyl, Ümeyye oglu Safvân, Ebû Talha oglu Seybe bunlardandir. Diger kismina ise, durumlarina göre 50'ser veya 40'ar deve, uygun mikdarda gümüs verildi.(357)
d) Ensâr'dan bir Kisim Gençlerin Yakisiksiz Sözleri
Müellefe-i kulûb'a yapilan bu bagislar, imâni zayif olanlari Islam'a isindirmak, henüz imân etmemis olanlarin, gerçek müslüman olmalarini saglamak içindi.(358)
Ancak, Rasûlüllah (s.a.s.)'in bu yüksek düsüncesini ensârdan bazi gençler kavrayamamisti. Kendi aralarinda:
- Cenâb-i Hak, Rasûlüne hayir ihsan buyursun, artik kendi kavmine kavustu. Henüz kiliçlarimizdan Kureys kani damlarken, bizi birakip bütün ganimeti onlara verdi.(359) Savas gibi zor isler olunca biz çagriliyoruz, ganimete ise baskalari...(360) gibi sözlerle yakisiksiz dedi-kodular yaptilar. Hatta münafiklardan biri:
- Bu taksimde Allah rizasi gözetilmedi, demisti. (361/1)
Rasûlüllah (s.a.s.) bu tür dedi-kodulari duyunca son derece üzüldü. Hemen Ensâr'in toplanmalarini emretti. Allah'a hamd ve senâdan sonra:
- Ey Ensâr Cemâti! Siz yolunu sasirmis müsriklerdiniz. Allah size benimle dogru yolu göstermedi mi? Siz tefrikaya düsmüs, birbirinize düsman olmustunuz. Allah, benim hicretimle sizi kaynastirmadi mi? Siz fakir idiniz. Cena-i Hakk, benim araniza gelmemle sizi refâha kavusturmadi mi? Rasûlüllah (s.a.s.) sordukça ensâr:
- Bütün minnet, Allah ve Rasûlüne, bütün minnet Allah ve Rasûlüne, diye cevap verdiler.(361/2). Rasûlüllah (s.a.s.) devâmla:
- Ey Ensâr! Siz isteseydiniz, söyle de cevâp verebilirdiniz: "Seni kavmin yalanlamisti. Bize hicret ettin, biz seni tasdik ettik. Seni kavmin terk etmisti, biz sana yardim ettik. Seni kavmin kovmustu, biz seni bagrimiza bastik. Sen yoksuldun, biz seni malimiza ortak ettik... Böyle söyleseydiniz, dogru söylemis olurdunuz, ben de sizi tasdik ederdim.(362)
Ey Ensâr! Bu ne sözdür ki tarafinizdan söylenmis, bana kadar ulasmistir? buyurdu. Ensârin ileri gelenleri:
- Ey Allah'in Rasûlü, bizim büyüklerimizden hiç biri, sizi üzecek hiçbir söz söylememistir. Yalniz bazi gençlerimiz, bu sözleri söylemislerdir, dediler. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.s.) :
- Kureysten bazi kimselere dünyalik verdim, bunlar küfür ve sirk zamanina yakin olduklarindan, böylece kalblerini Islâm'a isindirmak istedim. Ey Ensâr! Herkes aldigi mallarla, koyun ve develerle evlerine dönerken, siz de Peygamberinizle dönmege razi olmaz misiniz? Allah'a yemin ederim ki, Sizin Peygamberle Medine'ye dönmeniz, onlarin ganimet mallariyla evlerine gitmesinden çok daha hayirlidir, buyurdu. Ensâr yasli gözlerle:
- Râziyiz yâ Rasûlallah, biz yalniz Seninle dönmek isteriz, diye heyacânla bagristilar.(363) Rasûlüllah (s.a.s.) devamla:
- Eger hicret fazileti olmasaydi, ben ensârdan bir fert olmak isterdim. Bütün insanlar açik bir vâdiye, ensâr ise dar bir dag yoluna girse, ben ensâr'in yolunu seçer, onlarla beraber giderdim. Ey Ensâr! Siz benden sonra, hakkinizin çignenecegi günler de göreceksiniz. Sabrediniz ki, Kevser havzi basinda bana kavusasiniz, buyurdu.(364)
e) Ci'râne Umresi ve Medine'ye Dönüs
Ganimetlerin dagitilmasindan sonra, Rasûlüllah (s.a.s.) Ci'râne'de ihrâma girdi. Mekke'ye inip umre yapti. Esîd oglu Attâb'i Mekke'ye Vâlî tayin etti . Muâz b. Cebel'i de Mekkelilere Islâmî hükümleri ögretmek üzere birakti, ordusuyla birlikte Zilkade ayinda Medine'ye döndü.
Çikisi ile Medine'ye dönüsü arasinda 2 ay 16 gün geçmisti.
--------------------------------------------------------------------------------
(348) Zâdü'l-Meâd, 2/443; Tecrid Tercemesi, 7/128 ve 10/372
(349) el-Buhârî, 4/54 ve 5/99
(350) Tecrid Tercemesi, 7/135 ve 10/370-372 (Hadis No: 1634)
(351) Ibn Hisâm, 4/ 131; Zâdü'l-Meâd, 2/445; Tecrid Tercemesi, 7/33
(352) Bkz. el-Buhârî, 3/62; Nesâi, Sünen, 6/263 (K. Hibe, 1); Tecrid Tercemesi 7/128 (Hadis No: 1040); Ibn Hisâm, 4/131-132; Zâdü'l-Meâd, 2/445
(353) Ibn Hîsâm, 4/133-134; Tecrid Tercemesi, 7/141
(354) Ibn Hisâm, 4/134; Nesâi, Sünen, 6/264 (K. Hibe:1)
(355) el-Enfâl Sûresi, 41
(356) et-Tevbe Sûresi, 60
(357) Ibn Hîsâm, 4/135-136; Tecrid Tercemesi, 7/137 ve 8/506
(358) Tecrid Tercemesi, 8/509 (Hadis No: 1299); Gerçekten bu bagislarin hemen tesiri görülmüstür. Ebû Süfyân:
"Anam babam sana fedâ olsun, bu ne büyük lütuf ve cömertlik, yâ Rasûlallah, Allah için sen sulh zamaninda da, savas zamaninda da kerîmsin..." demisti.
Bu sirada vâdide en iyi cins 100 kadar deve dolasmaktaydi. Ümeyye oglu Safvân onlara bakarak:
Ne kadar güzel, demisti. Safvân henüz Müslüman degildi. Mekke'nin fethinden sonra, karâr verebilmek için iki ay mühlet istemis, Rasûlüllah (s.a.s.), dört ay mühlet vermisti. Hz. Peygamber (s.a.s.), Safvan'in develere imrendigini görünce:
-Haydi onlar da senin olsun, buyurdu. Safvân:
-Bu derece lütuf ve cömertlik ancak peygamberde bulunabilir, diyerek verilen süreyi beklemedi, derhal Müslüman oldu. (Târih-i Din-i Islâm, 3/459)
(359) el-Buhârî, 4/59, 4/221 ve 5/104; Tecrid Tercemesi, 8/509 (Hadis No: 1300), 10/8 (Hadis No:1520 nin izahi) ve 10/371-373 (Hadis No: 1635); Müslim, 3/733 K. ez-Zekât, B. 46.(Hadis No: 132/1059)
(360) el-Buhârî, 5/106; Müslim, 2/736, K. ez. Zekât, B. 46 (Hadis No: 135/1059)
(361/1) el-Buhârî, 5/106; Tecrid Tercemesi, 8/505 (Hadis No:1296), 8/513 (Hadis No: 1303) ve 10/373
(361/2) el-Buhârî, 5/104; Tecrid Tercemesi, 10/373-374; Müslim 2/738, K. ez-Zekât, (Hadis No: 139/1061)
(362) Ibn Hisâm, 4/152; Tecrid Tercemesi 7/138-140 (Hadis No: 1040'in izâhi) ve 10/374; Ibnü'l-Esîr, el-Kâmil, 2/271
(363) el-Buhârî, 5/104-105; Tecrid Tercemesi, 7/139-141 ve 10/374-376; Müslim 2/736 (Hadis No: 135/1059)
(364) el-Buhârî, 4/I ve 5/104; Tecrid Tercemesi, 10/9 (Hadis No: 1520) ve 10/375 TALAY-13